Efendi BARUTÇU
Büyük mücadele adamı, Türk-İslam Ülkücüsü Ali Karcı’ya veda ederken - 4
Aşağıda özet olarak anlatacağımız hadise Ali Karcı’nın bu karakterinin icabı olarak yaşadığı olaylardan birinin çok çarpıcı bir örneğidir.
28 Eylül 1999’da Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin yeni öğrenim yılı açılış töreninde Diş Hekimliği Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Tuğgeneral Yalçın Işımer merhum Mehmet Akif Ersoy’a yönelik ağır sözler sarf eder. Müslüman-Türk milletinin değerlerine hakaret ihtiva eden, Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un tarihi şahsiyetini rencide eden ve Türk halkı arasında büyük bir tepkiye sebep olan bu konuşma karşısında herkes suskundur.
28 Şubat postmodern darbenin ayak sesleri halâ devam etmektedir ve korku dağları sarmıştır. DSP-MHP-ANAP koalisyonu iktidardadır. Başbakan Bülent Ecevit’tir. Ne başbakandan ne MHP’nin Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli’den ne de ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’dan bir tepki gelmez. Refah Partisi’nin bir Genel Başkan Yardımcısı “Kendimi bu konuda yorum yapacak kadar hür hissetmiyorum.” diyecektir.
General Yalçın Işımer’in İstiklal Marşı şairini aşağılayan ve milletimizin kutsallarına dil uzatan bu ifadeleri karşısında birçok sözde milliyetçi-muhafazakâr-Müslüman yargıç sütre gerisine çekilmeyi tercih etmiştir. Hatta bazıları 28 Şubatçı generallerin karşısında “hazır olda” brifing dinlemiştir.
O tarihte Hatay Cumhuriyet Savcısı olan Ali Karcı bu mukaddesat düşmanlığı karşısında kayıtsız kalamamış, “İş bana düştü.” diyerek Tuğgeneral Yalçın Işımer hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulunmuştur. Aynı tarihlerde bir yürekli itiraz da rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’ndan gelmiştir. Dalgınlığıyla meşhur olan Ali Ağabey bu suç duyurusunu Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne yapacağına, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne yapmıştır. Tabii Ali Karcı’ya yine sürgün yolları gözükmüş. Bu defa Hatay’dan Erzincan Cumhuriyet Savcılığı’na gönderilmiştir.
“Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkûresinden başka her varlığı unutan,
Kahramanlar gibi sen ebedi kalmalısın...”
Değerli okuyucular, bir mukayese yapmanız açısından yedi sene önce yaşanmış bir hadiseyi yazmak istiyorum. 7 Şubat 2013 tarihinde Mardin’in Midyat ilçesinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan: “Biz her türlü Milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız !” diyerek talihsiz bir beyanda bulunmuştu. Akabinde TBMM’deki Grup toplantısında da aynı sözleri daha da ağırlaştırarak tekrarlamıştı. Tabii böyle bir beyan Türk Milliyetçiliği kavramını bir etnisiteye mensubiyet olarak değil de Tarihî, Kültürel, Sosyolojik bir kavram olarak kabul eden bütün Milliyetçilerin kanına dokunmuştu.
Birkaç gün sonra Ankara Adliyesine yakın bir mekânda birkaç Hakim ve Savcı arkadaşla sohbet ediyorduk. Bu değerli yargı mensupları Başbakan’ın bu beyanından derin üzüntü duyduklarını, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın Milliyetçiliği tahkir eden bu beyanının sadece bölücüleri cesaretlendirmekten başka bir işe yaramayacağını ve Milli birliğimizin temeline atılmış bir bomba niteliği taşıdığını söylemişlerdi.
Bunun üzerine ben de “Bakın arkadaşlar. Ben bir Türk evladı olarak bu talihsiz beyan karşısında kayıtsız kalmamak düşüncesindeyim. Her türlü sonucuna katlanmaya da hazırım ve razıyım. Başbakanın bu beyanı üzerine suç duyurusunda bulunacağım. İçinizde dava açacak bir babayiğit var mıdır?” diye sorduğumda şimdi Yargıtay üyesi olan “Velî yüzlü” bir arkadaşımız cevaben: “Ama ağabey herkesin çoluğu çocuğu var.” demişti.
İşte Ali Karcı farkı buradadır. Eğer o tarihte Ali Karcı emekli olmayıp da Türkiye’nin herhangi bir yerinde Cumhuriyet Savcısı olarak çalışıyor olsaydı Türk Milliyetçilerini rencide eden bu sözler karşısında “Kör olası hanede evlad-ı iyal var” demez hiç tereddüt etmeden Başbakan hakkında suç duyurusunda bulunurdu.
