Efendi BARUTÇU
Gün Sazak; Bir şehidin yolculuğu-14
MHP’LİLERE KANLI SALDIRILARIN ARKASI KESİLMİYOR - İSTANBUL İL BAŞKANI RECEP HAŞATLI ŞEHİT EDİLİYOR
3 Ekim 1979’da MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı ile oğlu Mustafa akşam 20 sularında evlerine gelmişler, evlerinin önünde polis üniformalı bir kişinin işaretiyle durdukları bir anda iki yandan açılan yaylım ateşle şehit edilmişlerdi. Aynı gün Halıcıoğlu Postanesi’ni basan maskeli 4 kişi, daha önce MHP Beyoğlu İlçe Teşkilatı’nda çalışmış, 25 yaşında Hüsnü Tepe isimli Giresunlu bir genci kurşun yağmuruna tutarak şehit etmişlerdi.
MHP’nin İstanbul il ve ilçe başkanlarına yöneltilen bu saldırılar sistematik bir mahiyet kazandığı için İstanbul’da ülkücü teşkilatların yöneticileri Recep Haşatlı Başkanı korumak için bazı tedbirler almak ihtiyacı duyarlar. Ülkücü İşçiler Birliği Başkanı Kemalettin Güner 4 genç arkadaşına, altlarına Anadol marka bir araba vererek, Haşatlı’ya hissettirmeden, iş yeri ve evi arasında gidip gelirken kendilerini sürekli takip etmelerini ister. Recep Haşatlı durumu fark eder, gençlere kendisi için endişe duymamalarını, Allah’ın takdirinde olan hiçbir şeyden kaçılamayacağını söyledikten sonra; okullarına aksatmadan devam etmelerini ve millete hayırlı insan olarak yetişmelerini öğütler. Ertesi gün Kemalettin’e telefon edip yanına çağırır: “Benim dedelerim şehit, ailem şehitler ocağı; ben de şehit adaylarından biriyim. Allah takdir etmişse sizin alacağınız hiçbir tedbir bunu engelleyemez.
Bana kast edecek alçaklar, görevlendirdiğiniz bu ana kuzularını öldürecek olursa, bunun hesabını nasıl veririz? Her gün vurulup yaprak gibi dökülen körpecik gençlerimizin acısı yüreğimizi kavuruyor; ama benim yüzümden bir gencimizin kurban verilmesine yüreğim dayanmaz…”
Bu konuşmadan sonra sadece üç gün geçmiş ve şehitler ocağının evladı Recep Haşatlı henüz 17 yaşındaki oğlu şehit Mustafa’yla el ele Hakk’a yürüyor, şehit dedelerinin yanına giderek şehitler kervanına katılıyordu.
Gün Sazak’ı şehit edenlerden Dev-Sol militanı Sadık Özcan’ın daha sonra yargılandığı 2 No’lu askeri mahkeme ifadesinde ise “Dev-Sol’un stratejisinde ilk aşama, MHP ve Ülkücü kuruluşları etkisiz hale getirmektir. Genelde MHP’li güçler, bizim önümüzdeki devrimi gerçekleştirmek için büyük engel teşkil etmektedir.”
12 Eylül’den sonra yakalanan ve başlıca katliam örgütlerinden biri olan Dev-Yol istihbarat sorumlusu, eski Hava Kuvvetleri Komutanı’nın oğlu Tayfun Mater, emniyetteki sorgusu sırasında, kanlı stratejilerini şöyle izah ediyordu: “Amacımız son aşamada çatışmaya girerek silahlı üstünlük sağlamaktı. Öncelikle MHP’lilerle, ülkücülerle çatışmaya girmeyi planladık. Fakat ne yaptıysak MHP’yi üstümüze çekmeyi başaramadık”
Gümrükler Hakkında Bir Tartışma
11 Ekim 1978 günü Hergün gazetesinde Gün Sazak’la Gümrük ve Tekel Bakanlığı’nın Sazak dönemi ve kendisinden sonraki Bakan Mataracı dönemindeki haliyle ilgili uzun bir mülakat yayımlanır. Gün Sazak temel ilkelerinden söz ederek:
“…Bakanlığa başladığım gün de belirttiğim gibi, öncelikle bakanlık makamını kötü işlere alet ettirmemeyi prensip olarak koyduk. Bütün tayinleri komisyon marifetiyle yaptık. Şahsen hiçbir tayine müdahale etmedim. Şaibeli memurların, amirlerin başka yere nakledilmeleriyle ilgili milletvekillerinin, yakınlarımın, akrabalarımın, partili arkadaşlarımın müdahalelerine göğüs germeyi peşinen ortaya koydum. Böylece her türlü yarenlik, ahbaplık suretiyle bakanlık içinde tayin yaptırma yolunu kapattım. Bu, muvaffakiyetimizin başlıca unsuruydu.
İkincisi, şaibeli olanları görevlerinden aldıktan sonra, yerlerine başkalarını verirken, mümkün olduğunca namuslu, temiz ve şaibesiz olanlarını seçmeye çalıştık ve bunların bir kısmında yanıldığımızı da tespit ettik. Bu bir gerçektir. Fakat ülkücü-milliyetçi olarak aldığımız gençlerde yanılmadık.
