Birkaç yıldır bölgesel ve uluslararası anlamda giriştiği diplomasi atağıyla dikkat çeken Kiryakos Miçotakis hükümetinin, son haftalarda ABD ve AB nezdinde adeta Türkiye karşıtı bir kampanya başlatması bardağı taşırmış gibi görünüyor.
Ankara-Atina hattındaki krizde ABD ve AB’nin ayak izlerini görmek mümkündür.
Özellikle Miçotakis’in ABD Kongresi’nde yaptığı konuşma, iki ülke arasında son dönemdeki en önemli kırılmayı yarattı.
Yunan tarafı dur durak bilmiyor ve ortamı germeye devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta Emekli Yunan Amirali Egoifopulos bir dizi açıklamalarda bulundu. Fransız yapımı Rafale savaş uçakları ile Ege’de hava üstünlüğünün Atina’ya geçtiğini söyledi. Çıktığı televizyon kanalında “Larissa’dan üç füze atsak İstanbul Boğazı’ndaki köprüleri vururuz” sonrasında da gelin görüşelim deriz diyerek provokatif açıklamalar yaptı.
Söyleyene değil söyletene bakmak lazım
Ne demek istemiş?
İstanbul’un sembollerini vururuz diyor.
Bu olabilir mi?
Neden olmasın.
Girit adasındaki F-35 ler, Dedeağaç’taki bin tank oralara neden konuşlanmış diye merak etmeyelim mi?
Bizim yapmamız gereken nedir?
Yaşadığımız coğrafya ile ilgili tehdit değerlendirmesini yapmak ve/veya güncellemek, buna göre planlar geliştirmektir.
Bu planlar nerede, nasıl yapılır?
Tehdidin geleceği ülkelerden elde edilen istihbarat verileri doğrultusunda konuşlanmış ordu karargahlarında oynanan harp oyunlarıyla geliştirilir.
Peki ne zamandan beri bu çalışmalar darbe çağrışımı olarak görülmeye başlandı?
5-7 Mart 2003 tarihleri arasında Genkur. Bşk. lığının bilgisi dahilinde yapılan ve ‘Balyoz darbe planı' diye ünlenen 'tatbikat', Org. Çetin Doğan'ın başında bulunduğu 1. Ordu karargâhında düzenlendi.
İşlenen en temel konu neydi?
Yunan ordusunun İstanbul’daki cami veya camilerin bombalayacağına dair öngörü;
Ama maalesef siyasi iktidar ile birlikte Türkiye ve Türk ordusu ile hesabı olan ABD ve NATO’, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla bu çalışmaları yapılamaz hale getirmeyi başardılar.
Tezkerenin geçmemesinin intikamını almış oldular.
Yetmedi ve bir gün kozmik odadaki bilgileri, kurulu hâkim sistemiyle alıp götürdüler.
Yunanlı Amiral Cami demedi ama İstanbul’un sembolleri Boğaz Köprülerinin hedef olabileceğini söyleyiverdi.
Demek ki savaş planlarımız Yunanlılara servis edilmiş.
O köprülerin önemini bizden daha iyi kim bilebilir ki,
Bunu NATO adına söyleyerek, Çetin Doğan Paşanın çalışmasının ne kadar isabetli olduğunu bize yeniden hatırlattılar.
Yunanistan ile bunlar yaşanırken, Güneyimizde eller tetikte ve durum çok gergin; PKK/YPG ile savaşacağız derken her an rejim ve İran güçleriyle sıcak çatışmaya girebiliriz.
Bölgesel çıkarları birbiriyle çatışan İran ve Türkiye bir kez daha Suriye’de karşı karşıya gelmek üzere: ABD’nin Suriye’ye girmeyin dediği, Rusya’nın sarı ışıkta beklettiği Türkiye’nin yeni askeri müdahale planına İran net bir tavırla karşı çıkıyor.
“Düne kadar iki ülke ilişkilerini tanımlayan “rekabet” ifadesi artık yetersiz. Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da Tahran ve Ankara’nın siyasetleri birbirine ters tercihler üzerinden gelişiyor. Son zamanlarda sınır aşan sularla ilgili İran’ın suçlamaları, Irak’ta Kerkük, Musul ve Şengal hattında nüfuz kavgası, İran’ın Türkiye’nin askeri operasyonlarına itirazları, İran’ın PKK’yi desteklediği suçlaması, İran üzerinden gelen kontrolsüz Afgan göçü, Bağdat’ta hükümet kurma arayışında zıt bloklara yatırım yapılması, Irak’ta Haşd el Şaabi’nin Türk üssüne saldırması, Ankara’nın İran karşıtı Arap-İsrail eksenine yanaşması, özellikle Suudi Arabistan’la normalleştirme sürecine paralel Yemen’de Riyad’ı memnun eden eski tutuma dönülmesi iki ülke arasındaki çelişkileri iyice derinleştirdi.”
Bu tür bir siyasal zeminde İran Dışişleri Bakanlığı olası bir harekâtı Suriye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğünün ihlali olarak niteleyip bunun gerilimi artıracağı, durumu zorlaştıracağı söylenebilir.
“İran temelde tüm Türk askeri operasyonlarına karşı çıkıyor. İran’ın Suriye’deki Türk askeri varlığını “işgal”, Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) “Türkiye destekli teröristler” olarak niteliyor. Ayrıca Türkiye’ye Kürtler aleyhine demografik yapıyı değiştirme, güvenli bölge adıyla teröristlere alan açma, terörizm bahanesiyle işgali sürdürme, ilerideki müzakerelerde Şam’a karşı avantaj elde etme ya da ilhak için hazırlık yapmakla suçluyor.”
Görüldüğü gibi her biri tartışma konusu olan birçok suçlama ile karşı karşıyayız.
Anlaşma zemini ortadan kalktığında her biri savaş sebebi sayılabilecek konuları içeriyor.
İçinden geçmekte olduğumuz şartların ve ekonomik göstergelerin iyiye dönmesi kısa sürede mümkün gözükmüyor. Bunu herkes biliyor ve iktidar çevreleri de telaffuz ediyorlar. Önümüzde bir seçim var ve iktidar, kaybetmek istemiyor.
Yunanistan ve İran ile çatıştırmak için mağduriyetler yaratacak küçük provokasyonların, Türkiye bir gece ansızın dalar ve kıyamet kopar mı sorusunu gündeme getiriyor.
İktidarda kalmak için savaş da dahil her yol denecektir.
Çünkü öngörülür olabilme eşikleri çoktan geçildi.
Ukrayna’dan sonra yeni cephe açmak istiyorlar ve Türkiye’yi savaşa sokmak için inanılmaz tuzaklar kuruyorlar!
Hem dik duracağız.
Hem de kurulan bu tuzaklara karşı uyanık olmak zorundayız!