Vahşi Batı’dan Türkiye'ye bakış!

Yavuz Sultan Selim Han döneminde, İran hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherler ile dolu bir hediye sandığı gönderiyor, Hünkara.

Sandık açılır. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar.

Fakat sandık açılır açılmaz, etrafa pek fena bir koku yayılır.

Önce, hiç kimse bir anlam veremez, nadide mücevherler ile dolu sandıktaki bu fena kokuya.

Sonra mesele anlaşılır.

Sandığın dibine insan dışkısı doldurulmuş.

Yani,

Şah İsmail, aklı sıra, cihan padişahına hakaret ediyor ...(!)

Cihan padişahı emir verir,

“Herkes düşünsün, bu edepsizliğe, Osmanlı'nın şanına yakışacak şekilde bir mukabelede bulunmalıyız.”

Ve çözümü yine kendisi bulur.

Süslü bir sandık hazırlatılır.

Sandığın içine, o zamanın en nefis gül kokulu lokumlarından hazırlanmış bir kutu yerleştirilir.

Kutunun altına da, bir satırlık yazıdan ibaret pusula (not) iliştirilir.

Hediye sandığı, itina ile süslendikten sonra,

Şah İsmail'e gönderilir.

Sandık, Şah'ın huzurunda açılır.

Sandık açılır açılmaz, etrafa mis gibi gül kokusu yayılır.

Mücevher vs. gibi hediyeler takdim edeceğiz sonra, Osmanlı Elçisi –Şah’ın tedirginliğin gidermek için, önce kendisi tatmak kaydıyla- büyük bir saygı ve nezaketle, Şah İsmail'e lokumdan ikram eder.

Bilâhare, görevliler, huzurda bulunanlara teker teker ikram etmeye başlarlar, lokumdan.

Şah, bütün bu olup bitenlere bir anlam veremez.

Osmanlı Elçisi,

Şah'ın şaşkınlığını gidermek için, lokum kutusunun altına iliştirilmiş mütevazı pusulayı uzatır.

Şahının yüzünde Pusulayı okuyan, bu sefer, şaşkınlığın yerini büyük bir utanç ifadesi alır;

"İsmail, herkes yediğinden ikram eder. "

İlişkinin zarafetini gördünüz mü? Geçmişteki Osmanlı, İran ilişkileri üzerine çok şeyler söylenebilir. Bu gün bizi ilgilendiren kısmı, uzun yıllar ilişkilerin iyi seyir yaptığıdır. 1639’da yapılan Kasr-ı Şirin anlaşmasından günümüze  kadar kayda geçecek önemli bir olayın vuku bulmamıştır.

Modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ü ziyaret eden ilk devlet başkanı Afgan Kralı Amanullah Handır. Yıllar içinde İngiliz Kralı ve birçok Avrupa ülkelerinin kralları, Devlet Başkanları sıraya girip ziyarette bulunmuşlardır.

Hepsinin ziyaretinin altında, Atatürk'ün şahsında Türkiye Cumhuriyetini tanıma ve iyi ilişkiler kurma düşüncesi vardır. En ilginç ziyareti, komşumuz İran Şahı Rıza Pehlevi tarafından yapılanıdır. 

9 Haziran-5 Temmuz 1934 tarihleri arasında 26 gün sürmüş  olan bu ziyaret, iki ülke arasında yapılmış en kapsamlı ve en uzun ziyaret olarak tarihe geçmiştir. Şah Rıza Pehlevi, Atatürk ile beraber Eskişehir, Afyon, Balıkesir, İzmir, Çanakkale ve İstanbul'u ziyarette bulunmuş, Atatürk ile beraber Askeri Manevraları da izlemiş ve Türk Ocağında konaklamıştır.

Atatürk'ün modernleşme adına yaptıklarını incelemiş ve kendi ülkesine uyarlamak istemiştir.

Tarihi süreç içerisinde emperyal güçler, her iki ülke üzerinde oyunlar tezgâhlamışlar, ABD’nin ünlü Yeşil Kuşak projesinin sağlıklı işletilebilmesi, kaynaklarının batılılar tarafından kullanılabilmesi için darbeler, ihtilaller planlamaktan geri kalmamışlardır. 

İran Başbakanı Musaddık'a yapılan darbe, bizde 27 Mayıs ile karşılık bulmuştu. Ve sonrakiler...

Komşu, iki ülke arasında  hiç bir sorun olmadı diyemeyiz. Bir dönem PKK'ya olan desteğini biliyoruz.

Ortadoğu'da gelişen ve değişen güç dengeleri, iki ülke arasında zaman zaman çatlaklara neden olmuştur. Şimdi, bölgede yeni bir durum ortaya çıktı. 

Türkiye'de PKK, Suriye'de PYD, Irak'ta PEŞMERGE, İran'da PEJAK oluşumları, SEVR'cilerin "Büyük Kürdistan" hayalleri için varlıklarını sürdürmeleri yeni durumun bir parçası.

Konu halen masada olup, plan sahada tıkır tıkır işlemektedir. Her iki ülkenin üniter yapısını bozma girişimlerini boşa çıkarabilmek için, dün hata yapan İranlı  yöneticiler, bugün ilişkilerini düzgün tutmak istemektedirler.

İran ile ilişkilerimiz Araplarla ilişkimizden daha önemli olmalı. Bizim ortak paydamız, Türklük ve İslamiyet’tir. 

