
Mehmet EROĞLU
Ahlak anlayışı
Ülkem insanlarının bazılarının ahlak anlayışı bozuldu. Hırsızlık yapmayı, kul hakkı yemeyi, haksız kazanç sağlamayı, yalan söylemeyi çıkarı için fırıldak olmayı kabullenebilen bir toplum oluşturuldu.
Bu haksızlıkları bildiği halde; karşı çıkmayanlar çıkarcı olanlar ülkemin iyiliğini istemeyen fırıldak olanlardır.
Nasıl oldu da bu denli bozulduk. Fırıldaklar çıkarcılar etkin olmaya çalıştılar. Karşılarında bulunan etkili ve yetkili kişilerin ideolojiden yoksun olmasından bu çıkarcılardan farkı nedir. Hepsi de aynı kavağın kaşı değil mi?
Ne oldu da ahlak anlayışı bu şekilde değişti. İnsani değerlerimize dayanan kültür ve medeniyeti ile güven ve huzur veren, adaletli yönetimi ile mazlumların güvencesi olan, insanlık ailesinin şerefli üyesi ne oldu da pasifize olduk. Çünkü çıkarcılar ve fırıldaklar daha etkin oldu da ondan.
Sizlere çok önemli bildiğim yurt sever bir babanın hikâyesini yazmak istedim
SALONA ELİ BAĞLI ÜÇ KİŞİ GETİRİLDİ
Sanık sırasına oturtuldular.
Mahkeme başkanı Saruhan Mebusu Mustafa Necati, sanıklardan
En yaşlısı Olan, ihtiyar köylüye sordu.
-Baba Adın ne?
Dinleyicilerde bir ferahlama görüldü.
Demek bu ihtiyarın suçu ötekilerden daha hafifti.
Bu yüzden ilk yargılanıyordu.İhtiyar ayağa kalktı.
Adın ne?
-Hüsnü
-Baba adı?
-Ramazan
-Nerelisin?
-İnebolu’nun Çatal bucağından.
-Baba, sen askerden kaçan oğlunu evinde saklamış, bir asker kaçağına yataklık etmişsin!
-Tövbe de Reis Bey!
-Ben tövbe dedim, sen ne dersin?
İhtiyar köylü başkanın üstelemesinden sıkılmıştı.
Elini koynuna sokup yıpranmış, buruşuk iki tomar kâğıt çıkardı kürsüye doğru salladı:
-Reis Bey, Reis Bey!..
Şu kafa kağıtlarının içini okusan bana dediğinden utanırsın !..
-Neden?
-Bu kâğıtlar Balkan Harbi’nde ve Çanakkale’de şehit düşen oğullarımın nüfus kâğıtlarıdır.
İki aslanını millet için şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim savaşında bir kahbe gibi gizlemez Reis Bey!
Salonda çıt yoktu.
Mahkeme üyeleri birbirlerinin yüzüne baktılar.
Şaşkındılar. İhtiyar birden yamalı mintanını yırttı. Çıplak, ak kıllı göğsü dışarı fırladı.
-Hele gel Reis Bey, yakın gelde, Şu kalbura dönmüş Göğsüme bak!
Bu gördüğün yaraları Makedonya'da Bulgar çeteleri ile döğüşürken aldım.
Sekiz yıl askerliğim var benim. Kurşun yarasına yara demem.
Şehit Arslanlarımım yarasıdır bağrımı delen.
Benim oğlum askerden kaçsa bile ben saklamam.
Bunu böyle bil !
Mustafa Necati Bey sıkıntısını gizleyemeyerek sordu:
-Peki baba. Oğlunu en son ne zaman, nerede gördün?
-En son ilk kar düştüğünde gördüm.
Aha şurada, Kastamonu askerlik şubesinin önünde.
Ankara’ya selametlerken...
-Sonra hiç haber almadın mı?"
İhtiyar duraladı.
Bu soruyu beklemediği belliydi. Kuşkulu gözlerle dinleyicilerden yana baktı.
