Bir tayin hikayesi

Bolu’da lojmanda akşam saat on ikide bilgisayarımda gezerken İçişleri Bakanlığının tayin haberlerini içeren listeyi gördüm. Hemen resmi gazeteye baktım. Şaşırdım. Listede benim de ismim vardı. Mersin Vali Yardımcılığına tayinim çıkmıştı. Hay Allah dedim kendi kendime. Hanıma seslendim Hanım nereye gidiyoruz bil bakalım. Müzeyyen bir şeyler olduğunu hemen sezinledi. “Nereye gidiyoruz?” dedi. Mersin’e dedim. O da etkilendi. Bolu’da beş sene hayatımız geçmişti. Alışmıştık da.“Mersin’de Şükrü Beyler yok muydu?” dedi. Şükrü bey üç ay önce vefat etmiş. Dur bakalım Güzel yer diyorlar dedim. Ertesi gün Vali beyle görüştüm. Bolu’da kalmamın mümkün olup olmadığını söyledim. Biraz isteksizdi. Hâlbuki ondan önce merkeze alınan Vali Ömer Bey milli eğitim konusunda Bolu'da yararlı işler yaptı. Bu konuda burada uzmanlaştı. Bolu’da emekliliğine kadar kalması faydalı olacaktır diye Bakanlığa yazı da yazmıştı. Yeni gelen Valinin tavrı hoşuma gitmedi. Konuşmadan sonra peki Sayın Vali Mersin’e gideceğim dedim.

O sırada büyük kızım Oya İzzet Baysal Üniversitesine bağlı Gerede uygulamalı bilimlerde yardımcı doçentliğe başlamıştı. Mahalli İdareler Müdürü Kemal'in ailesinin apartmanında boş olan daireye eşyalarımızı taşıdık. Mersin’e Valilik’e bağlı idari işler müdürüne telefon ettim. İki lojman vardı. Valilik iki ayrı binada hizmet veriyordu. Valinin çoğunlukla bulunduğu Valilik binası şehir içindeydi. Lojmanlar iki yerdeydi. Bize Yenişehir. Piri Reis Mahallesindeki lojmanı ayıracaklardı. Diğer bina Yenişehir ilçesindeydi. Bir tanesi Yukarıdaki valiliğe yakındı. Müdür önce buranın bana tahsis edildiğini söyledi. Ertesi gün beni yeniden arayarak lojmanın bayan Vali yardımcısına verildiğini. Bize de Yenişehir 'deki lojmanın tahsis edildiğini söyledi. Biraz kızdım ama belli etmedim. Bilgisayarda araştırma yaptım Yenişehir ilçesindeki lojman daha iyi gibiydi. Mersinspor stadyumuna bir sokak uzaklıktaydı. Şehir merkezindeydi.

Ertesi gün harcırahımı hazırlattım. Dört bin beş yüz liraydı. Bu parayla Mersin’de spot dükkânlardan ufak tefek ev eşyalarını alabilirdik. İki koliye yorgan, yastık, battaniye koyduk. Diğer koliye tabak çanaklardan en lazım olanları koyduk. Kargoya verdik. İdari işler müdürlüğüne de telefon edip eşyaları alıp muhafaza etmelerini söyledim. Ayrıca lojmanda temizlik yaptırılmasını gelince parasını vereceğimi söyledim. Lojmanda kalorifer olmadığını, klima olduğunu öğrendim. Bu arada Mersin'deki misafirhaneleri inceledim. Yukarıdaki Valiliğe yakın DSİ Müdürlüğünün misafirhanesi vardı. Oradan yer ayırttım.

Giyecek eşyalarımızı da iki bavula koyduk. Mersin’e giden otobüse bindik. Sabahleyin saat sekizde Mersin terminaline indik. Genç esmer şişmanca bir adam yanımıza yaklaştı. “Sayın Valim hoş geldiniz, ben şoförünüzüm” dedi. Mersin merkezine doğru hareket ettik. Adın neydi dedim. “Metin efendim” dedi. Kadrolu değilmiş, taşerona bağlı çalışıyormuş.

