Ahmet KELEŞOĞLU
Cemaatin tuzağı
Her şeyin başı ekonomi:
Fakir köylümüz orta sınıfın gariban Türk insanı;
Çocuklarını kendi elleriyle teslim ettiler cemaatin kucağına.
Cemaat, ortaokul çağlarında düşürdü çocukları tuzağa.
Yurtları ışık evleri ve yatakhaneleri ile hazır bekliyorlardı.
Yemekhaneleri, çalışma odaları, her şeyleri hazırdı çocukların. Geriye sadece ibadet yapmak kalıyordu. Çok mu zordu İslam’ın vecibelerini yerine getirmek?
Sabah erken kalkmak, çok mu zordu?
Üstelikte Allah katında sevap değil miydi bütün bunlar?
Elbette zor değildi elbette sevap haneleri dolacaktı çocukların.
Bir sorun gözükmüyordu tabi ki uzaktan bakıldığında.
Bilinçli yöneticiler uzman öğretmenler yanlış yapar mıydı hiç?
Fakir anne baba, köylümüz, onlardan daha mı iyi bilecekti, olanı biteni?
Sonra, böyle imkanlar insanın başına her zaman gelir miydi?
Gelmezdi tabi.
"Ahmet'in oğlu rütbeli komutan olacakmış, Hasan’ınki ise bir üst mertebeye daha ulaşarak general oluyormuş, inşallah bizimki de yetişecek abilerine büyük adam olacak, savcı olacak, hakim olacak".
Bunları konuşarak eş dostla paylaşmanın ne sakıncası vardı ki?
Gözü kör olsun bu fakirliğin yoksulluğun, kör etti gözlerimizi sağır etti kulaklarımızı.
Zavallı insanımız nereden bilsin dinin siyasete alet edildiğini?
Nerden bilsin emperyalizmin ılımlı İslam’ı dayatıp, Fetö'nün ülkemizi peşkeş çekerek, parçalayıp bölmek istediğini?
Nereden bilsin?
Sonra, "Bakın, çocuğunuzu buraya diri teslim ettiniz ama, bir gün size ölüsünü de teslim edebiliriz" derler miydi hiç?
Demezlerdi elbet.
Dahası, hangi anne baba öleceğini bile bile gönderirdi çocuğunu peygamber ocağına?
Nereden bilebilirdi on üç yaşında gönderdiği çocuğunun, hain olacağını?
Sonrada öldürülüp mezarı bile belli olmadan teslim edileceğini? Nerden bilebilirdi?
Köşe başlarında bekleyen tuzakçıları ve onlarında bir üst kapanın kurbanları olduklarını.
Nerden bilebilirdi?
Çaresiz bu kapıdan giren bir daha geri çıkamazdı. Ama iş işten çoktan geçmişti artık.
İşte, her şey ekonomiden geçer, her şeyin başı ekonomidir güçtür derken bunları kastetmiştim.
Düşünce yapısı, bilinç, rasyonel kararlar, hepsi iyi ve doğru düşünmenin ürünleridir.
Tabii ki tamamının başında ekonomi vardır demiyoruz ama çok büyük bir ekseriyetle, işin başı ekonomidir güçtür.
Sosyal devlet anlayışını ön planda tutarak, öncelikle fakirlikten kurtulmak gerekir. Sadece bunun için bile mücadele etmenin yolları aranmalıdır.
İşte o zaman birey bilinci, ortak toplumsal kararların alınmasında öne çıkacaktır.
Sonuç:
Sosyal devlet yapısı içinde ve ortak paylaşımın öne çıkarıldığı büyük toplumsal dengeler ve büyük konsensüsler…
Hakların adil paylaşımı, sosyal adalet ve sosyal devlet anlayışı…
Esas mesele, insanımızın bu şer yuvalarının kucağına atılmasının önüne geçen yasal düzenlemelerin yapılması…
Ekonomik koşullar kötü olduğu müddetçe fakirlik ve açlıkla mücadele eden insanımıza nasıl yardımcı olabiliriz? Bunlara kafa yormak gerekiyor.
Bunun için hiç bir zaman geç kalmış sayılmayız. Aksi olduğunda sisteme, kendi zenginlerini yaratan köşe başlarındaki kan emici rantçılar hakim olacaktır.
Ülkemizde fakirlikle mücadelenin kanunlarla desteklenerek, sosyal adaletin bir an önce tesis edilmesi gerekmektedir.
Öyle ki;
İnsanlarımız kendilerini yalnız, masum ve terk edilmiş hissetmesinler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.