Metin AKOĞLU
Ahlak, akıl, bilim ve deprem!
Brezilyalı din bilimci Leonardo Boff ile Tibet’ in Budist lideri Dalai Lama arasındaki kısa fakat anlamlı bir söyleşi gerçekleşir.
Bir masa etrafında oturmuş, din ve hürriyet hakkında fikir alışverişinde bulunurken, merak ve biraz da hınzırlık olsun diye Dalai Lama’ya soruyor.
“Kutsal efendim, sizce en iyi din hangisidir?”
Tibet Budizm’i, İslam, Hristiyanlık ya da daha eski doğu dinleri demesini beklerken.
Dalai Lama durdu, gülümsedi ve gözlerimin içine bakarak:
“En iyi din, seni Tanrı’ya en çok yakınlaştırandır. Seni daha iyi bir insan yapan hangi dinse, en iyi din odur!”
Bu kadar bilge bir cevap karşısında, şaşkınlığımdan kurtulmak için devam ettim:
“Daha iyi insan derken??”
Dedi ki:
Yani daha insaflı,
Daha duygusal,
Daha sevgi dolu,
Daha merhametli,
Daha sorumlu,
Hepsinden önemlisi, daha “ahlaklı” kılan din hangisi ise, işte en iyi din odur!
Bir an sessiz kaldım!
Bugün bile bu bilge ve kaçınılmaz cevabı takdir ve hayranlıkla anımsıyorum:
“Dostum, hangi dinden olduğun, ya da ne kadar dindar olduğun beni zerre kadar ilgilendirmez...”
“Beni ilgilendiren, kendine, ailene, işine, çevrene, ülkene ve hatta dünyaya karşı duruşundur.”
“Unutma ki evren, senin davranış ve düşüncelerinin yansımasıdır!”
Bunları uygulayan insanların hangi dinden olduğunun ne önemi olabilir?
Asıl olan topluma olan sorumlulukların yerine getirilmesidir.”
Mesele budur.
Biliyoruz ki en iyi din, bizim dinimizdir.
Dinin gereklerine uyan, yaşayan, ahlakı, aklı ve bilimi ön planda tutan insanların hangi dinden olduğunun ne önemi vardır.
İnsanı, hayvanı, doğayı seven, karanlıkta bile elindeki çöpü yere atmayan, karanlıkta bile yere tükürmeyen insanın hangi dinden olduğunun ne önemi olabilir.
Yaşadığımız felaketleri bir yere yaslayacaksak eğer birçoğu insana dayanır.
Madenci katliamları, dere yatağına yapılan evlerin selle birlikte denize dökülmesi, depreme direnemeyen evlerin inşası…
Peki, bu insanların dini İslam değil mi?
Pakistanlı mütefekkir Muhammed İkbal, “sorun İslam’da değil, sorun Müslümanlarda…” diyerek yorumunu yıllar önce yapmış.
Bu konuda alınacak çok yolumuz var!
Evlerde anne ve babalar, okullarda 1 milyon 200 bin öğretmen ve akademisyen ile 245 bin din görevlimiz; kişilerin hayata atılmadan, diğer bir deyişle iş ve meslek konularında çalışmaya başlamadan önce, okul ve okul niteliği taşıyan yerlerde, özel bilgiler bakımından yetişmelerini sağlamak için belli müfredat kapsamında örgün eğitim ile verilen pozitif ilmin yanısıra inanç, ibadet, din ve ahlak konularında işlerini yapmaktalar.
85 milyon insanımız da bu işin hem tarafı hem de parçasıdır.
Ulusça bir felaket yaşadık.
Yaşadığımız felaket ve sonuçlarını tektonik bir olaya bağlayıp bu pisliği örtemeyiz.
Depremde hayatını kaybedenlerin sayısı, açıklanan rakamların çok çok üzerindedir. Yıkılan, yıkılması planlanan binalar ile alt yapı, üst yapı için 230 milyar dolarlık bir kayıptan bahsediliyor.
Herkes yaralarını sarma peşindeyken, yaşanacak üretim kayıplarının hesabı bu rakamların dışındadır.
Ben iddia ediyorum.
Yukarıdaki eğitim kadrolarını iki katına çıkarsanız da sonuç hep aynı olacaktır.
Asıl meselemiz; ahlakı, aklı ve bilimi yerleştirebilmektir.
Bunlardan biri eksik olduğu taktirde yine olmuyor, olmayacak…
Matematik, fizik, kimya ve biyoloji derslerinden özel öğretmenler tutup çocuğunuzu bilgisayar mühendisi veya bilgisayar gibi yapabilirsiniz ama ahlakı para ile öğretemiyorsunuz.
Bu üç ögenin aynı bedende olduğunu görmek mahşere kalırsa eğer vay halimize,
Bizim meselemiz, yıkıma neden olan zincirdeki ahlaksız ilişkilerdir.
Siyasetin finansmanı şeffaf olmadan bunu çözmek mümkün değildir.
Yalova depreminin üzerinden 24 yıl geçmiş, sonuç çıkartamamışız ki aynı noktada duruyoruz.
Orada Veli Göçer, burada Nurdağı Belediye Başkanı…
Hepsi bu mu?
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, 400 bin konut yapacağız dedi!
Her depremin sonunda cadı avı başlatılır.
Gözaltılar, tutuklamalar ve yargılamalar…
Toplumdaki gaz alınır ve yine yapacağımızı yaparız.
Çevre ve Şehirciliğin kontrolörleri nerede?
Yapı Denetimciler nerede?
Tarım alanlarını imara açan, inşaat ve iskân ruhsatı veren Belediye Başkanları, İmardan sorumlu meclis üyeleri nerede?
Şerefli bir istifayı düşünmediniz mi?
Bu memlekette istifa müessesesi ne zaman çalışacak.
Ölçünüz ne?
İstifa için kaç kişinin ölmesi gerekiyor?
Tepeden baktığınız Yunanistan da bile, tren kazası sonrasında ulaştırma bakanı istifa etmişti.
İşte, siyasi ahlak budur.
Biraz daha somutlaştıralım.
Spor kulüplerinin finansmanı, aşevleri, işletilen fonlar, zararına çalışan şirketler, vatandaşa kömür yardımı adı altında dağıtılan kömür tozları, alınmadan alınmış gibi gösterilen mal ve hizmetler, naylon faturalar, lokma hayırları, ağırlamalar, kumlar, çakıllar, Ataşehir’de, İncek’te, Belen yaylasında, Toroslar ’da, Bağlar’ da, Eski Malatya’da… villalar, 4x4 cipler…
Bağış adı altında tahsilat yapanlar,
Velhasıl alanlar/verenler mutlu olurken, masum insanlara tuzaklar, pusular kurdular.
Birey, aile, millet olarak yaşama hakkımıza dair temel sorunlarımızı çözebilmek ve aleyhimize gelişen olayları bertaraf edebilmek için bir araya gelemiyoruz.
Üretemiyoruz.
Hep çözermiş, çözüyormuş gibi görünüyoruz.
Aynı apartmanda oturan insanlardan bazıları, apartman toplantılarına gitmez. Orada evinin sorunları görüşüleceğini bildiği halde ve çoğunlukla mazeret bile bildirmeye gerek duymazlar. Evine sahip çıkmayan insanların; sokağına, mahallesine, ilçesine, iline ve hatta ülkesine sahip çıkacağına inanıyor musunuz?
Yunan’ı denize döktün güzel de bizi de evimizin enkazı ile birlikte dolgu malzemesi olarak moloz çöplüğüne döktüler…
Savaşta insanlar erkekçe çarpışarak ölürler.
Burada ise on binlerce masum insan; siyasetin finansmanı, ikbal, para hırsıyla hareket eden hırsız ve soyguncular için ölüme gönderildiler.
Birçoğunun kefeni bile yoktu…
Bu utanç hepimize yetmelidir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.