DSİ misafirhanesine geldik. Oda temizleninceye kadar saat on bire doğru ilk girişte bekledik. Metin “ben elektrik ve suyu bağlatayım” dedi. Nüfus cüzdanı fotokopisini aldı gitti. Odanın temizliği bitince odamıza yerleştik. Yanımızda börek getirmiştik. Öğlen onları yedik. Kahvaltı sabah saat ona kadardı. Öğlen yemeği saat ikiye kadardı. Akşam yemeğini de hemen yanında bulunan polis evinde yiyecektik.

DSİ misafirhanesinde yemekhaneye girince şaşırdım. Duvarlarda büyük resimler vardı. İmzası tanıdık geldi. Aşçıbaşına bu resimleri yapan burada mı dedim. “Buradaydı. Bu resimleri hep o yaptı” dedi. Şimdi nerede dedim. “Bir sene önce kafayı üşüttü. Buradan ayrılmak zorunda kaldı” dedi. “Siz nereden tanıyorsunuz?” dedi. Ben Uludere kaymakamı iken benim yanımda Ziraat Mühendisiydi dedim.

İşe başlamama bir haftalık süre vardı. Bu sırada Mersin'i tanımak için gezmek istedik. Öğleden sonra araç geldi. Misafirhaneden çıkınca korkunç ve alışık olmadığımız bir sıcaklık bizi karşıladı. Güneş çok yakıcıydı. Metin, “Efendim Mersin'in sıcağı yamandır” dedi. Ben daha önce Adana Yumurtalık kaymakamlığı yapmıştım.. Ama orada rüzgâr vardı Sıcaklık o kadar hissedilmiyordu. Mersin hem sıcak hem de nemliydi.

Öğleden sonra misafir haneye geri döndük. Akşam polis evinde yemeğimizi yiyip sahile indik. Sahil boyunca parklar yürüme bantları ve çocuklar için masal kahramanı heykelleri yapılmıştı. Kalabalıktı. Ama dikkatimi çeken yabancıların çok olmasıydı. Suriyeli ve Iraklı aileler sahilde piknik yapıyorlardı. Erkekler önlerine nargileleri koymuşlardı. Nargile içiyorlardı. Görünüşlerine göre bu bölgeye gelen sığınmacıların ekonomik durumları iyiydi. Sahilin üzerindeki bulvardaki apartmanlar yirmi beş katlıydı. Doktorlar sitesiymiş.

Buralara bu yükseklikte imar izni vermek iyi olmamış: çünkü yukarı kesimlere denizden gelen rüzgar erişemiyordu.

O akşam sahildeki marinaya kadar yürüdük. Marinada birer salep içtik. Akşam onda misafirhaneye geri geldik. Uyumak mümkün değildi. Sıcaklık ve nem adamı bunaltıyordu.

Ertesi gün sabahleyin erkenden şoförümüz Metin geldi. Bizi Mersin'in merkezinde bulunan spotçu dükkânlarının olduğu çarşıya götürdü. Bir elektrikli ocak, bir buzdolabı, masa, açılır kapanır kanepe ve bir renkli televizyon aldık. Satıcılara çocuğumuz üniversitede okumaya geldi. Ona ev eşyası alıyoruz dedik. Eve getirdik. Lojmana girdik. Lojmanın olduğu apartman Yenişehir Piri Reis mahallesindeydi. Denize beş yüzmekte kadar uzaktı. Elli metre altımızdan da büyük ana yol geçiyordu. Yolun altında yelken kulübü vardı. Denize bitişikti. Karşısında Büyük Hilton otel vardı. Onun yanında etrafı duvarlarla çevrilmiş tenis kulübü vardı. Apartman sorumlusunun adı özelleştirmeden gelen Ahmet adında bir görevliydi. Apartmana girdik Ahmet alt katta bir daireyi gösterdi. “Beyim burası rahmetli Şükrü beyindi” dedi. Müzeyyen, “burası olmaz” dedi. Ahmet, “hanımefendi sizin lojman dördüncü katta” dedi. Lojmana girdik. Lojman temizletilmişti. Lojmanda iki tane daha açılır kapanır kanepe vardı. Mutfak fena değildi. Dolaplar yeni yapılmışa benziyordu. Lojmanın batı kısmında ilkokul ve ortaokul vardı. Lojmanların en alt katına da anaokulu yerleştirmişlerdi. Pencerelerinde bayraklarla süslemeler yapılmıştı.

