Nevzat ARSLAN
Babam, oğlum ve torunum
Rahmetli babamı anası hayvan ağılında dünyaya getirmiş.
Babamın adı dede vasiyetiyle belirlenir. Kafa kâğıdı bir yıla yakın geçen zaman sonrasında çıkarılır, çocukluğu, gençliği keçi otlatma peşinde geçmiştir.
Ayakkabısı önceleri yoktur, kışın soğukta, keçilerin sıcak çişine basarak ayaklarını ısıttığını anlatır. Bir kat elbiseleri olduğundan söz ederdi. İkinci Dünya Savaşı günlerinde yaşadığı çocukluğunda, oyuncakları hiç olmamış, keçi b.kundan yalak oyunu, dokuztaş, çelik çomak, dikilitaş oyunları haricinde oyun oynamamış.
Babam okul yüzü görmemiştir ki köyde okul yoktur. Askerden tebdili havaya gelip de birkaç ay içinde 21 yaşında ölen Hasan amcam, meşe ağaçlarının gölgesinde köyün çocuklarına toprak üzerinde A, B, C… yazarak okuma yazma öğretmeye çalışır. Bizim köyün o dönem ki nesli, meşe ağaçlarının gölgesinde okuma yazma öğrendiklerinden dolayı “Meşe tahsili eylemiş gençler” olarak adlandırılır.
Biraz büyüyünce büyükler meclisinde yüzük oyunu oynama hakkına terfi eder.
18 yaşında ilk düğmeli İngiliz külot pantolonu ve dolma av tüfeği olur. Askerlik için Manisa ve Balıkesir gittiği, gideceği en uzun yol olmuştur. Anam-babam 24 metrekarelik çadırda doğup büyürler. Gelin-damat olarak 2 odalı köy evinde iki inekle yaşamlarına adım atarlar. Bir de Ahmet adlı cins bir aygır ile..
Tam 30 yaşında kim bilir kaçıncı el Atomix marka, eski bir kol saatine sahip olma şansını yakalamış, en kıymetli eşyası olmuştu bu kol saati ve İspanyol av tüfeği…
Egenin o yolu izi olmayan dağ köyünde evimize haftanın iki günü gazete girerdi. Babama hayranlığımın ilk nişanelerinden biridir. Devlet parasız yatılı okul sınavlarında dört yatılı okul kazanmam babamın en sevindiği haber oldu. İçi içine sığmadığını gördüm. İnsanları seven, duygu dolu bir adamdı babam. Belki de bu yüzden 40 yaşında bu dünyaya el salladı, gitti…
***
Benim çocukluğum da kolay değildi, ama babama göre şanslıydım. Ben iki odalı köy evimizin kapı girişinde doğmuşum. Adımı ninem koymuş. Büyüğüm birkaç aylıkken öldüğünden babam belki yaşamaz, ölür, diyerek garantiye alır, altı ay sonra nüfusa kaydettirir. Anam, üzümler ererken doğduğumu söylerdi.
Yolu, suyu, elektriği olmayan köyümüzün okulu diğer mahallede, tam 5 yıl, çıkınımızla, çantamızla, koşturarak gittik, yağan yağmurda ıslandık. Kışın kuduran derelerden geçemedik, kaya altlarında ailelerimizi bekledik. Ortaokulu kasabada dedemlerde okudum, gazeteye sevinir, kitaba hasrettik. Liseyi devlet yatılıda okudum.
Hababam sınıfı gibi öğrencilik yaşadım. Hacı dedem bana sünnetimde “Nacar” marka kol saati aldı. Her yaz tatilinde hayvan otlatma peşindeydim. Babamın oyunlarından oynadım ben de. Tek farklı olanları ise, telden arabalar, mantar tabancalar, plastik arabalar, topaçlar… Deri ayakkabımı kasabada ve okulda giyer, köyde kara lastik pabuçları ayağa geçirirdim. Elbiselerimizde yamalar olurdu.
Pantolonlarımızın iki dizi, kıçımızın iki yanı hep yamalı olurdu. Analarımız haftada bir gün yama günü ilan eder, bütün gün eski elbiseleri kendi aralarında eski bezlerden uyumlu yama yapmaya çalışsalar da “uysa da, uymasa da” deyip gülerlerdi.
Babamın genç yaşta vefatı nedeniyle kısa yoldan devlette iş bulmam gerekti. Toprak damlı evden, İzmir’de çeyrek asırdan fazla süren bir yaşamımız oldu.
Ülkemin, yaşamın ve insanımızın analogdan dijital yaşama ve milenyum çağına
geçişini yaşayan bir nesil olduk.
***
Oğlum bir 10 Kasım günü dünyaya geldi. Nüfus cüzdanında doğum tarihi günü gününe işlendi. Kumandalı arabaları, oyuncak tren setleri oldu. Onunla birlikte ben de oynadım, biz görmemiştik ki, o meret oyuncakları öyle bir güzel yapmışlar ki…
Bir gün halı sahada top oynayan oğlumu izlediğimde, küçüklüğünü düşledim,
Ardından zıpır zıpır koşan delikanlı halini görünce gözümden yaşlar aktı. Oğlum yarısını bile okumadığı onca kitaplar arasındaydı. Atari, bilgisayar, sosyal medyanın tavan yaptığı milenyum çağında delikanlılık yaşadı. Folklor ilgi alanı oldu. Türkiye’min birçok köşesini gezdik. Oğlum daha da üzerine Türkiye ile birlikte, Avrupa’nın tamamına yakınını gezdi.
Ünlü İzmir Atatürk Lisesinde okudu.
Genç bir mühendis olarak yaşama atıldı.
***
Tuğba gelin kızımız bize geçen yıl torunumuz Defne’yi verdi. Torunumuzun dünyaya
Adım attığı dakikaları ve ilk “ıngaaa” sesi bile kayıt altına alınır, evlerinin salonunda “oyun bahçesi” adındaki modern zamanların oyun hapishanesinde oyunlar oynamaya çalışıyor. Defne’nin bu hafta doğum günü, bir yaşına geldi artık. Babası ile birlikte doğum günleri aynı haftaya rastlamakta. Sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yaşamları olması tek dileğim. Film adı gibi olsa da böyle “Babam, ben, oğlum ve torunum” dörtlemesini okuduğunuz ve katlandığınız için sağ olun.
Sevgili oğlum, torunum birlikte nice nice yıllara…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.