Mürşit Canbeldek
Gönül Dili, Hak Dili
Türkçe ibadet edilir mi edilmez mi? Başlığı altında başlayan bir lüzumsuz kavga var memleketimizde. Bu kavga doğruyla yanlışın kavgası olmaktan çıktı. Her iki taraf için “gönül”ü yaralayan darbeler halini aldı. Camiler için Beytullah denir. Hz Âdem tarafından yeryüzünde inşa edilen ilk bina ya da Beytullah denir. Allahın evi demektir. Ama hepsinden daha kıymetlisi; ”beni kâinat ihata edemedi ama ben bir mü’min kulumun kalbine sığdım” buyuran yüce Mevla’nın teyid ettiği gibi inanmışların kalbidir. Yani Tasvavvuf da “Gönül” diye tarif edilen latif yerdir.
Gönüller sultanı Mevlana ve nereye gittiysem bu TÜRKMEN KOCA’sını benden bir adım önde buldum dediği Yunus için gözetilen en kıymetli yer GÖNÜL dür. Güzel adam Ozan Arif; Gönülü dağlara taşlara, mevsime yıla, perdeye tele,kaleme ve dile sığdıramamış ,güzel söylemiş..
Gönül; aşkın barınağı, bu âlemin mi öbür âlemin mi olduğunu bilemediğimiz meçhul bir saray. Dünyanın en zarif en nahif yapıtaşlarıyla örüldüğünü kırılganlığından anlıyoruz. İşte bu sarayın mimarı onu emaneten mümin kulunun kalbine bırakmıştır.”Bir kez bile yıkmanın” kerih görüldüğüne bakılırsa kâinatın atan yüreği burası olmalıdır.
Bu emanet sarayın sahibi olan inanmış kulunun; Allah’ım huzuruna geldim senin için kıyamda duruyorum, senin için şimdi rükû vaziyetindeyim şimdi secdeye vardım, senin yerin ve göklerin ve ne varsa bu âlemde her şeyin sahibi olduğunu şimdi hissediyorum. Beni kulluğundan azad etme. Rabbim sensin, cezayı da veren sensin, merhamet eden de sensin. Seni hakkıyla tesbih bile edemiyorum ama hissettiğim şu ki sen kusurlarımı günahlarımı hatta bilerek ve isteyerek işlediğim günahlarımı bile affetmekten aciz değilsin beni de affediver. Demesine kulak mı tıkayacaktır? Bu duayı camide yapmış veya havrada yapmış ne önemi var Hz Ömer Kudüs’e girdiğinde Ona Mescidi Aksa’da namaz kılması teklif edilmiş. Kudüs Papazına hayır demiştir Hz Ömer. Kilisede namaz kılınmaz mı dendiğinde; kılınır amma ondan sonra burası sizin olmaktan çıkar diye cevap vermiştir. Zannederim Hz Ömer Kudüs’ü değil Kudüs’deki gönülleri düşünmektedir.
Selahaddin Eyyubi Kudüs’e girdiği zaman Kudüs’ün zengin papazları canını malını altınlarını gümüş şamdanları arabalara yükleyip giderken Geriye bir sürü fakir ve parasız Hıristiyan asker sivil bırakmıştır. Ve hepsi de esir hükmündedir. Kurtuluş akçesi veren kölelikten kurtulacaktır. Belki 20 bin fukara Selahaddin’in ve kumandanlarının gözüne bakmaktadır. Canlarını kurtarmışlar şimdi özgürlük telaşındadırlar. Selahaddin’in kumandanlarından birisi bu esirlerin bir kısmının kurtuluş akçesi bendendir demiş ve hazineye borçlanmıştır. Onu gören diğer kumandanlar da aynı şeyi yapınca en son Selahaddin geri kalan esirlerin de kurtuluş akçelerini vererek hepsini serbest bırakmışlardır. Altın ve gümüşlerini kendi dindaşları için harcamaktan korkan papazlar esas darbeyi savaş bittikten sonra yemişlerdir.
Selahhadin Eyyubi’ye Kürt diyenler; bu olay şafi mezhebine göre İslam’a aykırıdır. Kuran ve hadis’e muhalefet vardır. Savaş esirlerine muamele bellidir. Şafi hükmüne göre Uygun değildir amma Hanefi veya Maliki fıkhına uygundur. Çünkü burada Kumandanlar ve Selahhadin Eyyubi İSTİHSAN yapmıştır. İmamı Azam ve İmam Malike göre istihsan; yani güzelin daha güzelini aramak caizdir. Şafi ve Hanbelî’ye göre ise haramdır. Bu durumda Selahaddin Eyyubinin Şafi Kürt olması mümkün değidir.Ya malikidir ya da Hanefidir.Kardeşinin adına bakarsan Türk olma ihtimali daha yüksekdir.