Onların Şii, benim  Sünni inançta oluşum bir şeyi değiştirmez. Sünni Müslümanlar, İngilizle, İsrailli siyonistlerle, Amerikalı ile Katolikle, Protestanla  anlaşabiliyor da neden Şii din kardeşiyle anlaşamıyor. Bu emperyalizmin zaferidir. Ben öyle bakıyorum.

Azerbaycanlı kardeşlerimiz bizim kadar, hatta diyebilirim  ki,bizden daha fazla Türk'dürler. En azından. Homojen bir yapıya sahiptirler. Ama "onlar Şia'dır." Bunu bize Türkiye Cumhuriyetini yönettiğini zanneden gafiller söylediler. Dünya Bankasından gelen birisi söyledi. Ne adına söylenmiş ve bu bu talihsiz açıklamayı söyleten kim? İran'ın düşmanı  Vehhabi Suudlar. Çünkü onlara göre aidiyet İslam'dır.
 
Şimdi soruyorum. Sünnicilik adına onları yok saymak mümkün müdür?
 
You tube girin. Nermina Memedova (Azerbaycanlı sanatçı) ile Sinan Said'in(Kerküklü sanatçı) birlikte okudukları EVLERİNİN ÖNÜ YONCA türküsünü bi dinleyin. Azerbaycandaki tar'ın tınısı ile Kerkükdeki tar'ın tınısının aynı olduğunu, sanatçıların okudukları mahnı'nın ağızlarının aynı olduğunu göreceksiniz.
 
Şimdi  sıkı durun. Kerkük, Erbil, Tuzhurmatu, Telafer'de yaşayan Türkmenler Şii'dir diye yeni dönemde onları Kürtlerin ve Arapların asimile etmesini içinize sindirecek misiniz?
 
 Bu hakkı size kim veriyor.
 
Bu topluma Kerkük Türkületini bize sevdiren Kerküklü sanatçı Abdurrahman Kızılay'ın, Ankara'da Karşıyaka mezarlığında yattığını kim biliyor? Urfalı sanatçı Mehmet Özbek'in Kerküklü Türkmenletrve Kerkük türküleri için yaptığı çalışmaları yok mu sayacağız?
 
Peşine takıldığınız vehhabi Suudlların Kralı öldüğünde, 3 gün bayraklar yarıya indirilip, yas tutturdunuz. Aynı o araplar, başkentin göbeğinde Arabistandan gelen 10 kişilik infaz ekibi , yanlarında getirdikleri giyotinlerle herkesin elamanı olan Kaşıkçı'yı doğrayıp, ellerini kollarını sallayarak ülkelerine sağ salim ulaştırdık.
 
Bu da Türkiye'nin itibarını yerle bir etmiştir.
 
Bunların hepsi Sünicilik adına yapılmış ve görmezden gelinmiştir.
 
Unutmayalım. İslam'ı  yaşarken bir sünni gibi yaşamaya engel yok. Ama Sünnicilik yapmaya izin verme. Nasıl ki ülkede yaşayan 12 milyon insanın ben Kürdüm demesine izin verip.  Kürtçülük yapmasına cezaevi yolu gösterdiniz.
 
Bunun farkını anlatacak var mı?

Hristiyan alemi ile sarmaş dolaş olacaksın, mezhepçilik adına, din kardeşini enseden kesen hayvan sürüleri yaratacaksın...                                                                                    

İslam Kalkınma Örgütü var. Toplantı gündemi bağımsız değil. Gündemi ABD belirliyor. 

İKÖ'nün İslamiyet adına bir düzenleme yaptığını duyanınız var mı?

Bölgede kartların yeniden dağıtılacağı günlere çok hızlı ilerliyoruz. Her gün yeni provokasyonlar servis ediliyor.

Buradan devlet yöneticilerimize sesleniyorum. Batının en büyük hedefi İran ile Türkiye'yi karşı karşıya getirmek ve SAVAŞTIRMAKTIR.!

Bölgenin bu iki büyük gücünün enerjisini, varlıklarını insanlarıyla birlikte yok etmek. Bunu geçmişte 10 yıl süren İran-Irak savaşında yaşadık ve gördük.

Batılı örtülü operasyon uzmanları bunları başarabilirler. İran ürünü malzemelerle Türkiye'de, Türkiye Ürünü malzemelerle İran'da bir dizi Operasyonlar gerçekleştirebilirler.

Batılılar İran'ı terörist devlet olarak görüyor. Ama direk olarak savaşa girmiyorlar. Amerikan halkında bir askerinin ölmesine müsamaha yok. İran'ın Azerbaycan, Ermenistan, Rusya ve doğusundaki Afganistan ile sınırları güvenli. Güney batısında Suudlar var.  İran ile direk savaşmayı değil vekâlet savaşçıları ile oyunun zaten içinde. Irak yönetimi İran'ın yanında. 

Hangi seçenek geliyor aklınıza!!!

Benim aklıma şöyle bir soru geliyor. Suriye'de Fırat'ın doğusundan hangi gerekçe ile çıkarıldıysak, aynı gerekçe ile İran ile savaşa sokulabilir miyiz?

Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün savaşa dair bir cümlesi ile bitirmek istiyorum.

MECBUR KALMADIKÇA  SAVAŞ BİR CİNAYETTİR.!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum