Nevzat ARSLAN
Cumhuriyeti nasıl kazandık
Sorgulamamız gerekir, bugünlere nasıl geldik. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur. Atatürk ve ilkelerine alerjisi olanlar bu güce karşı duramayacaklarını çoktan anlamış olmalılar.
**
Bizim oymakta yaşanan bir öykü var ki, anımsadıkça içimi titretir.
**
Deli Ağa adıyla anılan Hasan, Karaçakal Yörüklerindendir.
Çocukları olmamıştır ama onlar sevgiyle kenetlenen bir karı-kocadır.
Malı, mülkü eh! Daha da ne olsun, bir çadır, at, eşek, deve, inekleri ve keçi sürüsüdür.
Duyulur ki Hasan askere çağrılmıştır, karısı ile vedalaşır,
Ver elini Çanakkale…
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal'in komutasında savaşırlar.
**
Bir an gelir...
Çalılık, taşlık bir kıyıdaki mevzilerinde üç gün düşman harp gemilerinin topları ortalığı tozu dumana katarak cehennemi yaşatırcasına ölüm kusmuştur.
Çalan hücum borusu ile taş ve toprakların arasından kalkmaya çalışan, arı kovanından çıkarcasına doğrulan askerler adeta yeniden dirilmektedir. Hasan da üzerindeki taş ve topraklardan kurtulur, koşmaya çalışır, yıkılır.
Bir de bakar ki,
Ayağının birisi yoktur, poturunun bir yanı kıpkızıl, lime lime olmuş sallanmakta…
**
Aylar, yıllar geçer...
Deli Hasan Ağa’dan haber gelmez. Karısı çadırında bir başı nadır, hayvanlarına bakmaya çalışır.
**
10 yıl olduğunda bir sabah kadıncağız yatağında ölü bulunur. Artık Hasan’ın da öldüğüne karar verilir. Konu-komşu, toplanır, Hasan ve karısı için mevlit okutulup dua ederler. Mallarını eş-dost idare etmekte iken, mirasçılarca paylaşılır. En yakın akrabası Çanakkale'de de savaşmış yeğeni Sarı Ali Molla Hüseyin Hoca’dır.
O da dayı mirasından bir inek ve işlemeli bakır tencereyi yadigâr olarak alır.
**
12 yıl sonra Deli Hasan Ağa askerden kasabaya çıka gelir, hasta ve de kalçadan kesik bir bacak ile…
Karısı malı mülkü kalmış,
Bir bacağını Gelibolu'da bırakmış...
İki cümle çıkar ağzından… “Bacağım kopmuş, nereye götürüldüm, bilemedim…”
Başka da hiç konuşmaz. Çadırını, atını, avratını, davarını sormaz.
**
Hep karşılara boş gözlerle bakmaktadır.
Zavallı adamcağızı yanına alan Molla Hüseyin bir hafta bakar.
-Yengem öldü Hasan Dayı.
Dediğinde ise,
-Çadırıma gideceğim.
Demeye başlar.
Oysaki çadırı, davarı, her şeyi iki yıl önce paylaşılmıştı.
**
Donduran Köyü üzerindeki İnce Bel Dağları eteğine,
Molla Hüseyin Hoca, çadırının yakınına eski bir çadır kuruverir.
İçine bir kıl dokuma çul, keçe ve yorgan bırakır.
Hatçe Kadın, sabah süt, akşam bir kap yemek taşır. Tek bacaklı Deli ağa sürekli düşünmekte ve kahrolmaktadır, Aradan geçen altı ayın sonunda, erkeklerin ağlamadığı yıllarda, bir gece sabaha kadar yas tutmuş, ağıtlar yakmıştır. Kurtlar gibi ulumuş, danalar gibi bağırmış, dereleri, tepeleri birbirine katmış, Ağıtları Deliktaş’a çıkmış, İncirli derelerinde yankılanmıştır. Bu ağıtlara dağların yabanılları, çakallar, yusufçuk kuşları ile köpekler de katılmış, adeta Deli Hasan Ağa ile birlikte yas tutarcasına boğuk boğuk ağlarlar.
Etraftaki Yörükler ile birlikte yandaki çadırında Molla Hüseyin, Karısı Hatçe kadın da sessizce Ah! Çekerler...
**
İşte o yaslı gecenin sabahında Deli Hasan Ağanın ölüsü bulunur.
Karşıdaki İlk İskân Mezarlığına gömülür.
**
Deli Ağa derlerdi adıma oy bre Hasan,
Malım, mülküm, çadırım olmuş talan,
12 yıl esaretlik az mı? Dayan ha! Dayan,
Döndüm her şey olmuş koca bir yalan…
**
Biz bugünlere böyle geldik. Atatürk başta olmak üzere tüm Şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz, Ruhları şad olsun...
Cumhuriyetimizin 101.yılı kutlu olsun.
Yaşasın Cumhuriyet!
(Bu öyküyü anlatan Hüseyin Altıntaş akrabımıza teşekkürler. )
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.