Orada birilerinden, birilerinin bir şeyler söylemesinden
Korkuyordu sanki.
Kararsızdı.
Bir süre sağına soluna baktı.
Sonra tükenmiş bir sesle başkana döndü:
-Diyecem diyecem, emme
O itin ipini de ben çekecem!
Başkan güngörmüş geçirmiş bir tavırla sordu:
-Anlat bakalım baba!
-Askerin bazısı kandırılmış, başıbozuk olmuş dediler.
Askerden kaçanları ortalıkta görmüyorduk,
Emme kulağımıza geliyordu.
Kaçaklar yakalanırım korkusuna evine ocağına gelmezmiş.
Kimi dağa çıkıp eşkıyalık edermiş. Kimi de bir kıyıya siner mektup yazıp evden
Para istermiş.
Bir ay önce bana da bir mektup geldi. Muhtar getirdi.
Hah dedim, oğlan askerden kaçtı para ister.
Benim okumam yazmam yok.
Utancımdan kimseye okutamadım.
Muhtar her önüne gelene demiş bana mektup geldiğini.
Ele güne bakamaz oldum.
Dünyaya kahrettim
Eve kapandım.
İhtiyar eğildi, bağlı elleriyle yün çorabının arasından katlanmış bir kâğıt çıkardı.
-Aha mektup bu !.. Alın okuyun.
Neredeyim diyorsa gidin yakalayın.
Asarken de ipini bana çektirin!
Mahkeme başkanı Mustafa Necati kâğıdı açtı, okudu.
Birden yerinden fırladı, ağlayarak kürsüden indi.
İhtiyarın önüne geldi.
Boğuk sesiyle hıçkırdı:
-Baba bizi bağışla.
Küçük oğlun da İnönü'de
Şehit düşmüş.
Sana gelen mektup askerlik şubesinin şehitlik ilmühaberiymiş.
İhtiyar elini öpmek isteyen Mustafa Necati Beyi durdurdu:
-VATAN SAĞ OLSUN!..
SİZ ASLANLARIM SAĞ OLUN!...
İhtiyar sessizce
Ağlamaya başladı.
Çıplak ak kıllı göğsü körük gibi inip kalkıyor, kırışık yanaklarından süzülen gözyaşları sakallarının içinde kayboluyordu.
Vatan hainliği suçlamasından kurtulduğuna mı ağlıyordu, son oğlunu da yitirdiğine mi?
Kimse anlayamadı...
Ey Atatürk ve Cumhuriyet Düşmanları; İşte bu vatan böyle kazanıldı, Cumhuriyet böyle kuruldu.
Sizin gücünüz yetmez
ATATÜRK'ÜN adını
Bu milletin kalbinden
Silemeye
Ne de kurduğu
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni Yıkamaya.
SİZİN İŞİNİZ DE ZOR BE
Kurduğu fabrikalar satılıyor
ÖLMÜYOR,
Adını statlardan kaldırıyorsunuz,
ÖLMÜYOR,
Resmini ders kitaplardan çıkarıyorsunuz,
ÖLMÜYOR,
Zaferlerini kutlamayı yasaklıyorsunuz,
ÖLMÜYOR
Onu ÖLDÜREMEDİKÇE,
SİZ ölüyorsunuz kahrınızdan
Yavaş yavaş
Ah be Zübeyde Ana
Nasıl Bir Evlat Doğurdun ki ;
Heykelinden Bile Korkuyorlar...
Canlısını dünya yenemedi, ölüsünü 85 yıldır hainler yenemedi.
Atatürk'ü kalbimizden
Silmeye Gücünüz
Unutturmaya Ömrünüz
Yetmez.
Her Gün Birinize
Bir Gün Hepinize
Atatürk'e
Saygı Duymayı Öğreteceğiz...
Bu vesileyle bu cennet vatanımızı canlarını vererek bize bırakan
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere
Bütün şehitlerimizi, gazilerimizi minnetle ve Şükran'la anıyorum.
Mekânları Cennet,
Ruhları şad Olsun ..

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.