Son yıllarda her ne kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan merhum Nevzat Kösoğlu’nun: “Türkiye’yi yönetenlerin Milliyetçi olmaktan başka şansı yoktur!” sözünü doğrularcasına sık sık Türklükten, Türklüğüyle övünmekten, Türk Milliyetçiliğinden bahsetse de o talihsiz beyanların gönül dünyamızda açtığı yara Milletin huzuruna çıkıp “Ben hata etmişim. Türk milletinden ve Türk Milliyetçilerinden özür diliyorum.” demedikçe kapanmayacaktır!
Ve şundan kimse şüphe etmesin ki, İktidarlar, Başbakanlar, Cumhurbaşkanları her fani gibi gelip geçecek ama Türk Milleti ilelebet payidar kalacaktır!
Ali Karcı, 26 yıllık Cumhuriyet Savcılığı döneminde hep gadre uğradı, tehditlere, saldırılara, sürgünlere maruz kaldı. Sonunda çocukları Aslıhan ve Oğuzhan Ankara’da üniversiteyi kazandığı için Ankara yakınlarına bir ilçeye tayin için bile Hakimler ve Savcılar Kurulu’na gitmeye tenezzül etmedi. Eşi İlhan Hanım ondan habersiz HSK’ya gidip 7 üyeyle görüşüp Çubuk’a tayini için söz almasına rağmen, tayinini yapmazlar. Refah Yol hükümetinde birçok bakan ve özellikle Adalet Bakanı Şevket Kazan’ı yakinen tanıdığı gibi daha sonraki kurulan DSP-MHP-ANAP hükümetinde de tanıdığı çok sayıda bakan vardır. Buna rağmen mağduriyetinin giderilmesi ve 1. Sınıf savcılığa getirilmesi için hiçbir teşebbüste bulunmamıştır.
2000 yılında Erzincan Cumhuriyet Savcılığı’ndan emekli olur. “Ben meslek hayatım boyunca haksızlıklarla ve Türk milletinin inançlarına musallat olan zalimlerle mücadele ettiğim için hep sürgün hayatı yaşadım. Benim dönem arkadaşlarım 1. sınıf savcılıktan emekli oldular, ben terfi ettirilmedim ve 2. sınıf savcılıktan emekli oldum. Emekli ikramiyesindeki büyük kaybımın yanı sıra emekli maaşım da 1. sınıftan emekli olanın maaşının yarısı kadardır. Buna rağmen Allah devlete-millete zeval vermesin, eşimin de emekli maaşı var, geçinip gidiyoruz. Bu maddi kayıpları hiç önemsemiyorum ama yarın mahşer gününde Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bana fikir ve inançlarımdan dolayı haksızlıklar yapan, zulmeden, beni sürgünlere gönderenlerden davacı olacağım.” diyordu.
Eşi İlhan Hanım ve evlatlarından dinlediğim iki yaşanmış hadiseyi nakletmek istiyorum. Ali Karcı, araba kullanamaz, şehir içinde ve şehirlerarası seyahatlerde arabayı eşi İlhan Hanım kullanır. Yolda zaman zaman hızlı gittikleri için radara yakalanırlar. Trafik polisleri aracı durdurup ceza yazmak ister. Yolcu koltuğundaki Ali Karcı, büyük bir mahcubiyetle başını eğer, eşinin “Ali neden savcı kimliğini göstermiyorsun?” ısrarına rağmen, “Ne münasebet! Kurallara riayet etseydiniz. Üç kuruşluk ceza için savcılık unvanımı lekeleyemem, öne süremem.” der.
1980 yılında Hakkâri sürgününde doğan oğlu Dr. Oğuzhan Karcı anlatıyor: “Hatay’da liseden mezun olduğum gün arkadaşlarımla eğleniyorduk. Gençlik heyecanı ve tecrübesizlik… Biraz taşkınlık yapmışız. Polis memurları geldi. Bizi karakola götürmek istediler. ‘Ben Cumhuriyet Savcısı Ali Karcı’nın oğluyum.’ deyince bizi bıraktılar. Akşam eve gittiğimizde arkadaşlarımdan birisi babama olayı anlatıp ‘Ali Amca sayende polislerin elinden kurtulduk.’ dedi. Babamın gözlerinde bir anda öfke bulutlarının dolaştığını hissettim. Arkadaşlarımın yanında hiçbir şey söylemedi. Sadece ‘Öyle mi?’ diye geçiştirdi. Arkadaşlarım gittikten sonra beni yanına çağırarak hiddetle ‘Sen nasıl benim savcılık unvanımı polisin elinden kurtulmak için kullanırsın?’ diye hayatımın ilk ve son tokadını bana o gün attı.”
