Nevzat ARSLAN
Yitip giden değerlerimiz
Bu ulus gelenek ve görenekleri ile yıllarca ayakta kalmış ve kalacaktır da…
Kendi yarattığı ortak amaçları hep birlikte sürdürme başarısının sonucudur da bu.
Yükseliş ve çöküş de bunun etkenleri rol oynayacaktır şüphesiz…
Her köyün köy odası vardı.
Kabı, kaçağı, yatağı, yorganı ve ocağı ile misafirlerini bekleyen bir misafirhane,
Anadolu kültürü. Bizim mahallemizin köy odasında kalaycılar, memurlar, Jandarmalar
kalır, köylü sırayla sofra hazırlar, gönderirdi. Önceleri ise, kahvesini, fincanını,
odununu, alan köy odasına gelir, kahvelerini pişirirler, kışın yanan ocağın önünde
sohbet ederler, yüzük oyunu oynarlar, gençler önde güreş tutarlarmış…
Çeşme ve Pınarlar.
Atalarımız dere kıyısındaki sularını pınar haline getirirler veya bir şekilde en yakın
Yolun kıyısına çeşme yaptırarak yolcular için, kurt-kuş tüm yaratılanlar için su hayrı
yapılırdı. Bu çeşme ve pınarlar sahiplerinin adıyla anılır, birçoğu da anonim olmuştu.
Köylerde ise, çeşme ve pınar başı sosyalleşme köşesiydi adeta. Testisini dolduran
genç kızlar oyalanır, sevdikleri ya da yavukluları ile bakışılardı. Ozanlarımızın
şiirlerinde pınar ve çeşme başı önemli bir mekân olarak yer alırdı.
Atasözümüz vardı, “ Pınar başından bulanır”
Eskiden musluklar vardı.
Uzun yolların kıyılarında, çeşme, dere ve akarsu olmayan yerlerde kapalı, taştan özel
yapılmış kulübemsi bir yere, büyük bir ağacın kovuğuna veya bir evin, damın duvarına
yerleştirilen su testisi ya da su küpü bırakılırdı.
Gelen-geçen yolcuların susuzluğunu gidermek, sevap amacı ile Türk-Müslüman
geleneğini yaşatmak adına yapılan bir sebil, bir su hayrıdır.
Bu değerlerden bir şekilde vakıflara bağlanmış olanları da vardı.
Bir testi su için bile devamlılığını sağlamak üzere vakıf olarak bir zeytinlik ayrılırdı.
Testiyi dolu tutup sahip çıkan zeytinliği işletme hakkına sahip olurdu.
Bu musluklar da sahiplerinin adı ile anılırdı.
Ya şimdi! Bin arabana, suyun yanında, beş dakikada istediğin yerdesin zaten…
Destan ya da Ağıt...
Cinayet veya intihar olayı sonrasında bir adamcağızın boynuna astığı
teybinden canhıraş ve ağlamaklı ölen kişi adına uyarlanmış bir yakım
eşliğinde çarşı, pazar, kahvelerde basılı kağıtlar 10 kuruşa satılırdı.
Biz çocuklar okur, büyükler sessizce gözyaşlarını silerdi…
Bir kooperatif cinayetinin destanını anımsarım, bir de 1965 yıllarında komşu köylerden
birinde işlenen bir cinayet ile ilgili bir ağıt bölük pörçük aklımda kalmıştı.
Mustafa’m nişanlına nasıl kıydın,
Ailemizi can evimizden vurdun,
….
Gazete Müvezzileri…
Bir de günlük gazete satıcıları vardı.
Çığırtkanlığın yakıştığı çocuklar için askılı bir çanta içinde,
“Yazzzıyooo, yassıyoo dostunu öldüren kadını yazzzıyooo”
diye bağırarak koşan küçük gazete müvezzileri …
Postacılar…
Hani okul sıralarımızda söylerdik ya,
“Bak Postacı geliyor, Selam veriyor,
Herkes ona bakıyor, Merak ediyor.”
Bu okul şarkısı bile unutuldu. Teknoloji çağı mektubu, telgrafı ve postacıyı unutturdu
artık. Postacılar bile özelleşmekte, kargolar yer aldı.
Yoğurtçu.
Boynuna terazi gibi askılı iplerle yoğurt satıcıları vardı.
“Kaymaklı yoğurt, Yoğurtçiiiii” Diye bağırırlardı.
Ya şimdi! Git AVM’ye istediğin kadarını, markasını al, seç beğen…
Simitçiler…
Simitçiler yine de son demlerini yaşamaktalar.
Başları üzerinde tepsilerde simit satıcıları,
“Akşiyam simidi sıccak, sıcacık” Diye haykırışlar…
Geceleri özellikle ramazan ayında
“Booozaacııı” Diye bağırmalara alıştık ve özlüyoruz…
Birçoğunun canına okudu teknoloji çağı…
Yitip giden değerlerimiz ile birlikte bizlerin de,
Beşeri ilişkilerimizin canına okuduğumuz gibi…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.