Lojmanın okullara bakan penceresinin köşesinde eski mobilya bir klima vardı. Çalıştırmaya çalıştım. Kamyon gibi ses çıkardı. Demode olan bu klimayı kullanmamız mümkün değildi. Ahmet’e bu cihaz çok gürültü yapıyor dedim. Efemdim diğer dairelere yeni klimalar takıldı. En üs katta bir boş daire var. Oraya bir bakalım dedi. Yukarı daireye çıktık. Buradaki salonda büyük bir klima vardı. Hemen Valilikte yatırım izlemeden sorumlu olan Oğuz 'u aradım. Yukarıdaki daireden klimayı alıp bizim oturacağımız daireye taşıyacağımı söyledim.

Apartmanın karşısında klima monte ve tamiri yapan bir dükkân vardı. Dükkânda çalışan ustayı çağırdım. Üst kattaki klimayı bizim daireye monte yaptırdım. Kış gelmeden ısınma işini hallettik. Gündüzleri pek dışarıya çıkmadık. Akşam serinlik çökünce sahile inip marinaya kadar yürüyorduk. Marinada biraz dinlenip tekrar misafirhaneye dönüyorduk.

Mersin'e geleli beş gün olmuştu. Lojmana artık yerleşmiştik. Çarşı içinde gibiydik. Alt ve üstümüzde tantuniciler, pastaneler ve manavlar vardı. Ahmet, “yan sokakta şişmanın yeri denen bir mağaza var. Orada ne isterseniz bulabilirsiniz” dedi. Oraya gittik. Dükkânda gerçekten ne ararsanız vardı. Üstelik siz alacaklarınızı alıp tezgâhta ödemenizi yapıyordunuz. Kasada çok şişman ve ufak boylu bir adam vardı. Dükkân iki kısımdı bir basamakla çıkılan yerde de kasadaki adamın ikizi vardı. İki kardeş tıpa tıp birbirlerine benziyordu. Dükkânın dışında ki tezgâhta da meyve ve sebzeler vardı. Beğendiğinizi alıyorsunuz görevli tartıyor ve parasını alıyordu. Dükkân kalabalıktı. Ucuzdu da. Sokağın başında tantuni lokantaları vardı. Gerçekten tantuniyi güzel yapıyorlardı. Künefe dükkânları vardı. Mersin’in özelliğini hemen bu dükkânlardan anlıyorsunuz.

Lojmanın deniz kenarına yakın olması hoşumuza gitmişti. Hilton otelini yolundan deniz kenarına inip yürüyüşler yapmaya başladık. Sahilde oturanların, koşu yapanların yanında balık avlayan adamlar çoktu. Yanlarına yiyecek içeceklerini almışlar, gözleri oltalarının ucunda takılacak balıkları bekliyorlardı. Olacak en ufak kıpırtıda hemen oltayı alıp çekmeye başlıyorlardı.

