Nevzat ARSLAN
Adı Kaldı Yadigâr!
Nazilli Sümerbank fabrikasında üretilen allı güllü Nazilli Basması masal oldu artık. Kadınlarımız üzeri o kuşlu, bülbüllü basmaları bulamadıklarından giyemiyorlar gayri. Kapanan Sümerbank binasında üniversiteli gençlerin yerleştirilmesi, ilim-irfan mekânı olması, gençlerin şakıması, buruk gönülleri bir derece mutlu kılmaktadır.
Nazilli Basması ile Aydın Tekstilin de adı kaldı yadigâr
Aydın’ın ovalarından bal akmaz oldu.
Arılar bile ölüyor gari! Beyaz altınımız, pamuğumuz ekilmez oldu da Yunanın, Mısırlının pamuğu kıymete bindi. Aydın ovasının yarısı şimdilik bomboş. Bir zamanlar pamuk çapasına giden, günde yüz kilodan fazla pamuk toplayan Emine abla bile pamuğun adını çoktan unuttu.
Geceleri traktör ışıklarının sönmediği tarlalar, zifiri karanlık kaldı.
Tabii ki umutların da karardığı gibi…
Dağlarımızdan yağ akıtan zeytin ağaçları bize küstü mü ne? Eskiden dalları yıkılırcasına yüklü asırlık zeytin ağaçları şimdi boş, kırgın ve solgun beklemekteler. Bazıları da bıkkın ve hastalıklı, sararıp solarak kurumakta, bir şeyler yapılarak, yasa değiştirilerek bu kutsal ağaçların kesilmeleri için gereken evvel Allah yapılmakta. Kalanını da ev, dam, fabrika yapacağız, Jeotermal kuracağız diyerek kesen kesene…
Ayşe Kadın ablanın avlusunda, zeytin kırdığı değirmen taşı yerinde değil artık. Ayakları ile yağ sıktığı ağaç tekne (sarpana) büyük bir ihtimalle çatlamış ve saman damının dip köşesine çocukları tarafından atadan yadigâr denilerek saklandı. Torunlar desen ağaç teknenin ne işe yaradığından bihaberler. Belki de ara ara ne işe yaradığını merak da ederler mi bilinmez? Öyle ayakta yağ sıkmayı unuttuk.
Keza halamın üzüm sıkarak pekmez kaynattığı kazanları kalaylayacak kalaycılar da bulunmuyor. Ama son sistem makineler sıkıyor artık. Köroğlu’nun dediği gibi;
“Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.”
Jeotermal, doğanın Aydın’a bir güzelliği dedik, sevindik derken denetimsiz bırakılınca olanlar oldu. Yanıyor, patlıyor, havamızı kirletiyor, kükürt soluyoruz. Etkililer, yetkililer, attı mı mangalda kül koymayanlar bile sus-pus…
Artık yazları bahçelere göçülmez oldu.
O her gün iki posta çimdiğimiz su kanalları kıyısındaki bahçe evleri, sazdan damlar, bağ evleri bir yana yattılar da öksüz kaldılar. Yeşilcene kalan dut ve ceviz ağaçları bu yıkıklıkların bekçileri olarak ayaktalar şimdilik…
Eski çamlar bardak oldu derler ya!
Güllü Kadın abla mısır bezdirmesi yapmaz olmuştur, o da üşengeçleşse gerek. Ekmeği bile kasabadaki fırından almakta. Bazlama ile tadına doyulmayan o Çingen pilavı yapılan, elinle tuttun mu şöyle haşırt diye ikiye böldüğün eski köy domatesleri, güzel güzel kokmaz oldu gayri. İlaç, hormon verilerek tadı bile kalmadı…
Her kuşluk vakti, ayran yapılan o ağaç yayıkların yerini elektrikli yayık makineleri alıverdi. Bir saat durmaksızın yayık sallayan bacılar, basıyor düğmeye buyurun ayran hazır işte…
At sırtında, eşek üzerinde, bazen de yaya geçtiğimiz dağlarımızdan süzülerek gelen, buz gibi sularından içtiğimiz berrak derelerde, çaylarda artık şöyle yunamazsınız. Neden mi dediniz? Derelere karışan fabrika atıklarından hatta bu dediklerimizden Büyük Menderes nehrimizde payını aldı. Hanı adam boyunda yayın balıkları tutulurdu da seyrederdik ya masal oldu.
O eski deve katarları ve başındaki deve savranları yok. Deveci Yusuf ile Deveci Hasan develerini çoktan sattılar bile. Şimdi artık güreş tülülerinin çan ve zilleri arada bir sokaklarda duyulur olmakta...
Her gelen gün değerlerimizi çalıp götürüyor.
Sizce de öyle değil mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.