Efendi BARUTÇU
Büyük Türk milliyetçisi Nihat Çetinkaya’yı sonsuzluğa uğurlarken-3
“TEPELERDEN KANLI AYLAR DOĞARDI,
DEV ÖMÜRLER BİR NAMLUYA SIĞARDI,
SAÇLARIMIZ BİR GECEDE AĞARDI
SİZLER O GÜNLERİ BİLEMEZSİNİZ.
***
GÖKLER, YAĞLI DUMAN GİBİ PUSARDI,
DAĞLAR HANÇERLENMİŞ GİBİ SUSARDI,
YEDİ YÖNDE YEDİ BORAN ESERDİ
SİZLER O GÜNLERİ BİLEMEZSİNİZ”
O. SEYFİ ŞİRİN
Yukarıdaki mısralar Türkiye’nin 1970 ile 1980 arasında yaşadığı siyasi kargaşaların, kanlı olayların, suikastların, ideolojik grevlerle Türk sanayisini çökertme teşebbüslerinin yaşandığı yılların tasviri gibidir. Aynı zamanda Türk milletinin yükselişini temin etmek, birliğini, vatanının bütünlüğünü daim kılmak ve Türk milletinin büyük geleceğini inşa etme yolunda ödenen bedellerin, yaşanan büyük acıların, verilen büyük kayıpların bir özeti gibidir.
Edirnekapı Öğrenci Yurdu yönetimi ele alındıktan kısa süre sonra İstanbul Emniyet Siyasi Şube Müdürü merhum Ilgız Aykutlu’nun yönetiminde bir polis ekibi yurdu boşaltmak üzere gelir. Yurdun karşısında da yurttan ayrılan devrimciler toplanmış slogan atmaktadır. Yurt başkanlığına getirilen Hayrettin Neşeli öğrenci kayıt defterinde gerekli değişiklikleri ve kayıtları yaparak tedbirini almıştır. Yurt müdür yardımcısı Erdal Kapsal’ın odasına gidilir, gerekli tembihat yapılır.
Daha sonra vali yardımcısının başkanlığında toplantı yapılır. Emniyet müdürüyle devrimcilerin başkanı Hüsnü Yurttaş gelirler, Hüsnü Yurttaş: “Bu yurdun öğrenci başkanı benim” der. Erdal Bey ise “Hayır, yurdun başkanı Hüsnü Yurttaş değil Hayrettin Neşeli’dir” der. Hayrettin Neşeli, polis müdürüne Hüsnü Yurttaş ve dışarıda bekleyen devrimci grubu göstererek:” Efendim, bunlar bu yurtta kalmıyorlar, isterseniz kayıt defterlerini inceleyebilirsiniz. Bunlar Türk polisini istismar ederek yurdu ele geçirmek istiyorlar, bunlara fırsat vermeyin” der. Neticede polis kuvveti çekilir ve aşırı solcular da süklüm püklüm oradan ayrılırlar.
Abdullah Gül’ün hayatını hangi ülkücü kurtardı?
Kültür ve Devlet Eski Bakanımız Namık Kemal Zeybek Bey anlatıyor: “2002 yılında AK Parti hükümeti iktidara gelip Abdullah Gül Bey başbakan olunca hem tebrik etmek hem de mütevelli heyeti başkanlığını yaptığım Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin bazı meselelerini görüşmek üzere ziyaretine gitmiştim. Kendisiyle Refah Yol hükümetinde bakanlar kurulunda beraber çalışmıştık. Bana: ‘Sizin beraber çalıştığınız Feyzullah Budak Bey benim İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden çok değerli bir arkadaşımdır. 21.12.1970’de İktisat Fakültesi’nin ek binasının kantininde oturuyordum. O günlerde öğrenci konseyi seçimleri vardı. O sebeple fakülte çok hareketliydi ve herkes çok gergindi. Başlarında Devrimci Gençlerin İstanbul Yürütme Kurulu üyesi, İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi Sivaslı Edip Sakarya’nın bulunduğu aşırı solcu devrimci bir grup etrafımı sardı, belli ki beni dövecek belki de öldüreceklerdi. Silahlıydılar.
Fakültedeki ülkücülerin öncülerinden Sivaslı Feyzullah Budak etrafımı saran kalabalığı yararak yanıma geldi -devrimciler ondan biraz çekinirlerdi- kolumdan tutup yine kalabalığın arasından beni dışarıya çıkardı. Süleymaniye tarafına doğru götürüp haydi, buradan bir an önce uzaklaş dedi ve kendisi fakülteye geri döndü. Hayatımı kurtarmıştı’ diye anlattı. Ben bunu vakfa dönünce Feyzullah Beye anlattım, vallahi ben unutmuştum dedi.”
Feyzullah Budak Bey anlatıyor: “İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğrenci konseyi seçimleri yapılacaktı. Konsey başkanlığına adaydım. 21 Aralık 1970 tarihinde Abdullah Gül beyin anlattığı hadiseden hemen sonra ben de afişlerimi yapıştırmaya çalışıyordum. O ara benden çok daha uzun boylu, İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi öğrencisi Seyit Erdoğan bana boyun yetmiyor diye takılarak yanıma gelip yardım etmeye başladı.
Başlarında Edip Sakarya’nın bulunduğu bir grup silahlı militan etrafımızı sardı. Belli ki az önceki hadiseye çok bozulmuşlardı. Beş altı kişi silahlarını kafama, göğsüme ve sırtıma dayayarak beni kımıldayamaz hale getirdiler. Bir yandan da havaya ateş ediyor ve sayıları üç beşi geçmeyen ülkücü arkadaşlarımıza ellerindeki tabure ve sopalarla saldırıyorlardı. Ben Sivas’tan getirttiğim bir sustalı bıçağı ayak bileğime sarmıştım ama kımıldatmadıkları için onun da faydası olmadı. Seyit Erdoğan’ın iki bacağını da kırdılar. (Seyit bu yaralardan dolayı fakülteye devam edemedi daha sonra eğitim enstitüsünden mezun olarak öğretmenliğe başladı.) Tam o anda içeriye siyah deri ceketli, saçı-bıyığı düzgün birisi elinde silahla hızla dalıp beni kuşatanların arasından uzanıp yüzüme bir yumruk vurdu. “Ne zamandır seni arıyordum.” dedi. Diğer devrimcilere dönerek: “Bunu bana bırakın, bunun cezasını bizzat ben vereceğim.” Deyip beni binadan çıkardı. Bana dönerek: “Allah belanı versin derhal buradan kaç seni öldürecekler. Dur! Önce git hemen dekanlığa haber ver. Şimdi bunlar gider, ülkücüler fakülteyi bastı diye yalan haber çıkmasına sebep olurlar.” dedi. Omuzuna basarak duvarı aşıp koşarak fakülte dekanlığına gittiğimde iki devrimci militanın dekanla görüşmek için beklediğini gördüm. Hızla dekan hocanın odasına dalıp olayı kısaca anlatıp yine koşarak Esnaf Hastanesi tarafından Süleymaniye Camii’ne doğru kaçıp kurtuldum. Yıllar sonra öğrendim ki; beni devrimcilerin arasından alıp kurtaran şahıs emniyet teşkilatının devrimcilerin arasına soktuğu bir istihbarat elemanıymış.
Bu hadise ile ilgili geniş haberler yapan 22 Aralık 1970 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ve Son Havadis Gazetesi’ni hala saklıyorum. Cumhuriyet, haberinde “Silahları bırak kampanyasında silahlar patladı. Ülkücüler olay çıkardı.” diye manşet atmıştı. Son Havadis gazetesi de devrimci militanların olay çıkardığını yazıyordu.”
Ankara’dan Avukat Mehmet Sakarya anlatıyor: “Edip Sakarya Sivas’tan amcamın torunuydu. Deniz Gezmiş’in çok yakın ekindendi. Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan Sivas’a kaçtıklarında onları Şarkışla’nın Elmalı Köyü’ne saklanmak üzere göndermişti. Şarkışla’da yakalandılar. Sonradan öğreniyoruz ki; buradan Nurhak Dağları’na geçip, Sinan Cemgil ve ekibiyle buluşup silahlı eylemlerine orada devam edeceklermiş. Edip Sakarya daha sonra 12 Mart’ta tutuklandı. 1974 affıyla salıverildi. Cumhuriyet Gazetesinde çalışırken kalp krizi geçirerek vefat etti.