Nurettin Topçu’nun “Millet Mistikleri” kitabında 1954’te talihsiz bir uçak kazasında kaybettiğimiz büyük Türk milliyetçisi Prof. Remzi Oğuz Arık’ın eşine imzaladığı bir fotoğrafı vardır. Fotoğrafta “Bütün bir ömrü bir cephedeymiş gibi yaşayacağız büyük eşim.” yazmaktadır. Bu ifade Remzi Oğuz Arık’ın eşine adeta bir evlilik şartıdır.
Ali Karcı’nın muhterem eşi Ahlat’ın imanlı ve yiğit evladı İlhan Karcı Hanımefendi de Ali Karcı’yla beraber bütün bir ömrü “bir cephedeymiş” gibi yaşayanlardandır. Milli tarih şuuruna ve Türklük duygusuna çok derin bağlarla bağlı olan Ali Karcı oğluna Oğuzhan ismini vermiştir. Kızının adı ise Aslıhan’dır. Her ikisi de hekimdir. Evlerine taziye ziyareti için gittiğimde, “Hukukçuluğu, baba mesleğini seçmeyi hiç düşünmediniz mi?” diye sorduğumda aldığım cevap çok çarpıcıydı. “Hukukçuluk deyince aklımıza babamızın sürgünleri gelirdi. Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımız, oradan oraya, babamızın sürgünlerinin acı hatıralarıyla geçti. O sebepten hukuk mesleğini hiç düşünmedik.” dediler.
İlk gençlik yıllarından itibaren seksen üç yıllık ömrünü Oğuz Kağan’dan Gazi Mustafa Kemal’e kadar bütün Türk büyükleri gibi “Türk milletinin adı-sanı yok olmasın” diye gecesini gündüzüne katarak çalışmıştır.
Ali Karcı, şuurlu bir Türk milliyetçisi ve samimi bir Müslüman olarak yaşamış, Türk milletinin ve yüce dinimiz İslam’ın cesur ve fedakâr bir müdafi olmuştur. Bu yolda her türlü tehdit ve tehlikelere karşı cesaretle göğüs germiş, Türk-İslâm ülküsü mücadelesini büyük bir sabır ve inançla sürdürmüştür.
“Kırılır da bir gün tüm dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim
…
Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda şarkımız bizim...”
Günümüzde Milliyetçiliğin ve Müslümanlığın simsarlığını yapan bazı bedbahtların riyakârlıklarının aksine, bu iki kutsalımızı hayatının gayesi kabul etmiş ve sadece savunmakla kalmayıp fikrinin ahlâkını bizatihi yaşayan bahtiyarlardan birisi olarak ömrünü tamamlamıştır.
O evlatlarına servetler, yatlar, katlar bırakamamıştır ama çok güzel ahlâkla yaşanmış bir hayatın hatıralarını miras olarak bırakmıştır. Onu toprağa verirken: ” Bir Mehmet Akif ahlâkıyla yaşamıştır.” demiştik. İnşallah soyunu devam ettirecek olan evlatları ve torunları da onun aziz hatıralarına lâyık bir hayat sürerek ruhunu şad ederler. Türk Gençliği de “Dürüst bir hayat nasıl yaşanır?” Sorusuna Ali Karcı ve ondan sonra gelen ülkücü nesillerin hayatlarını kendilerine rehber edinerek cevap bulurlar.
Ali Karcı ömrünün son 20 yılını Türklüğün büyük geleceğiyle ilgili ruhunda fırtınalar da kopsa sessiz ve sakin adeta bir inziva hayatı içinde yaşadı ve: İman şairi Mehmet Akif’in
“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da, er geç silecektir.
Rahmetle anılmak… Ebediyet budur, amma,
Sessiz yaşadım, kim, beni nerden bilecektir?”
mısralarında belirttiği gibi sessizce aramızdan ayrıldı.
İnanıyoruz ki, aziz ruhu şu anda Tanrı Dağları’nın zirvelerinde Oğuz Kağan’dan günümüze bütün atalarımızın ruhlarıyla buluşmuştur-mizaçları kendi mizacına çok benzeyen- Kürşad Atamız, Hüseyin Nihal Atsız Bey ve Türkeş Bey onu karşılamış: “Hoş geldin Oğlum Ali, Kutlu Olsun!” demişlerdir.
Ve yine inanıyoruz ki, Ali Karcı ağabeyimiz mahşer gününde Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’nın Liva’ül Hamd sancağı altında bütün inananlarla beraber buluşacaktır. Biz de “Kutlu Olsun Ali Karcı Ağabey! Kutlu Olsun!” diyoruz.
Ruhu şad, mekânı cennet, makam-ı âli olsun.
Türk-İslam ülküsü yolundaki mücadelesi mücadelemize ışık tutsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.