1934 yılı güzünün ayak sesleri hissedilmektedir.
Karaçakal yaylağında çift, çubuk, harman toplanmış, oğlaklar satılmıştır.
Kara İmam namı ile maruf Muhtar Mehmet köylüyü toplar, devlet adamlarından bir heyet gelecektir. Köyün devleti muhtar, köylüyü devlet geliyor diye uyarır.
Hantal Devlet deriz de Cumhuriyetimizin emekleme döneminde meğer neler yapılmış. “Türk Dil Kurumundanız” diyerek üç kişilik bir heyet Ellezoğlu Yaylağına çıkagelir. Heyetle Fakır Baykurt’luk sahneler de yaşanır. Karaçakal oymağının yan gelip yattığı günlerde onlara da eğlence çıktı. Gelenlerin amacı tam anlaşılamasa da aşiretlinin dikkatini çekmeye başlar. Ellezoğlu Yaylağının düzünde kadınlardan birine karşıdaki Emine kadını çağırmasını söylerler. Kadıncağız seslenir “Emine bacı misafirler geldi, buraya gel hele bir yol” Emine kadın ses verir. “Tamam, bizim kız az sonra geliyorum.” Heyet başka köyden bir gelini bulur, Emine kadını çağırmasını söylerler. “İmne ana, imne ana gesene bi yo buruya…”
Heyetteki adamlar yazar, çizer, üç gün aşiretliyle konuşur, dertleşirler. Yaylakta uğurlar ola ziyafeti verilir. Heyet Başkanı köylüyü toplar, muhtarın önünde; “Sizin oymak Türkçeyi İstanbul şivesinde konuşuyor, bunu Ankara’ya rapor edeceğiz.” . Bu defa devletten korkan, ürken Yörükler sevinir,
“Kazası belasız gelip gittiler çok şükür” diyerek…
Bu TDK heyeti o yıllarda ilçemiz olan Bozdoğan kazası Halkevinde Karaçakal oymağının İstanbul şivesine has konuştuklarını anlatırlar. Bir zaman sonra Halk evinden bir gurup yaylağı ziyaret eder. Ulus gazetesinde 18 Haziran 1935 yılında resimde görüleceği üzere bu ziyaret haber olur. Ne yazık ki bu resimdekilerin hiç biri yaşamıyor artık.
Bir anekdot…
Ortaokulda Türkçe öğretmenimiz olan Allah uzun ömürler versin Emir Ayşe Dağlı Erenay hanımefendi de Bozdoğanlı idi. Bir gün babamın gelmesini istedi. Rahmetli babam sert bir ses tonuyla “Ne b.k yedin öğretmenin beni çağırtıyor” diyerek tersledi. Babam rahmetli gülümseyerek döndü. Öğretmenin kendisi ile sohbet ettiğini, konuşma şivemizi beğendiğini, benim kelimeleri kullanmamın dikkatini çektiğini bir de aileden biriyle konuşmak istediğini aktarması da ilginçti. Emir öğretmen “Siz hep böyle mi konuşursunuz? Köylünüz de mi böyle?” demesi de bir anı olarak hafızamdan silinmedi.
Karaçakal oymağının şivesinin TDK’da yer aldığını duyardık. Gerçekten bizim insanımız Türkçeyi çok güzel konuşur, değerlerimizi hep koruduk. “Geldim, gidiyom, gidiyorum, geleceğim, arkadaş, ekmek…” derken, “gelip bakırımın, gi’cem, gidiveren gari, gelivecem, akideş, eemek” diyenler de bizi küçümsemeye çalışmadılar da değil. Hatta yörükçe diyerek bu şivelerini bizlere mal etmeye de çalıştılar.
Oysaki bizim adeta tapulu bir şivemiz var. Duygularımızı arı bir şekilde anlatan şu sözlere dikkat ediniz lütfen!
Karaçakal Türkü’sünün ilk iki dörtlüğü…
Kıratıma burçak verin kişnesin,
Yaralarıma fitil salın işlesin,
Ben gidersem nazlı yârim nişlesin,
Koyu gölgelerde gergef işlesin.
Kıratıma bindim köprüden geçtim,
Kumalar Yaylasında al kanlar saçtım,
Altın çakmaklımı aldım Dinar’ı bastım,
Duymadın mı ağalarım efem şanımı!
Var diyorum şimdi globalleşen, değişen dünya gibi, insanımızda bir değişim yaşıyor. Bu değişim ile üzülerek izliyoruz ki, güzelim şivemiz de yerinde kullanılmıyor. Kaymalar ve bozulmalar gözleniyor. Geçen haftalarda dil birliğinin önemini anlatan “Eskici” hikâyesini bu nedenle anımsattım. Söylüyoruz, uyarıyoruz, anlatıyoruz dil birliğini ve şivemizin önemini…