Aşağıdaki yazdığım hikâye gerçektir. Şaşıracaksınız ama, yoksul olan bir insanın ne kadar çaresiz olduğunu ve neleri elinin tersiyle ittiğini. Daha sonra da hatasını düzeltmek için ne kadar çile çektiğini okuyacaksınız.
İnançların yerleşmesinde ve yaşanmasında tok olmanın da ne kadar önemi olduğunu göreceksiniz. Açlığın yoksulluğun da bir o kadar ters yönde etkisinin olduğunu düşüneceksiniz. Birde vefayı sorgularsanız, günümüzde olmayan vefayı sevinirim.
Selçuklu’nun zayıf dönemleridir, Yunus açtır, çocukları açtır, köylüsü açtır, çare için, köyü Sarıköy den yola çıkar. 13 günlük bir yolculuktan sonra, Sulucakara köyündeki Hacı Bektaş-ı Veli’nin yanına ulaşır.
Eli boş gitmeyecektir, gittiği hiçbir yere. Yolda heybesine alıç toplamıştır. Hacı Bektaş-ı Veli onu huzuruna alır ve ne istediğini sorar.
Yunus- Bana buğday veriniz efendim, köylüm aç, çocuklarım aç.
H.B.V- Yunus, sana getirdiğin her alıç’ın çekirdekleri sayısının on katı nefes verelim oğul.
Yunus – Ben neyleyeyim nefesi, ne olursunuz bana buğday beriniz hünkârım.
H.B.V.- Yunus bu gün bizim misafirimiz ol hem düşün hem dinlen istersen.
Yunus- Hayır, iki çocuğum, eşim, anam aç, köylüm aç, ben buğday isterim der.
Yunus buğdayları alır köyünün yolunu tutar. Yolda uyur ve rüyasına girer, Hacı Bektaş-ı Veli’nin söyledikleri. Ama buğday köyüne, köylüsüne, çocuklarına gereklidir, yoluna devam eder. Köyüne olaşır, buğdayları dağıtır.
Köyünde bir gün dahi yatamaz. Sabaha karşı yola düşer. Eşi de annesi de bilmektedir, neden gittiğini ikna edemezler. Hacı Bektaş-ı Veli’ye döner ve ondan her alıç tohumu için 10 nefes ister. Hacı Bektaş-ı Veli, ona kendisinden yetkinin alındığını ve Taptuk Emre’ye gitmesini söyler.
Yunus pişmandır. izin istedi yine yola çıktı, günlerce yola devam etti. Sakarya boylarında, Taptuk Emre’nin dergâhına ulaştı.
Hacı Bektaş-ı Veli’den selam getirdiğini söyler. Taptuk Emre hünkârımla, görüşmek isterim der.
-Kimsin ey evlat
-Bir garip kulum dervişim.
-Geldin demek evlat. Bana ayan olmuştu. İçin yanar, konuşmakta zorlanırsın değil mi, evlat hele anlat kendini, anlat.
-O göz ki seni gördü, o ruh ki seni istedi, tende ne işi var. Diyen dörtlüğünü söyler Yunus, Taptuk Emre’ye.
-Benden ne istersin evlat der Taptuk Emre.
-Ben gerçek aşkı isterim efendim.
- Sen bu uzun, yola, yolculuğa dayanabilir misin Yunus? Der ve devam eder Taptuk Emre
-Sana hırka versinler, emek çek, nasibini al. Dergâha odun taşıyacaksın. Dergâh da iki yunus oldu, senin adın, Yunus Emre olsun.
Yunus senelerce dergâh’a odun taşır, hiçbir eğrisi olmayan odunları. Sırtı yara olur ve durumunu etrafındakilere anlatır. Konu, Taptuk Emre’nin kulağına gider.
Sana bu ince uzun yola dayanamazsın demiştim. Daha olgunlaşmadın Yunus. Sen hala Dünya kokuyorsun, derdin bitmedi, Yunus, der. Hikayeyi burada keseceğim.
Tam 40 yıl, karın tokluğuna çile çekmiştir, aşkı için, Yunus Emre, karın tokluğuna dergâhta.
Şimdi bana kimse, çile çekmeden aşık oldum demesin.
Bana kimse varlık içinde yüzerken, eziyet çektim demesin.
Bana kimse Hasreti yaşamadan, vuslatın tadını çıkardım demesin.
Bizler her sözün cılkını çıkarıyoruz, farkında değiliz. Ve yine bizler damarımıza basıldığında bas, bas bağırıyoruz. Saygılı değiliz.
Ne sevda, ne aşk, ne hasret, ne vuslat, bizde gerçek değerini bulamıyor artık. İşin en kötüsü de Vefanın bizde hiç karşılığı yok artık biliyor musunuz.
Vefa artık İstanbul’da bir semtin adında başka bir şey değil. Sadece bir semtin adı olarak kalmasaydı eğer insanlar, bu kadar bencil olurlar mıydı dersiniz?
Kendileri için yapılanları unuturlar mıydı acaba? Ne dersiniz?
Saygılarımla…