Geçenlerde televizyonda bir programda izlediğim bir profesör şöyle söylüyordu: “Dünyadaki hastalık yapan tüm virüsleri bir araya toplasanız, bu kadar insanı hasta eden virüsleri tartsanız toplanda bir gram yapmaz.”’ İnanamadım. Mutlaka gerçektir, çünkü bilimsel bir açıklama yapıyordu. İstesek; dünyayı böylesine bir savaşa sokmak istesek ( bir dünya savaşına) sanıyorum, dünyanın yarısını bu savaşa anca dâhil edebilirsiniz. Oysa salgının haritasına baktığınızda dünyanın etkilenmeyen yeri, bu virüsün etkilemediği ülke kalmadı.
Ne virüsmüş ama! Yükte hafif paha da ağır… Görünmüyor, bulaşırken hissedilmiyor sinsi! Gram ağırlığı yok, ama bedeli çok ağır! ÖLDÜRÜYOR ÇOĞU ZAMAN VAR MI ÖTESİ? Dünyanın en gelişmiş silahlarının yapamadığı, yapamayacağı bir yıkım yaptı. Yıktı geçirdi insanlığı. Müstahak mı insanlığa? Evet müstahak! Bize müstahak. Biz, bize verilen bunca kıymetin değerini bilemedik çünkü insanlık olarak her şeyi, her yeri hor kullandık. Bize iyi yaşamamız için tüm güzelliklerin sunulduğu, verildiği dünyayı hor gördük, hor davrandık. Hele bizim ülkemizde.
Ağaçlarımızı kesip, ormanları yok ettik. HESler açtık vatandaşın karşı koymalarına, isyanlarına aldırmadan. Jeotermallerin doğamızı katletmesine izin verdik. Zeytinimizi, incirimizi sanki başka ülkelerden geliyormuş gibi en pahalı yedik. Giderek daha da pahalılaşacak öyle görünüyor manzara. Hiç acımadık göllerimize, nehirlerimize denizlerimize, dünyanın tek sahibi insanlarmış gibi hayvanlara eziyet ettik, bilmedik ki bu dünya onlarında dünyası. Ya da bilmezden geldik. Doğa bağırıyordu aslında ama insanlık anlamamakta ısrar ediyordu. Ağaçları kestik, yerine betonlar diktik! Dünya mirası değerlerimize acımadan etrafına betonlar kondurduk! Bir şey zannettik bina yapmayı, tahmin edemedik doğanın bizi cezalandıracağını. En fenası da yaptığımız betonları en değerli icraat gibi sunduk. Bir gün aç kalabileceğimizi tahmin edemedik. Zeytinin, incirin, her konuda tüm bizi besleyen unsurların ki bunlar; yiyeceğimiz, içeceğimizin haricinde mesela suyun bitebileceğini düşünmeden derelerimizi kuruttuk. Ruhumuzu besleyen kültürü, sanatı, sanatçıyı yok saydık! Zannettik ki bu hep böyle devam edecek. Anladık ki şimdi böyle gelip böyle gitmiyormuş, böyle devam etmiyormuş! Doğa verdiğini şimdi geri alıyor bizden. KÜSTÜRDÜK! Sadece doğayı mı? İnsanları küstürdük, ilişkilerimizi bozduk, dostluklar yavanlaştı, her şey menfaate dönüştü. Kim, kimden ne kadar menfaat sağlıyorsa o kadar. Ne kadar ekmek o kadar köfte misali. Aldığımız kadar vermekle yetinmek, daha çoğunu istemek ya da vermeden almak istemek, dahası daima almak istemek. Doğa, sevgi ister, tıpkı insan gibi, tıpkı hayvanlar gibi, tıpkı eşyalar gibi. Bir eşyaya bile iyi davranmazsanız bozulur, uzun ömürlü olmaz. Sevmek, itina edilmek ister. Oysa biz öyle mi yaptık? Bir bakalım, nasıl hoyrat davrandık her şeye. En değerli dağlarımızı elin altın arayıcı hırsızlarına emanet ederek yok ettik. Güzelim akarsularımızı kuruttuk. Doğadan alacağımız değil, doğaya vereceğimiz kaldı. Acımasızca davrandık. Haksızlık ettik!
İstanbul’da Bursa’da yaşanan seller insanları öldürdü. Neden mi? Sizin ağaç sevginiz (sevgisizliğiniz, doğaya düşmanlığınız, olabildiğine hoyrat davranmanız ) yüzünden. O kestiğiniz ağaçların hesabı vardı bizimle, onu geri aldılar. Bu son mu? Asla! Daha yeni başlangıç, işin daha başındayız bakalım bu hesapsız davranışlarımız yüzünden daha nelere maruz kalacağız? Siz hem yapıp, hem seyretmeye devam edin zavallı insanlara ödetin bedelini. Daha neler bekliyor gelecekte düşünmek bile istemiyorum yaptığınız bunca tahribattan sonra. Vatan kavramı, sevgisi olmadıktan sonra geçiniz! Ne yapsak boş!
Salgın bir geldi pir geldi. Akıllandık mı? Hayır! Hala aynı terane… Hafta sonu herkes dışarıdayken çevrenin halini görecektiniz. Sanki hiç salgın yokmuş gibi. Her şey eskisi gibiymiş gibi. Hele bir de piknik yerlerinde insanların yaptığı bıraktıkları atıkları ve pislikleri bilmem söylemeye gerek var mı? Biz hala eskisi gibiyiz de…
ARTIK DÜNYA ESKİSİ GİBİ DEĞİL GÖRÜNEN O Kİ HİÇBİR ZAMAN DA ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK.