Mürşit Canbeldek
Taktik Savaşları ve Yarım Akıllı Aydınlarımız
Türkiye’de siyaset artık taktik savaşları haline geldi.
AKP sayesinde hizmet yarışı devreden çıktı, yerini sidik yarışı aldı. Eskiden siyasiler rakamlarla konuşur, rakamların gücünden heyecan dalgaları doğardı. Millet bu dilden anlar, başka dilden konuşanları dinler, dinler rakamların ikna gücüne tabi olurdu.
Süleyman Demirel; ”geçen sene şu kadar buğdayla şu kadar mazot alınırdı, bu sene mazot için şu kadar daha az buğday veriyorsun” diye konuşurken insanları somut dünyanın somut rakamlarıyla iknaya çalışırdı.
Bütün icraatlar ölçülebilen sonuçlarıyla değerlendirilirdi. Sübjektif gerçeklik karşısında yani hesaba gelen icraatların hesaba gelen sonuçları karşısında objektif; yani ucu bucağı belli olmayan ölçülemeyen hesapsız kitapsız konuşmalar, bal yapmayan arı vızıltıları gibi algılanır ve itibar edilmezdi.
1950'den 1970'lerin sonuna kadar 30 yıl boyunca bu millet bal yapmaz arı vızıltıları ile bal arılarının kanat seslerini birbirinden ayırırdı. Borcumuz korkutacak seviyede değildi. Dönüm başı alınan ürün miktarındaki artışa bakarak borcumuzun cesametinden korkmazdık.(toplam borcumuzun 16 milyar dolar olduğunu biliyoruz.)
Fakat 80 ihtilalından sonra işler değişti. İhtilalcilerin ekonomiyi teslim ettikleri Turgut Özal’ın “takunyalı” görüntüsüne rağmen “Laik” zihniyetle uyum içinde çalışmasının ve sonra Anavatan adı altında kurulan gelenek dışı bir partinin yükselen değer haline gelmesinin mantıklı bir açıklamasını ben yapamıyorum. Türk seçmeni özellikle DP ve Adalet partisi gibi her yaptığının kuruşu kuruşuna hesabını verebilen iktidarlar çıkarmış Türk sağ seçmeni ters köşeye yatırıldı.
Ekonomide canlandırma ancak inşaat sektöründe kıpırdanma olursa mümkündür, o yüzden ekonomide lokomotif sektör inşaat sektörü olmalıdır tavsiyesine uyan Turgut Özal insanımızı “yazlık” keyfiyle tanıştırdı. Medya; yazlık sahibi olmanın getireceği avantajları allayıp pullayıp yazlık kooperatiflere üye olmaya davet etti.
Başta alnı secdeli görüntüsüyle babacan model Özal, ağzı purolu hanımıyla ve yukarda birleştirdiği elleriyle herkese işte bu benim “adamım” dedirtti. Bu bir taktikti ama kimin taktiği olduğuna dair kanaat yıllar sonra oluştu. Fakat atı alan çoktan Üsküdar’ı geçtiğinden kimin taktiği olduğunun önemi kalmadı.
Demokrasi;”şehirde ne varsa köyde de o olmalıdır” diyen Süleyman Demirel için bir hizmetler yarışı idi ve ona rey veren seçmen nazarında da öyle idi. Fakat Turgut Özal ile birlikte Demokrasi; yazlık kooperatifleri eliyle vardığımız “şantiye-rantiye”kavgasındaki arena haline geldi.”Herşey rant için” anlayışı hızla toplum içinde yayıldı. Keçi boynuzu ormanları sahil siteleri haline getirilirken herkes 3 yatırıp 13 e satma hayalleri kurdu. Nüfusun yüzde 90’ının bankayla tanışmadığı, kredi nedir, faiz nedir bilmediği bir toplum yapısından alnı secdeli başbakanın mihmandarlığında faizden medet uman toplum haline getirildik. Yani “faiz haramdır” edebiyatı yapanlar eliye bu millet faiz denizine batırıldı.Bu haltı yiyenler ve laf cambazlarına kulak asan goygoycu takımı Mason Demirel demeye utanmadan sıkılmadan devam etti.
