Efendi BARUTÇU

Efendi BARUTÇU

7-8 Eylül Sivas buluşması

                                          

            “Nerde o yiğitler ki gür

             Sesleri ülkeyi bürür,

            ‘Yürü’ dese dağlar yürür

            ‘Dur’ dese kalpler dururdu.”

Bursa Eğitim Enstitüsü’nde 1968-1980 arasında yükseköğrenim görmüş arkadaşlarımızla bu defa Sivas’ta buluştuk. Bu buluşmaya Türkiye’nin tabiri caizse Edirne’den Kars’a kadar birçok ilinden 170’e yakın hanımlı erkekli arkadaşımız katıldı. Bu katılımcıların ortak paydası ‘ülküdaşlık’ bağlarıydı. Bu insanlar hayatlarının baharında ülkü denen nazlı geline âşık olmuşlar, Türk Milletinin büyük yürüyüşünde “milli, islami ve insani” hedeflerine yeniden ulaşıp Milliyetçi Büyük Türkiye’nin kuruluşu hayaliyle ortak mücadele saflarında yer almışlardı.

Bu inançlarından dolayı bir yandan Türklüğün varlığına kasteden Sovyetler Birliği’nin beşinci kol ajanlarının silahları saldırılarına şehitler vermek pahasına direnirken diğer yandan da kapitalist batı dünyasının kültür ajanlarının her türlü zararlı fikir cereyanlarına karşı Türk Milli Kültürünü yeniden ayağa kaldırmanın mücadelesini veriyorlardı.

Bu mücadelede başarılı olabilmek ve öğrencilik yıllarından itibaren sevdalısı oldukları büyük Türk milletine daha iyi hizmetler yapabilmek için kendi mesleki alanlarında ve Türk Tarihi, Türk İslam Medeniyeti, Batı düşüncesi ile ilgili okumalar yapıp fikir ve inanç itibariyle de kendilerini yarınlara hazırlamanın gayreti içindeydiler.

resim-1-031.jpg

Fotoğrafta gördüğünüz saçlarına kar yağmış delikanlılar-bize göre delikanlılık yaş ve cinsiyetle alakalı bir hadise olmayıp tamamen karakter ile alakalıdır- okullarını bitirdikten sonra aziz vatanın en ücra köşelerine dağılarak Türk Milli Eğitimine öğretmen ve idareci olarak çok uzun yıllar hizmet ettiler. Aralarından Metin Özcan, Bekir Yücel, Orhan Bilici gibi bir kısım arkadaşları bölücü ve aşırı solcu anarşistler tarafından şehit edildi. Yılmadılar, yorulmadılar, tehditlere, ölüm sürgünlerine aldırmadılar. Biliyorlardı ki;

            “ Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister

             Büyük devlet kurmak için büyük kan ister”

Meslek hayatlarında her biri binlerce Türk çocuğuna vatan sevgisini, Türk milletini ve insanlığa hizmet şuurunu, yüce dinimizin ahlaki esaslarını, Türk milletinin çağlar üzerinden aşıp yeni bir insani İslami medeniyetin öncüsü olabilmek için her Türk çocuğunu gecesine gündüzüne katarak kahredici bir çalışma temposuyla kendilerini Türkiye’nin yarınlarına çok iyi hazırlamaları gerektiğini anlattılar, öğrettiler.  

Daha düne kadar her sabah amentü okur gibi 36 etnik gruptan bahseden, “Türk” sözünü ifade etmemek için azami gayret gösterenlerin bugün dillerinden Türklük, Bayrak, Vatan, Türk Devleti ifadeleri hiç düşmüyorsa bunda 1965’lerden itibaren vatan sathında Türk milletinin değerlerini yediden yetmişe bıkmadan usanmadan anlatan öğreten “ülkücü nesillerin” büyük payı vardır.

Bakmayın şimdi beyazlaşmış saçlarına, kırışmış yüzlerine, bükülmüş bellerine. Biraz yaklaşırsanız her birinin gözlerinde Allah’a sonsuz imanın, vatana, bayrağa, toprağa bir aşk derecesinde bağlılığın ışıklarını, yüzlerindeki sevinç pırıltılarını görebilirsiniz. Sevinçleri vazifelerini layıkıyla yapmış olmalarının huzurundandır. Hüzünleri ise uğruna binlerce arkadaşlarını şehit verdikleri, gençliklerini canlarını, hürriyetlerini feda ettikleri yüce ülkülerinin sancağının zafer burçlarına dikilememesidir ve elbette ki bunun müsebbibi kendileri değildir.

Bursa Eğitim Enstitüsü’nden saygıdeğer hocalarımız Süreyya Beyzadeoğlu ve Muzaffer Türk Beyler ve muhterem eşleri de bu buluşmamıza da daha önceki Bursa’daki buluşmalarımıza katıldıkları gibi teşrif etmişlerdi. Sivas Hilton Otel’deki 7 Eylül akşamı yemekli toplantımız doğrusu görülmeye değerdi. Sivas Belediye Başkanı Sami Aydın Bey’in toplantımızı teşrif edip bir selamlama konuşması yapması takdire şayan bir misafirperverlik örneğiydi. Gerek Belediye başkanının gerekse Sivas Şehir Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği Başkanı Sayın Ahat Türkmenoğlu ile Sivas Türk Ocağı Başkanı Prof.Dr.Ahmet Bozdoğan Bey ve birçok tanınmış şahsiyetin toplantıyı teşrifleri memnuniyetimize mucip olmanın yanı sıra başta A.Necip Günaydın Bey olmak üzere toplantı tertip heyetinin Sivas’taki itibarlarının da bir göstergesiydi.

Bazıları 30-40 yıl sonra ilk defa Sivas’ta karşılaşan arkadaşların buluşup kucaklaşmaları çok duygulu anlar yaşanmasına sebep oldu. Sivas buluşmasını tertip heyetinden Sivaslı arkadaşlarımız Necip Günaydın, Necati Öncel, Kadir Coşkun, Erol Öztürk Beyler yanlarında Turan Dosdoğru ve Orhan Küçükçongar ile herşeyi en ince ayrıntılarına kadar düşünmüşler ve kelimenin tam manasıyla çok mükemmel bir toplantı tertiplemişlerdi. Sadece kendileri de değil muhterem eşleri, çocukları, gelinleri bile misafirlerin etrafında adeta pervane oluyor, onların her türlü isteklerini, ihtiyaçlarını anında yerine getirebilmek için çırpınıyorlardı. Bu değerli arkadaşlarımız tam bir Türk misafirperverliği örneği verdiler.

8 Eylül Cumartesi günü şehrin tarihi yerlerini gezmeye çıktık. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi olan Ahmet Necip Günaydın Bey bize rehberlik ediyordu. Necip Bey yüksek tarih şuuru ve derin bilgisiyle değme tarih profesörlerine taş çıkartacak müktesebata sahiptir. A.Necip Günaydın Bey bu gezide sadece teknik bilgiler vermiyor, coşku ve heyecanıyla bizlere adeta tarihte yolculuk yaptırıyordu. 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresinin yapıldığı eski erkek lisesi binasını gezerken Mustafa Kemal ve bir avuç kahramanın 2 Eylül 1919’da Sivas’a geldiği günden karlı bir kış günü üstü açık otomobillerle Ankara’ya müteveccihen (gitmek üzere) yola çıktıkları 18 Aralık 1919 tarihine kadar Sivas’ta geçirdikleri 108 günün hikayesini yeniden dinleme imkanı bulduk.(1)

Mustafa Kemal’in en yakın çevresinden bile gelen “Amerikan Mandası”na girme taleplerini nasıl bir sabırla, soğukkanlılıkla, kararlılıkla, kırıp dökmeden, kimseyi itham etmeden tamamen ikna yoluyla savuşturduğunu bir kere daha öğrendik. Manda tartışmalarının yapıldığı ilk oturumda ilk sözü alan Bursa delegesi Ahmet Nuri Bey’in ateşli bir üslupla kongre binasının duvarlarında hala yankılanan:

“Kendinizi bütün bütün aciz ve meskenet(miskin,fakir) içinde kalmış görerek bizi kurtarın diye şuna buna yalvarmak gibi bir zillete bu millet tahammül edemez. Ya ölürüz, ya istiklalitam(tam bağımsızlık) sahibi oluruz.” diyen sesini,

İstanbul’dan askeri tıbbiye öğrencilerinin aralarından temsilci olarak seçtikleri ve yol parasını kendi aralarında tedarik ettikleri askeri tıbbiye öğrencisi Hikmet Beyin Paşa’nın odasına girip sanki birdenbire ateş ve heyecan kesilmiş olarak yüksek sesle:

“Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya İstiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecekler olanlar varsa bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve telin ederiz.” diyen sesini duyar gibiydik.

Mustafa Kemal Paşa’nın heyecanlı bir sesle: “Arkadaşlar gençliğe bakın. Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin.” Deyip sonra Hikmet Bey’e dönerek:

“Evlat, müsterih ol, gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz ekalliyette(azınlıkta) kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklal Ya Ölüm!” sözleri kongre binasının koridorlarında çınlıyor gibiydi.

Bir de Melek Reşit Hanım’ın başkanlığında kurulan ve kısa zamanda sadece Sivas’ta sekiz yüz üyeye ulaşan Türkiye genelinde de şubeler oluşturan “Anadolu Kadınları Müdafaai Vatan Cemiyeti”’nin üyeleri imanlı ve vatansever Türk kadınlarının fedakarane hizmet ve güvercin kanadı çırpınışlarının hikayesini dinleme imkanı bulduk.  

Daha sonra sırayla Çifte Minareli Medrese’yi, Şifaiye Medresesi(Sivas Darüşşifası), ve Buruciye Medresesi’ni gezdik. Yaklaşık 800 yıldır ayakta kalan bu tarihi eserler Türk Milletinin Selçukludan Osmanlıya, Osmanlıdan Cumhuriyete devamlılığının şahitleri gibiydiler. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde 10 yıl bu devlete baş şehirlik de yapan kadim Türk şehri Sivas bağrında barındırdığı bu muhteşem eserleriyle Anadoludaki Türk mührünün bir ispatı niteliğindedir. Söz konusu medreselerde sadece Kuran, Hadis, Fıkıh, Kelam gibi İslami tedrisat değil tıbbiye, astronomi, matematik ve benzeri alanlarda çağın en ileri bilgileri öğretilirken şifahanelerde her türlü hastalığın tedavi yolları öğretiliyor aynı zamanda ruh hastaları Avrupa’da içine şeytan girmiş diye yakılırken bu şifahalerde musiki ve su sesiyle tedavi ediliyordu.

(2) Aynı gün öğleden sonra Sivas Belediyesi’nin çok güzel tanzim ettiği Paşa Fabrikası mesire alanında Sivas’ın tanınmış simalarından değerli arkadaşımız İş adamı Murat Kaya Bey’in ikramlarıyla ve dolu dolu sohbetlerle güzel vakitler geçirdik.

Bursa Eğitim Enstitüsü Ülkücü Mezunları Buluşması hasret gidermenin yanı sıra inanç ve heyecanlarımızın yeniden ateşlenmesine, iman tazelememize de vesile olmuştu.

Hamdullah Suphi Tanrıöver Milli Mücadele döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ve mecliste yaptığı konuşmaların derlendiği ‘Dağ Yolu’ isimli eserinde çoban ateşlerinden bahseder. Çobanlar akşamları tepelerde ateşler yakar ve karşı tepedeki çobana “ben buradayım” diye bağırır. Türkiye’nin dört bir yanından 170 Ülkücü öğretmen Milli Mücadele yıllarının çoban ateşlerinden birinin yakıldığı Sivas’ta toplanarak adeta “Biz Buradayız” diyorlardı.

Yazar Turgut Özakman’da aynı konuda şöyle demektedir:

“Gece zifiri karanlıkta doğada yalnız kaldığımızda bilinmeyen korkular karşısında içimiz ürperir, yüreğimiz üşür. Bu dünyada yapayalnız kaldığımızı düşünür ve umutsuzluk korkuya gark oluruz ve birden karşı dağlarda çoban ateşi parlar. Sarar her yanımızı uzaklardaki ateşin sıcaklığı. İçimizi ısıtır, yüreğimizi ferahlatır, zihnimizi aydınlatır.  Bu dünyada yalnız olmadığımızı hissettirir, hayata karşı direnç ve mücadele azmi kazandırır.

1919 yılı karanlıktır hem de zifiri karanlık. Anadolu’da bir çoban ateşi parlar …bu çoban ateşini yerel kongreler izler. Ateşe keser Anadolu’nun dört bir yanı. İzmir, Dörtyol, Ayvalık, Urfa, Antep, Maraş, Adana, Kars, Aydın, Denizli, Balıkesir, Edirne ve Karadeniz kıyıları. 4 Şubat 1919’da Mustafa Kemal Paşa “Eğer bir iyi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer de milleti silahlı mücadeleye ikna ederse vatanda millet de kurtulur. ”der ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlatır dünyanın en haklı mücadelesini, çoban ateşleri döner bir yangına. Güçlülerin muktedir olmadığını, zalimlere de diz çöktürülebileceğini gösterir 20.yüzyılın mazlum milletlerine”  

Bizde diyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önüne 21.yüzyılın başlarında da yeni tuzaklar kurulsa, vatanımızın bütünlüğü, milletimizin birliği büyük tehditler altında olsa, küresel güçlerin kuşatmaları devam etse bile bugün Anadolu sathına yayılmış genciyle yaşlısıyla milyonlarca ülkücü çoban ateşleri misali “Biz Buradayız” diyerek Türk Milleti’nin dostlarına güven vermekte, düşmanlarının yüreğine korku salmaktadırlar.

Buluşmamızın ikinci günü (8 Eylül) akşamdan itibaren arkadaşlarımızın büyük bir kısmı memleketlerine dönmek üzere Sivas’tan ayrıldılar. Sanki sadece memleketlerine gitmiyor, Anadolu’nun dört bir yanında çoban ateşlerini yeniden yakmaya koşuyorlardı.

Unutulmaz dostlukları ve zengin ikramlara muhatap olduktan sonra Sivas’tan ayrılırken her birimizin dudaklarında:

 “Yine bir dağ gibi doğrulacağız,

Yeni bir ruh doğacak toprağımızdan

Tanıyacak dünya bizi yeniden

Burma bıyığımızdan kalpağımızdan. “mısraları vardı.

(1)Ahmet Necip Günaydın, Milli Mücadelede Sivas 108 Gün, Sivas Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü,Sivas 1000 Temel Eser Nu:11

 (2)Ahmet Necip Günaydın, Sivas Medreseleri- başlıklı makale

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.