Gönül penceresinden baktığımız takdirde bugün bizi birbirimize düşman eden ne kadar konu varsa hepsinin önemini yitirdiğini görürüz. Türkçe ibadet etmek isteyen ve bununla kulluğun zevkine varmak isteyen kardeşim lütfen bunu ifade ediş üslubun kavgaya sebep olmasın. Bununla cennete gidilir mi? gidilmez mi? sorusuna cevap bulmaya çalışma. Zaten bu millete cennet hesabını yaptırmaya başladığımız gün ona birçok şeyleri kaybettirdik. Garanti cennet var diyen kâfir oğlu kâfirdir. Cennet Hz Fatıma’ya bile garanti edilmemişken; bir şeyhin eteğine yapış cehennemden kurtul diyen Peygamber efendimizi küçük görüyordur. Şer bir insandır ve ondan şeytandan kaçar gibi kaçmak lazımdır. Cennet muhabbetleri çoğaldıkça bu milletin bedavacılık, ucuzculuk heveslerini artırmış olursunuz. Ve en önemli damar, Gönül damarını devre dışı bırakmış olursunuz. Gönül damarı tıkalı ise yapılan ibadet acaba iş görür mü? Hangi dilden olursa olsun seni riyadan korur mu? Cehennemden değil riyadan korun!
İnsanlık dökülüyor. Yüksek kültür ilmi seviye ilmin değeri sıfıra indi. Omuzlara alınan baş tacı edilen insan cehalet içinde keyfince yüzüyor. Serbest stilde yüzerken canı sıkılıyor kurbağalamaya çeviriyor. Çözümsüzlük çözüm değildir lafının üstünden 10 sene geçti, herhangi bir semeresi var mı? Yok, söylendiği gün büyük gürültü kopardı. İnsanlar gözyaşına boğuldu. Sonra laf unutuldu gitti. Davos’ta “van minüt” dendi İsrail devlet başkanı azarlandı. İnsanlar seyrederken yine gözyaşına boğuldu. Sanki İsrail’e savaş açılmış da ertesi gün Yahudi devletinin soluğu kesilmiş gibi heyecana geldi. Sonuç? Bir müddet sonra el altından ve kimselere duyurulmadan çok önemli bir elektronik savaş sanayimizin İsrail’e satıldığı dedikodusu çıktı. Yalanlayan yok. Yalanlamaya tenezzül dahi yok. İnsanımızın bir kısmı zaten yalan mı doğru mu merak dahi etmiyor. Limiti sınırsız bir kredi kartı vermiş kendi vekiline hiçbir gün kartın akıbetini merak etmeden sanki peygambere teslim olmuş gibi desteğe devam diyor.
Gönül dili ve gönül damarı kurumuş bir millet haline geldik. İbadet aslında ne Arapça ne Türkçe ne Rumca ne Kürtçe yapılır. İbadet gönül diliyle yapılırsa gideceği yere gider. İbadet gönül diliyle yapılır ve yapılmalıdır. Ara sıra “melâmet hırkasını” da giymek gerekir ki seni ucupdan korusun. Ucupun ne olduğunu bilmeyen yoktur. Nefsin kabardığını hissettiğin an bil ki ucup kapını çalmıştır. Aman beni kınayan olmasın endişesiyle yaptığın her şey seni ucubun tuzağına çeker. Varsın kınasınlar. Melâmet hırkasını giymeye cesaret ettiğin an bütün korkularından kurtulur ve Gönül dilinin açıldığını görürsün. Melâmet kınanmayı ayıplanmayı göze almak demektir.
Yurt dışında çalıştığım yıllarda Antalyalı olduğunu öğrendiğim ve gıyaben tanıdığım bir imamdan bahsederlerdi. Ben oraya vardığım zaman görev süresi bitmiş memleketine dönmüştü. O yüzden tanışmak nasip olmadı. Bana anlattıkları kadarıyla melamet hırkasını giymiş, gönül diliyle konuşan ve müdanası olmayan bu imam her gün vitrinlik ibadet peşinde koşan cemaati tarafından sevilmemiş veya Frekanslar tutmamış diyelim.. Kınanmak korkusunu yenmek için bu imam arkadaşımızın yaptığı bir hareketi anlattılar. Eline boş şarap şişesini alarak ve sarhoş taklidi yaparak kendi cemaatinin görebileceği yerlerde dolaşmaya başlamış. Belki abartılı bir tepki diyeceksiniz fakat ucup kokusundan, Riya manzaralarından demek ki o kadar rahatsız olmuş ki çareyi, nefsini ucup şeytanının elinden kurtarma çaresini; alın işte beni istediğiniz kadar kınayın demek manasına gelen sarhoş taklidinde bulmuş.
Gönül dili konuşalım cemaat. Bu dille işlenen sevapta lezzet vardır. Ve hatta günahında bile lezzet vardır. Çünkü içinde riya yoktur. Riya da şirk vardır. Şirk bulaşan hiçbir fiil hakiki değerini bulamaz.
Bitirelim artık vitrinlik konuşmaları. Sen vitrinlik konuşursan seni idare edenler gönülden konuşmaya cesaret edemezler ve şeytanın emrine girerler. Ve senin dünyanı da ahretini de berbat ederler. Allah bizi her türlü şeytanın şerrinden ve ucup isimli kara deliklerden muhafaza eylesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.