İşler kötüye gidiyor, borç miktarımız artıyor, dışa bağımlılık süper derece yükselmiş ne yapacağız? Özelleştirme adı altında sıcak para temin etme yarışına girdik. Artık; taktik savaşları başladı. Amaç nedir? işlerin kötüye gittiğini hissettirmemek için yeni gündemler icad etmek. haftalık aylık suni gündemlerle cepte doğan acıyı duyurmamak… Yani halkın gözünü boyamak için, hırsızlığı talanı, rant adı altındaki yağmacılığı dikkatlerden kaçırmak için akla hayale gelmedik taktikler geliştirmek…
Taktik savaşları; demokrasinin toplum ahlakını yerle bir etmesine mecbur bıraktığı bir tecrübenin ürünüdür. Göz göre göre beytülmali yani devlet hazinesini örtülü ödenek kılıfına uydurarak talan edenler veya bütce kanunundaki harcamaları canları nasıl istediyse öyle yapıp Sayıştay’ı yok sayan ahlaksızlar;”bak başörtüsüyle artik derslere girilebiliyor” görüntüsü vererek bu toplumun kıblesini değiştirdiler. Taktik; hırsızlığa ve güneydoğuyu PKK isimli Ermeni terör örgütüne terk etme ihanetine perdeleme yapmak ve dikkatleri dağıtmaktır.
87 milyar avroluk vurgundan bahsediyor bir zamanların Ergenekon savcıları. Bu vurgun işine karışan İranlı iş adamı ile onun altın kaçakçılığına, tarihi eser kaçakçılığına, Fatih Belediyesi eliyle oluşturulan imar düzenlemesinden doğan rant yağmasına iş ortağı olarak katılan, bürokratik engellemeleri aşıveren bakan çocukları, bakan özel kalem müdürleri, ve bir devlet bankasının genel müdürü ve hatta bakanlara dek uzanan yağma çetesi zanlıları patlayan korkunç pislikte kokular yayan bir kanalizasyon görünümüyle önümüzde durmaktadır.
Hükümet her türlü kaçakçılıktan pay aldığı görünen; bakanlar ve çocukları ile onların hizmetindeki yüksek bürokratlara muhakkak ;”Bu adamları size yedirmeyeceğiz” diye sahip çıkabilir. Fakat ilk ağızdan bakanlar ve başbakanın bizzat kendisi öyle boşa düştüler ve ayakları sürçtü ki bundan sonra ilgili emniyet müdürlerini ve savcıları görevden alsalar dahi artık küp çatlamıştır. taktik savaşları yara almıştır.. Nasıl karşılayacaklarını bilemediler. Ne diyeceklerini bilemediler.
Fakat bizdeki yarım akıllı aydınların boşboğazlığı R.T. E nin imdadına yetişebilir diye korkuyorum. Çünkü bu yarım akıllı aydınlar yarın çıkar;”şeriatı getirmek isteyenler enselendi. Bak dincilerin marifetine” gibi halkın inadını ayağa kaldıran laflarla AKP cephesindeki bozulmayı tamir etmeye kalkarlar. Zaten Tayyib’in en büyük yardımcısı ne Hüseyin Çelik’tir ne de Bülent Arınç’tır.Onun en büyük yardımcısı yarım akıllı aydınlarımızdır. Din açısından şeriat açısından yapılan bütün tenkitler oy verenler nezdinde “din düşmanlığı” olarak algılandığından AKP’ye rey veren vicdan yorgunu seçmen kitlesini tekrar kendi ayarlarına geri döndürebilir.