Ülkücü memurların kapılara yerleştirilmesiyle, bakanlığımın sonlarına doğru artık kapılarda adeta ‘kuş uçurmaz’ hale gelmiştik. Hacı kapılarında da hacıların soyulmasını önledik.
Bakanlıktan ayrılmadan bir hafta-on gün evvel Kapıkule’ye yaptığım ziyarette, gazetecilerle konuşmamda kendilerine ‘Bulgaristan’da bekleyen 60 tane tır kamyonunu tespit ettik.’ demiştim. Nitekim biz bakanlıktan ayrıldıktan sonra ve kapılardaki memurlarımızın alınmasından itibaren bu kamyonlar, daha birkaç yüz de artarak Türkiye’ye girmiştir ve halen girmektedir.
Tır başına, bizim duyduğumuz kadarıyla 600 bin lira ödeyen herkes, tırları istediği kapıdan içeriye sokmaktadır. Bu 600 bin lira da muhtelif kademelerde bölüşülmektedir. Ucu kime, nereye dayanır, onu Allah bilir.
Tabii bunda sözümün başında da söylediğim gibi bakanlık makamının suistimale alet ettirilmesi esası mevcuttur.
…Bakan olmak için bakanlığa gelmek, zaten işin başındaki hastalıktır. Bir insan bakan olmak için değil, hizmet etmek için o makama gelmelidir.”
12 Ekim 1978 tarihli Milliyet gazetesinde Abdi İpekçi’nin ‘Kaçakçılık’ başlıklı yazısı vardı…
Kanıt göstermeden sırf söylentilere ve belirtilere dayanarak, böylesine suçlamalarda bulunmak eski bir bakanın taşıması gereken bir ciddiyet ve sorumlulukla bağdaşmayabilir. Ama kaçakçılık olayı, sadece söylentileri ve belirtileriyle değil, karineleriyle apaçık ortadadır.
Bu karinelerden en belirgini Amerikan sigarası bolluğudur.
…Bunları görenler Sazak’ın suçlamalarını -kanıt gösterilmese de- kabul edeceklerdir.
Gümrük ve Tekel Bakanı Mataracı, başta bizzat kendisi olmak üzere, gümrüğün her kademesindeki görevlileri töhmet altında bırakacak bu durumu değiştirecek kesin önlemlere başvurmak ve bunun sonucunu kısa sürede almak zorundadır.
O günden sonra İpekçi’nin yönetimindeki Milliyet gazetesi, kaçakçılık olayları üzerinde ısrarla durmaya, sürekli yayınlar yapmaya başlıyordu.
İpekçi, 23 Ekim günü, haftalık sohbet yazısında Bakan Mataracı ile kaçakçılık ve gümrükler üzerine yaptığı konuşmayı yayımlıyordu. Türkiye’ye sokulan kaçak mallar ve kaçak altın gibi konuları ele alarak bakanı adeta sorguya çekiyordu.
Gazeteci Uğur Mumcu da ileride İpekçi’nin kaçakçılık üzerine eğilmesini incelerken bu konuya oldukça yoğunlaşacaktır: “…İpekçi, kaçakçılık konusunda açıkça MHP’li Gün Sazak’ı desteklemektedir. Oysa siyasal görüşleri, Sazak’ın görüşleriyle taban tabana terstir. Fakat İpekçi, Mataracı’nın kaçakçılık konusundaki tutumunu saptamış ve bu yüzden siyasal görüşlerine katılmadığı Sazak’ı desteklemeyi uygun görmüştür… İpekçi, daha sonra Mataracı’nın Yüce Divanca saptanacak suçlarını sezmiştir.
…Mataracı, İpekçi’yle yaptığı görüşmeden önce Harun Güren adlı bir emekli astsubayın İpsala Gümrük Müdürlüğü’ne getirilmesi karşılığında Abuzer Uğurlu tarafından verilen 10 milyon 825 lira rüşveti çoktan cebine indirmişti. Ve Mataracı Abdi İpekçi’nin gözünün içine baka baka yalan söylüyor, önlem aldığını anlatıyordu.
…Hiç şüphesiz İpekçi gümrük kapıları konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olmuştur.
Böyle bir dosya kendisine Gün Sazak tarafından verilmiştir.
İpekçi’nin bir aile yakını, Milliyet Başyazarının ölümünden önceki günlerde kaçakçılık konusu üstünde çalıştığını söylemiş, Milliyet gazetesinin o günlerdeki yazı işleri Müdürü Hasan Pulur da Sıkıyönetim Savcılığı’ndaki ifadesinde bir gün İpekçi’yi odasında kaçakçılık konuları içeren bir dosya üzerinde çalışırken gördüğünü ve Pulur’a ‘Nedir bu kaçakçılık? Sen de bir şeyler duyuyor musun?’ dediğini aktarmıştır. Sonuç olarak gazeteci Abdi İpekçi’yi öldüren, tetiği çeken şahsın kimliği ne olursa olsun arkadaki karanlık mihrakların kimler olduğunu takdir edersiniz.
Devam edeceğiz…
Maraş’ta, Malatya’da, Çorum’da Kanlı Olaylar… Aşırı Solun ve CIA’nın Kanlı Elleri…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.