Dedemin kardeşi Rahmetli Osman Amca vardı.Nereden okumuş bilmeyiz ama Koca Meşe gölgesinde, etrafına oturan bizlere, genç ve çocuklara hikâyeyeler anlatırdı;
“Sultan Süleyman, bizim bildiğimiz, tarih kitaplarında okuduğumuz Padişah Kanuni Süleyman değil, Peygamber olan Hz. Süleyman, bütün kuşların, hayvanların, börtü, böceğin, çiçeğin, otun, her bi b.kun dilini bilirmiş, Cinler, periler de ondan çok korkarlarmış.
Nihayetinde Peygamber de insan, İşte bu Sultan Süleyman Saba Melikesi Belkıs’a âşık olmuş. Belkıs’ın isteği üzerine saray inşaatına başlanır.
Kuşlar yumurtalarını bırakıyor, harç arasında taşları tutkal gibi tutturuyor. Her türlü canlı, cinler, periler, yılan, çıyan, insan korku içinde çalışıyor.
Süleyman elindeki asasına dayanmış çalışmaları izliyor.
Derken efendim, Süleyman asasına dayanmış, gece gündüz orada beklemeye başlamış, yemez, içmez olmuş. Küçük minnacık ağaç kurdu bastona önceden yuva yapmış, birden yuvayı büyütmeye başlar, asayı içten içe yemekteymiş.
Bir gün “gümbürt” diye bir ses ile kırılan asa ile birlikte Süleyman da yere yıkılmış. Sultan Süleyman’ın başına gelindiğinde çok önceden öldüğü asaya dayalı kaldığı, asanın kırılması ile ancak vefat ettiği anlaşılır.
Süleyman gitti, yapıya paydos denir.
Onun için kimseyi, hiç bir şeyi küçümsemeyin. Bir küçük ağaç kurdu bile bir Süleyman’ın sultanlığını nasıl da bitiriyor unutmayın da ders alın hele…”
Diyerek bitirir, sonra Osman Amca koyunlarının önüne koştururdu…
**
Rahmetli Dedem de,
Zülkarneyn Peygamber hikâyesini anlatırdı.
Zülkarneyn iyi bir savaşçı, adalet saçan bir hükümdar ve peygamber diyerek anlatırdı. Kur’an da adı geçen Zülkarneyn’in peygamber olup olmadığı kesin değildir. Bu arada Türk asıllı Sakalar(İskitler) döneminde adı geçen Zülkarneyn’in Türk asıllı olduğu ihtimali de bulunmaktadır.
Dedeme kulak verelim…
“Zülkarneyn’in kafasında doğuştan iki boynuzu vardır, uzun saçları ve başındaki sarıkla saklamakta, kimse bilmemekte, Zülkarneyn bundan da sıkıntı duymaktadır. Bir gün bir çoban Zülkarneyn’in her nasılsa, boynuzlarını görünce korkudan susar, tehdit edilse de gerek.
İnsanoğlu içindeki sırrı anlatmazsa çatlar da ölür derler ya!
Onun gibi kör kuyulara anlatasın derdini derler.
Çoban da bir kör kuyuya eğilerek
“Zülkarneyn iki boynuzlu,
Zülkarneyn iki boynuzlu” der ve rahatlar…
Gel zaman git zaman bu kör kuyunun başında bir kargı biter.
Bu kargıdan bir başka çoban kaval yapmıştır. Üfledikçe kavaldan dökülen nağmeler ise; “Zülkarneyn iki boynuzlu,
Zülkarneyn iki boynuzlu”
Yaşlanan, hastalanan üstelik sefere çıkan Zülkarneyn,
Çobanın kavalını dinlediğinde insanların da sırrını bildiğini anlar.
Zülkarneyn ölüm döşeğindedir.
Bu arada vasiyet eder.
Öldüğünde elleri, tabutun dışında olacaktır.
“Ellerim boş,
götüremedim yalan dünyanın malını, ibret alın”
Dercesine…
**
Bir de Eşek Kulaklı Midas var…
Arkeoloji ile ilgisi olanlar için Frigya Kralı Midas…
Gordion Şehrini kuran Frigya Kralı Gordios’un oğlu kral Midas.
Tanrıların gazabına uğramış,
Kulakları büyütülmüş,
“Eşek Kulaklı Kral Midas…”
Anlatılırken,
Uzun saçlarla kulaklarını gizleme,
Gören kişinin kör kuyuya sırrı haykırması gibi
Arada benzerlikler olduğu muhakkak...
Zülkarneyn M.S. Arabistan’da,
Midas, M.Ö. 740’lı yıllarda, Frigya başkenti Gordion’da (Polatlı) yaşamış ve ölmüştür.
**
Bazen hiç okul yüzü görmemiş Dedem(bir yıl medresede okumuş) ve kardeşi Osman Amca, bu yazdıklarımı bize bu kadar anlattığına göre nereden öğrendiler, nerden duydular? Üstelik her hikâyeden ders çıkarmayı, bir sonuca bağlamaları da ilginç, eksiğimiz onlara soramadık, dinletip ders alın diye anlattılar elbette…
**
Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin,
Büyük Halam bize “Billur Köşk Masalları” anlatırdı.
Halama sorduğumda, okuma yazma öğrenen rahmetli babamın bu masal kitabını alarak akşamları baba evinde, çocukluk- gençlik döneminde, kardeşlerine okuduğunu, hep birlikte dinlediklerini söylerdi.
Merak ederek bu masal kitabını edinmiştim.
**
Peki, şimdi bu kadar kitap okuyor muyuz?
Bu kadar anlatıyor muyuz?
Bu kadar konuşup dertleşiyor muyuz?
**
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı
Tümamiral Cihat Yaycı Paşanın telefonu çalar.
Yakutistan Türk Devletinden aranmaktadır.
Bir Yakut heyeti için, Anıtkabirdeki Atatürk’ümüzün kitaplarından “Yakutça Lügatini” incelemek üzere yardımcı olmasını isterler. Anıtkabir Komutanını arar, gerekli izinler alınır, incelerler, teşekkür ederler ve yurtlarına geri dönerler.
Ertesi yıl yine arayarak bu lügatin fotokopisini çekmek isterler.
Adres yine Yaycı Paşa, Anıtkabir Komutanının Paşaya söyledikleri hayret verici; Yakutça Lügatin 2 adet olduğunu, bir tanesi küçük olanı, o da ancak Ana Britannica bir cildi kadar, Büyük olan ise yaklaşık 10-12 cilt civarında ve her sayfasında Atatürk’ün notları olduğunu fotokopi izninin mümkün olmadığını aktarır.
Amiral de şaşırır.
Boşuna Atatürk olunmuyor,
Okumanın kralı işte bu dedirtircesine…
**
Çok düşündürücü çok,
Başta Atamız ve ceddimiz,
Övüncemiz oldular.
Biz işte böyle bir neslin evlatlarıyız da…