Vermenin de bir adabı var

Değerli okurlar, yardımlaşmanın hem alan hem de veren taraf için büyük anlam taşıdığını biliyoruz. Atalarımız boşuna “Sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek” dememiş. Ancak bu değerli sözün günümüzde pek bir karşılığı kalmamış gibi görünüyor. Artık hayır yapanlar, herkesin bunu görmesini, bilmesini istiyor. Bu durum yardım değil, adeta bir reklam kampanyasına dönüşüyor.

Bu yazıya, Neyzen Tevfik’in hayatından bir hikayeyle başlamak istiyorum:

Soğuk bir kış günü Neyzen Tevfik, aç ve perişan bir halde, bir caminin şadırvanında sığınır. Birilerinin onu fark edip yardım etmesini bekler. Ancak hava çok soğuktur ve gelen giden yoktur. Çaresiz bir şekilde oradan kalkar ve kalacağı yere doğru yürümeye başlar.

O sırada, o dönemin varlıklı ailelerinden birinin genç oğlu askerden yeni dönmüştür ve Neyzen’in halini görüp anlar. Cebinden, o zamanın en büyük parasını çıkarır. Ancak bunu Neyzen’e nasıl takdim edeceği konusunda tereddüt yaşar. Çünkü Neyzen, Allah’ın veli bir kulu olarak, bazen devlet başkanlarına kafa tutan, bazen en zengin insanları yerin dibine sokan biridir.

Genç adam, zarif bir yol bulur: Parayı buruşturup Neyzen’in ayaklarının dibine bırakır ve omzuna dokunarak “Efendim, paranızı düşürmüşsünüz,” der.

Neyzen, yorgun gözlerini açar ve ince düşünceyi fark eder. Gencin davranışını anlamış bir şekilde, “Ah be evladım, o düşen sizin pırlanta kalbinizdir. Nezaket ve insanlık ne güzel şey...” der.

Bu hikaye bize, hem almanın hem de vermenin bir adabı olduğunu gösteriyor. Asıl zenginliğin vermekte olduğunu bilen ve karşılıksız seven tüm insanlara selam olsun.

YARDIM REKLAM ARACI OLMAMALI

Yaptığımız yardımlar, sadece Allah için ve yardım ettiğimiz kişiyle bizim aramızda kalıyorsa, işte o zaman gerçek bir yardımdır. Ancak günümüzde, yaptığı ufak yardımları bile reklam malzemesi yapan insanlar, insanlığın yüz karası olarak anılmayı hak ediyor.

EĞİTİMCİLERİN ÇIĞLIĞI: ARİF HOCA VE EŞİNİN DRAMI

Geçen hafta “Bir Eğitimcinin Çığlığı” ve “Kar Fakirin Üstüne Yağar” başlıklı yazılarımda, yaşlı öğretmen bir çiftin dramını paylaşmıştım. 80 yaşını aşmış eğitimci Arif Hoca ve eşi zor durumdaydı. Hanımı, bacağındaki kırık nedeniyle yatağa bağımlı hale gelmişti. Yetersiz bakım yüzünden vücudu yaralarla kaplanmıştı. Arif Hoca ise yaşı itibarıyla eşine gereken ilgiyi gösteremiyordu ve yardım bekliyordu.

Bu çaresizliği bana ulaştırdılar. İlgili birimleri aradım ve durumu uzun uzun anlattım. Yalnızca Kuşadası Belediyesi’nden geri dönüş yapıldı ve Arif Hoca ve eşine yardım elini uzattı. Bu anlamda Kuşadası Belediye Başkanı Ömer Günel ve ekibine teşekkür ederim ancak uzanan el bir öğretmenin yaşamasına yetmedi. Belediyenin desteği ulaştıktan üç gün sonra, Arif Hoca’nın eşi hayata veda etti. Çektiği acılardan da kurtulmuş oldu.

KABAKÇI ÖĞRETMEN: BİR EĞİTİM AŞIĞI

Arif Hoca, mesleğinin ilk yıllarında tayin olduğu köy okulunda, hiçbir eğitim aracı olmamasına rağmen azimle çalışmış bir öğretmendi. Dünya haritasını öğrencilere göstermek için bir kabak alır, üzerine harita çizer ve anlatımını bu şekilde yapardı. Bu çabası nedeniyle kendisine “Kabakçı Öğretmen” lakabı takılmıştı.

Ancak yıllar sonra, eşiyle birlikte bu unutulmuşluk ve ilgisizlik içinde hayatını sürdürmeye çalıştı. İlgisizlik ve yetersizlik, Arif Hoca’nın eşinin erken vefatına neden oldu. Nur içinde yatsın. Arif Hoca’ya da Allah sabır versin.

Bu hikayeden çıkarılması gereken bir ders var: Yardım etmeyen kurum ve kişilere Allah muhtaç etmesin. Yardım etmeyi erteleyenlere de vicdan diliyorum. Unutmayalım ki, yardım etmek yalnızca bir insanlık görevi değil, aynı zamanda bir vicdan borcudur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.