Meyil müddeti sekiz gün sonra sona erince Valiliğe gittim. Vali genellikle şehir merkezdeki binada kalıyordu. Diğer bina Akkent Mahallesindeydi. Vali yardımcıları, özel kalem ve protokol dışındaki daireler Akkent Mahallesindeki Valilik binasındaydı. Buradaki binada bana verilen oda Valinin makamı odasının hemen yanındaydı. İdari işlere bakan Sevim, “efendim burası rahmetli Şükrü beyin odasıydı” dedi. Rahmetli olunca boş duruyordu. Üzülmüştüm. Şükrü benim eskiden beri dostumdu Kayseri’de de Vali yardımcımdı. Çalışma odama girince masamın karşısında bir saksı çiçek vardı. Üzerimdeki karta baktım, Haluk Tunçsu yazıyordu. “Mersin'e hoş geldiniz devrem” yazıyordu. Çok sevindim Devrem ben gelmeden hemen çiçek göndermişti. Pencereden Akdeniz tüm güzelliğiyle ufka doğru uzanıyordu. Deniz kenarında çok yüksek apartmanlar sıralanmıştı. Valiliğin altındaki yolun kenarında genelde iki katlı betonarme binalar vardı. Burada yaşayanlar biraz yoksul insanlardı. Akşam lojmana gidince bil bakalım bu gün ne oldu? Dedim. “Ne oldu ?” dedi. Apartmanda onun oturduğu lojmana girmedik ama Valilikte bana onun önceden oturduğu odayı bana verdiler dedim. Müzeyyende şaşırdı.

Valilikte işe başlayalı üç gün olmuştu. Aşağı binada Vali beyi ziyaret etmek için randevu aldım ve şehir merkezindeki Valilik binasına gittim. Vali iyi karşıladı. “Şimdi işler yoğunlaşmadan Mersin'i gez, dolaş ve tanı” dedi. Dediği gibi de üç hafta bana görev vermedi. Mersin'e giderek ısındık. Gezdik, dolaştık. Gezdikçe ve Mersin'i tanıdıkça sevmeye başladık. Hafta sonu merkezdeki form denen alış veriş merkezine gidiyor ve geziyorduk. Formun girişinde gençler iki üç yerde müzik yapıyorlardı. Bazı grupların etrafında oturan gençler bu müzisyenlere eşlik ediyorlardı.

Üst katlarda lokantalar vardı. Mersin'de lokantalarda ustaların eli boldu. Yemek bol veriliyordu. İstediğiniz yemek veya pidenin yanında bol yeşil salata da veriliyordu. Bazen Müzeyyen’e sadece gelen bu eşantiyonlarla karnınınız doyuyor demeye başlamıştım. Ücret de fazla değildi. İzmir 'de ve Bolu'da bu çeşit yemek yesek burada ödediğimizin en az iki katı ücret öderdik.

Hafta sonları şehir merkezine ve form tarafına gitmek için genelde dolmuşlara binmeye başlamıştık. Gençler hemen yer veriyorlardı. Diğer yerlerde alışkın olmadığımız bir saygı vardı. Hemen her yerde yardımcı oluyorlardı.

Stadyumun altında ana yolun geçtiği bir ana yol vardı. Yol büyük bir köprüden geçiyordu. Evin bitişiğinde bulunan okullardan çocuk sesleri geliyordu. Saat sabah altı buçuktan itibaren servis araçlarıyla gelen çocuklar çok gürültü yapıyorlardı. Seslerin kesilmesinden derslerin başladığı anlaşılıyordu. Ortaokulun bahçesinde beden eğitimi derslerinde de öğretmenlerin “rahat, hazır ol” sesleri geliyordu. Ara sıra yapılan spor karşılaşmalarında tezahürat yapan öğrenciler özgürce bağırıyorlardı.

Büyük kızımı Bolu’ya gönderdik. Stadyumun karşısında Adana hava alanına giden servis arabalarının kalktığı uçak şirketlerine ait yazıhaneler vardı. Belli saatlerde Havaş taşıma şirketinin servisi geliyor, yolcuları Adana hava alanına götürüyordu. Oya Ankara'ya gidiyor, oradan da otobüsle Bolu’ya geçiyordu. Ulaşım yönünden biraz rahatlamıştık. Biz de Adana hava alanına servisle gidiyor, oradan İzmir’e uçakla gidebiliyorduk.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.