Efendi BARUTÇU
1071’den 1922’ye yahut Malazgirt’ten Kocatepe’ye
Bilindiği üzere 26 Ağustos 2020, Sultan Alparslan Gazi ve ordusunun Malazgirt’te Doğu Roma İmparatorluğu’nun ordularını mağlup edip bu toprakları bize ebedî vatan yapmalarının 949’uncu yıl dönümüdür.
Bu zaferden üç yıl önce Sultan Alparslan Gazi Ani Kalesi’ni ele geçirerek Kars’ı fethetmiş ve Anadolu’nun fethi böyle başlamıştı.
Tabii ki bu büyük zaferden önce de Türk akıncıları muhtelif kollardan, muhtelif zamanlarda Anadolu içlerine kadar girip çıkmışlardı.
Malazgirt Savaşı sadece iki ordunun karşılaşmasının çok ötesinde hak ile batılın, inanç ile küfrün, hak ve adalet ile zulüm ve kokuşmuşluğun kısaca yeni bir diriliş hamlesine geçen Türk-İslam medeniyeti ile çöküşün eşiğindeki Doğu Roma medeniyetinin karşılaşmasıydı. Bu meydan okumada Türk-İslam medeniyeti galip geldi. Ve Anadolu ebedi Türk vatanı olmaya başladı.
Fethin şehitlerinin ardından maneviyatın muharipleri, gönül erleri, ruh mimarları Anadolu’ya dağıldılar. Bu gidiş gelişler, bu yüce ruh hâleti, bu deruni hissiyat asırlar boyu devam etti. Anadolu toprakları kutlu bir maya ile mayalandı. Coğrafya vatana dönüştü.
Bu maya ile mayalanmış bütün kültür ve medeniyet hazinelerimizin emanetçisi gençliğimizdir; bu hazineyi onlar tevarüs edecektir.
Sahip olduğumuz bu hazinenin; yeni ve genç nesillere anlatılması, aktarılması ancak büyük kumandan Sultan Alparslan’ın ve onun muzaffer neferinin parlak ve ihtişamlı çehrelerine aşina olmakla mümkündür. Ancak bu çehrelere aşina olan bir gençlik, ecdat mirasına sahip çıkabilecektir.
Aksi hâlde, kültür coğrafyamızdan neşet eden ve bütün cihana bir numune-i imtisal olan tarihimizin bu ihtişamı, zarafet, nezafet, nezahet ve nezaketi; modern asrın debdebesi, zemzemesi, şaşaası ve şatafatı içinde kaybolacak ve ruh hâletimize muvafık olmayan mutantan fikir cereyanları arasında genç beyinleri ifsat edecektir.
Özellikle günümüzde, küresel güçlerin ve yerli işbirlikçilerin, bölücü terör örgütü ve onun siyasi temsilcilerinin; küstahlık ve hayâsızlıkla ebedî Türk vatanını bölme, parçalama niyetlerinin ayyuka çıktığı bir zamanda, milletimize yeni bir “Şanlı Malazgirt Destanı” heyecanı kazandırmak, bölücü hainlere ve bütün cihana bu toprakların ebedî Türk vatanı olduğunu, bu topraklardaki bin yıllık kardeşliğimizi hiçbir gücün bozamayacağını bir kere daha hatırlatmak olur.
Malazgirt ruhunun nihayete kadar gönüllere nüfuz edebilmesi; bu topraklar üzerinde bütün bir insanlığın hasret ve ümitle beklediği bir sevgi, iman ve aşk medeniyetinin inşası fikrinin ve bu ruhun; varımız, yoğumuz, istikbalimiz, velhasıl her şeyimizin zamane gençliğinin de fikir dünyasına sirayet edebilmesi çok önemlidir.
Yine bilinmektedir ki: 26 Ağustos 1922’de başlayıp 30 ağustos 1922’de Türk Ordusunun kesin zaferiyle sonuçlanan Büyük Zaferde Yahya Kemal Beyatlı’nın:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın.
Mısralarında belirttiği sadece Türkiye Türklüğünün değil Bütün Türk Dünyasının Ve İslâm aleminin sarkacının yükselişe geçtiği ve tarihin akışını değiştiren bir hadisedir. Tıpkı Ağustos ayında gerçekleşen ve Batılı Hristiyan güçlere karşı kazandığımız Belgrat'ın Fethi (29Ağustos1521), Mohaç Zaferi (29Ağustos1526):
“Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!
Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;
Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.”
Kıbrıs'ın Fethi (1 Ağustos 1571), Necip Fazıl Kısakürek'in muhteşem tasviriyle "Sırtına Sakarya’nın Türk Tarihi vurulur" diye haykırdığı Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos 1921) bu ay içinde gerçekleşmiş Türk tarihinin şeref levhalardır.
Merhum Fikir adamı Nevzat Kösoğlu’nun dediği gibi "Türkiye’yi yönetenlerin Türk Milliyetçisi olmaktan başka şansı yoktur. Dolayısıyla bu ülkeyi yönetenler bir nebze "Millî Tarih Şuuruna" binlerce yıllık Türk tarihini zaferleriyle, yenilgileriyle bir kabul eden bir anlayışa sahipseler -bir bulaşıcı hastalık gerekçesinin arkasına sığınarak -Bazı zafer günlerini kutlayıp 30 Ağustos Büyük Zaferi’ni kutlamamazlık edemezler.
İnsana sormazlar mı: "15 Temmuz’u coşkulu törenlerle, Malazgirt’i kutlarken Türkiye’yi bir kaç günlüğüne terk etmesi için korona virüsle anlaşma mı yaptınız?"
Türk milleti olarak ümit ediyoruz ve bekliyoruz ki;
30 Ağustos zaferinin kutlamalarında da yapılacak törenlerde tıpkı Sarıkamış şehitlerinin anılmasında, Çanakkale zaferinin anılmasında olduğu gibi, Sayın Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve hükümet yetkilileri ile bütün siyasi parti genel başkanları ve sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde, Malazgirt’teki fotoğrafın aynısı verilerek gerçekleşmiş olur.
Böylece hem Malazgirt şehitlerinin hem de o günden bugüne toprağa düşmüş bütün aziz şehitlerimizin mübarek, yüce ve aydınlık ruhlarına yakışacak bir manevi iklim oluşturulur.
Hem de bütün tarihi hakikatleri tahrif ederek “Türkler Anadolu’ya gelmeden biz buradaydık” yalanlarına sığınan ve maalesef çözüm süreci adı altında devlet eliyle ve devletin imkânlarıyla yapay bir dil, yapay bir millet oluşturmaya çalışan bedbahtlara da en güzel cevap verilmiş olur.
Bu konuda Aziz Türk gençliğinin ve yüce Türk milletinin öncülük ve sözcülük etmesi başlıca temennimizdir.
Aksi bir durum ise Oğuz Kağan’dan Gazi Mustafa Kemal'e kadar 'Türk Milletinin adı sanı yok olmasın' diye gecesini gündüzüne katarak çalışan bütün devlet adamlarımızın, milyonlarca şehidimizin ruhlarını incitecek ve "Toprağın altındakilerle birlikte yaşayan Türk Milleti" azap duyacaktır. Böyle bir karar en hafif tabiriyle büyük bir sorumsuzluk olmasının ötesinde uzun zamandır huzura hasret kaldığımız ülkemizde yeni sosyal kırılmalara, gereksiz tartışmalara ve yeni nifak kapılarının açılmasına yol açacaktır. Özellikle de lafa gelince milliyetçiliği kimseye kaptırmayan siyasetçilerimizin bu konudaki teslimiyetçi suskunluğu ayrı bir yürek yarasıdır.
Sadede gelirsek:
Bu işler Türk Milletinin birliğinden birinci derecede sorumlu siyaset ve devlet adamlarının daha sağduyulu davranmasını gerektiren ciddi işlerdir. Yoksa bir tv kanalındaki habercinin -artık kabak tadı veren- ver bir mehter(!) üslûbuyla sosyal medyada Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’ndan -kötü bir ezberle- şiirler paylaşarak hallolacak işler değildir. Biraz ciddiyet, biraz samimiyet lütfen.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.