Nevzat ARSLAN
Bugün Babanıza Sarılın ve Ona Gülümseyin!
Yaklaşık kırk yıl önce…
1970’li yılların ortasında, güz mevsiminin serin Eylül ayı sabahında babam erkenden uyandırdı. İzmir’e devlet parasız yatılı sınavlarında kazandığım okula adım attık. Babam harçlık bıraktı, gülümseyerek,
-Gurbette anan da, baban da bu harçlık artık evlat unutma!
Diyerek vedalaştı.
Bana ayda en az bir gün sinemaya gitmemi öğütledi. Üstelik kahveye oturduğumda gazete okumamı da söylerdi. Çoğumuzun babası kahveye gitme falan der ama bizim rahmetli git ve gazete oku diyordu. Kim bilir belki kendi okuyamadığı için olsa gerek. Bizlere en büyük iyiliği yolu, suyu, elektriği olmayan o dağ köyündeki toprak damlı evimize, haftada iki gün gazete girmesiydi. Babam okul yüzü görmemiş, 21 yaşında ölen büyük amcamızın meşe ağaçları gölgesinde kumda parmakla yazarak okuma-yazma öğrettiğini anlatır ve gülerdi.
“Bizler meşe tahsili yaptık.”
Okulda biz yatılılar, çalışkan öğrencilerdik. Yarım gün tatilde okulu ekerek izinliyiz deyip evlere geldik. Bizlere uyarma cezası vermişler. Babam yine okula beni ziyarete geldi. Nöbetçi hocamızdan izin alarak yemeğe çıktık. Kahveye oturduk. Veda vakti geldiğinde usulca cebime sarı bir zarf bıraktı, beni öptü ve otobüse bindi. El salladım, cebimdeki zarfı açtığımda uyarma cezası verildiğini öğrendim, hem üzüldüm, hem de utandım.
Sıcak günlere rast gelen Ramazan ayında okulda son sınıfa başlayacağım. 40 yaşında olan babam hastalandı, başı ağrıyor, yürüyemez hale gelmişti. Dengesi de bozulmuş ayakta duramıyordu. Beni yatılı okuluma gönderdiler. Birkaç hafta sonra Ramazan Bayramı için geldiğimde babam iyice kötüleşti. Bayramda hep birlikte babamın başında bekleştik. Sonrasında Ege Üniversitesinde beyin tümöründen ameliyat oldu. İyileşir gibiydi artık…
Birkaç ay sonraki Kurban Bayramı tatiline geldiğimde, yarı genç, yarı çocuksu çağımda babamın acı içinde inlemelerini, çırpınışlarını o bayram gününde çaresizce ağlayarak izledik. Ben yine okula döndüm.
Biz yatılılar, her pazar sabahı futbol maçları yapardık. Karşı köşedeki bakkal tel örgü arasından gazoz şişelerini uzatır, şakalaşarak gazozlar içilirdi. O yıllarda haberleşme çok zor, telefonla konuşmak bir sorun. Yeni yıla birkaç gün kalmıştı,. Pazar sabahı müstahdem Fikri ağabey, elime bir kâğıt uzattı. Yıldırım Telgrafta amcam, babamın beni görmek istediğini acilen gelmemi istiyordu. Nöbetçi öğretmene telgrafı bıraktım, yola çıktım. Herkes öyle midir bilmem ama ben o çağda, benim babam asla ölmez diye düşünüp aksini aklıma bile getirmek istemiyordum.
Soğuk bir Aralık ayı sonunda, büyük bir kalabalık, durmaksızın yağan yağmur altında şemsiyesiz, arabasız, yaya yürüyerek babamı vasiyeti gereği bir tepedeki çoban çeşmesi önünde, cenaze namazını kılıp karşı tepedeki Yörük Mezarlığına 21 yaşında ölen amcamın yanında toprağa verdik.
Bakmayın siz, bayramların ve yeni yılların da bize geldiğine…
Bu önemli günler benim yüreğimi acıtır, içimi sızlatır ve ben babamı özlerim. Amcamızı yarı baba bildik. Sağ olsun! Her derdimizle ilgilendi. Yaşamımızın kırıklıklarını birlikte tamir ettik.
Babam sağlığında “Oğlumun memur olup da şöyle yanında birkaç dakika kalabilsem, dünyalar benim olacak!” dediğini bir arkadaşından öğrendim.
Babamın dediği oldu ama babam olmadı.
Gideli tam 40 sene oldu…
Siz siz olun!
Vakit geçirmeden sadece babalar gününde değil, bu bahane ile babanıza sarılın, gülümseyin, yüzünü okşayın ve koluna girin, konuşun, yürüyün, bir ağaç altında birlikte sohbet ederek çay için. Bunu yapmazsanız yarın çok geç olabilir…
Babalar Günü Kutlu Olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.