Abdullah Gül, Ülkücülerin Yurduna Sığınıyor
Mehmet Kocabaş ve Hayrettin Neşeli anlatıyor: “Edirnekapı Öğrenci Yurdu’nun ele geçirilmesinden kısa süre sonra Şehzadebaşı’ndaki Site Öğrenci Yurdu’ndaki aşırı solcular daha önce yurttan uzaklaştırdıkları ülkücü öğrencilerden sonra bu defa da MTTB mensubu öğrencileri fena halde hırpalayıp yurttan atarlar. İçlerinde o zaman İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğrencisi olan (daha sonra 11. Cumhurbaşkanı) Abdullah Gül de vardır.
MTTB’nin o tarihteki Yüksek İcra Konseyi Başkanı Osmaniyeli Hüseyin Coşkun, İstanbul Ülkü Ocakları Birliği Başkan Yardımcısı Kahramanmaraşlı Mehmet Kocabaş’ı arayarak Abdullah Gül ve bir grup arkadaşının bir süreliğine Edirne Kapı Yurdu’nda barındırmaları ricasında bulunur. Yurt başkanı Hayrettin Neşeli gider Abdullah Gül ve arkadaşlarını yurda getirip yerleştirir.
Ben Maraş Lisesi’nden mezuniyetimin ikinci yılında -1971’in Ocak ayı başında-üniversite hazırlık kurslarına katılmak üzere İstanbul’a geldim, önce Fatih Camii’nin arkasındaki Nevşehir Yüksek Öğrenim Öğrenci Yurdu’nda bir süre kaldım. 1971 Şubat ayı ortalarında Edirnekapı Yurdu’na yerleştim.
Edirnekapı Yurdu’nda kaldığımız sürece herhangi bir işgal ve saldırı tehdidine karşı geceleri sırayla nöbet tutuyorduk. Bir keresinde Topkapı tarafından, evlerin arasından bir grubun yurdun bahçesine el bombası attığını ve otomatik silahlarla yurdun tarandığını hatırlıyorum. Daha sonra polis sürekli yurdun güvenliğini sağlamaya çalıştı.
Merhum Nihat Çetinkaya ağabeyi ve yukarıda isimlerini zikrettiğim, zikredemediğim birçok arkadaşı o yurtta tanıdım. Maraşlı, Afşinli, Elbistanlı 40-50 arkadaş vardık. 840 kişilik öğrenci yurdunda hemen herkesle bir ülküdaşlık hukuku oluşmuştu.
Ben Kahramanmaraş Lisesi’ndeyken Türk Ocağı Kahramanmaraş şubesine devam ederdim. Zaten hatırladığım kadarıyla da 1968’de Maraş’ta Ülkü Ocağı yoktu. Merhum Türkeş Bey’in Kahramanmaraş’a ziyareti esnasında -1968 Nisan- onu karşılayan kişiler arasındaydım. Ülkü Ocakları mensuplarıyla en yakın ve geniş temasım Nevşehir Öğrenci Yurdu ve Edirnekapı Öğrenci Yurdu’nda oldu. Çok güzel hatıralar, coşkulu anlar yaşadık, lokmalarımızı paylaştık, Edirne’den Kars’a Anadolu’nun dört bir yanından gelen gençlerle tanıştık kaynaştık.
1971’in Eylül ayında Bursa Eğitim Enstitüsü Matematik bölümüne kayıt yaptırdım. Ülkü Ocaklı yıllarım orada devam etti ama İstanbul’la özellikle Edirnekapı Yurdu ve bu yurtta kalan arkadaşlarımızla irtibatı hiç kesmedim. Hayatta olan birçoğuyla değişik vesilelerle halen görüşüyoruz. Birçoğunun saçlarına kar yağmıştır, karşılaştığımızda o gençlik yıllarımızın, o delişmen çağlarımızın tatlı heyecanlarını tekrar yaşarız. O yılların ülkücüleri ileriki yıllarda siyasette, iş hayatında, devletin yüksek makamlarında idarecilikle, üniversitelerde hoca olarak milletimize büyük hizmetler yaptılar.
O dönemin ülkücüleri büyük çileler çektiler, büyük bedeller ödediler. Yazımızın ileriki bölümlerinde -örnek teşkil etmesi bakımından- bu arkadaşlarımızdan bazılarının kısa hayat hikayelerinden bahsetmeye çalışacağım.
(Devam edeceğiz: Edirnekapı Öğrenci Yurdu sadece bir yurt muydu, bir milli mefkûre mektebi miydi?)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.