Bu yüzden dini kullanarak bu memleketin bütün zenginliklerini kendi bahçelerine akıtanlarla İslamiyetin hiçbir alakasının kalmadığına bırak seçmeni kendi karar versin. Bir Hz Ömer’in devlet mumuna gösterdiği dikkate baksınlar bir de bakanlıklarda yenen ve bakanlık bütcesinden karşılanan pasta börek, kebap faturalarına baksınlar. Bunlara gelinceye kadar hiçbir bakanlık pasta börek ve kebap için yüzlerce milyon lira ödeme yapmamıştır.
Tanzimat devri vakanüvisi yani resmi tarihçisi Ahmet Lütfi Efendi diyor ki; Tanzimat döneminde nazırlıklarda içilen şerbet ve kahve ile tütün mesarifi o kadar oldu ki Padişah sultan Abdülmecit bunlara sınır koydu. Paşaların bineceği arabalardaki beygir sayısından boğazda dolaştıkları kayıklardaki kürek sayısına kadar azaltmaya gidildi…
Osmanlı maliyesini borç batağının içine sürükleyen Böyyük Mustafa Reşit Paşa ve onun yamağı Ali Paşa ile damatlardan Fethi Paşa Sultanı kandırıp Dolmabahçe gibi süper israf bir sarayı inşa ettiklerinde Sultan bunlara kızar. Ahmet Cevdet paşanın naklettiğine göre; ”bre pezevenkler beni iğfal ettiniz dünyanın parasını bu saray için harcattınız mekanınız cehennem olsun” diye çıkıştığında bu paşalar yüzsüzce ve pişkinlik içinde; ”bunu dert etmeyiniz hünkarım saray bize 1200 kuruşa mal olmuştur” diye cevap verirler. Sultan şaşkınlık içinde nasıl yani diye sorar.Tam AKP zihniyetine yakışacak açıklama yaparlar.”600 kuruşluk kağıt aldık. 600 kuruşluk da mürekkep. Bu kağıtların üzerine de yazdık işbu kağıt 500 kuruş değerindedir. İşbu kağıt bin kuruş değerindedir ve Kaime-i Nakdiyeyi Muteberiye adıyla milyonlarca liralık kağıt parayı piyasaya sürdük ve topladığımız servetle de sizin sarayınızı inşa ettik..Abdülmecit genç yaşında 38 yaşında iken bu iblis türünden gelen nazırlar yüzünden verem hastalığına yakalandı ve öldü.. Bu iblis paşaların ve sultan hanımların yaptığı borçlar katlana katlana 900 milyon altın olarak 2. Abdülhamid’e kadar geldi. Osmanlı’nın yıkılmasında en son Atatürk’ü suçlayan kansızlar bir de gidin 2. Abdülhamid’in bu borçları ödemek için çektiği sıkıntılara bakın da devlet neden yıkılmış insaf dairesinde düşünün…
O günde vardı yarım akıllı aydınlar ve sultan 2. Abdülhamid’in dengede durmak ve borçları ödeyebilmek için gösterdiği süper devlet adamlığını ve kolladığı dengeleri algılayamadılar. Pastöre gönderdiği devlet nişanının bu memleketteki modern tıp eğitimine katkısını görmezden gelip saldırdılar. aradan yıllar geçti bu sefer de Abdülhamit’te evliyalık arayan bir başka türlü yarım akıllılar zuhur etti. Makul ile akla yakın olan ile bizim akdi nikah etmemize mani oldular.
Şimdiki durumda bu iki tarafın birbiriyle yaptığı bilek güreşinde millet olarak salakça taraftarlık yaptığımızı hala anlayamıyoruz. Hala birileri Abdülhamit için kızıl sultan, boktan sultan demeye devam ediyor. Diğer birileri de Abdülhamit son devir evliyasından idi diyerek dandik bir savaşın dandik taktikleri arasında birbirimizi yemeye devam ediyoruz.
Yarım akıllı aydınlarımız ve Hz Ömer’in hasmı, dünyalık azgını din tüccarları siz aslında aynı elin oynattığı deve derisinden yapılan Karagöz- Hacivat aygıtlarına benziyorsunuz. Sizin ikinizi de sevmiyorum…..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.