12 Eylül 1980 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanlarından oluşan Millî Güvenlik Konseyinin liderliğinde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir komuta zincirine uyularak 12 Eylül Darbesi gerçekleştirildi.
Darbe sonrası; resmî rakamlara göre sağdan ve soldan 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askerî mahkemelerce yargılandı, cezaevlerinde ise işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldü. “Bir sağdan bir soldan” mantığıyla 15 devrimci, 8 ülkücü genç idam edildi. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Binlerce genç demir parmaklıklar ardında ömür tüketti. Binlercesi eşinden, işinden oldu. Siyasi partileri kapatarak genel başkanlarını siyasi yasak getirerek hapse attı. Kısaca 12 Eylül, hem devrimcileri hem de ülkücüleri silindir gibi ezdi geçti.
1983 Türkiye genel seçimleri, 12 Eylül Darbesinin ardından yapılan ilk genel seçimdir. Seçimlere Millî Güvenlik Konseyinin izin verdiği, Milliyetçi Demokrasi Partisi, Anavatan Partisi ve Halkçı Parti olmak üzere üç parti katıldı. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni işaret edince, halk Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi’ni tek başına iktidara getirdi. Kapatılan partiler başka isimle yeniden kuruldu ve genel başkanları Türk siyasi tarihine “emanetçi” olarak geçti.
1987 yılında referandum gerçekleşmiş, halk siyasi yasakları kaldırmıştı. Yasaklı liderler emanetlerini geri aldı ve Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş gibi liderler partilerinin başına geçti.
İşte o zaman Türkeş, Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanı sıfatıyla Aydın’a gelerek bir toplantı düzenledi. Cezaevindeki ülkücüler ve onların ailelerine yardım amacıyla kurulan Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı'nın Aydın başkanlığını rahmetli Satılmış Kara da toplantıdaydı. Kara, Türkeş’e şu soruyu yöneltti.
“Ülkücüleri ezen orduya hala yaşasın ordu mu diyeceğiz?”
“Evet” dedi Türkeş. “Yaşasın ordu” diyeceğiz” diyerek şöyle devam etti.
“5 kendini bilmez darbeci yüzünden ordumuzun örselenmesine izin veremeyiz. Ordumuz bizim gözbebeğimizdir. O yüzden dün olduğu gibi bugün de, yarın da hep yaşasın ordu diyeceğiz.”
Bu bir devlet adamı yaklaşımıdır ve ona yakışan budur!
Günümüzde de Devlet kurumları yıpratılmaya çalışılmaktadır. Kızılay’ın çadır ve konteyner üretim tesisleri var. İddiaya göre Kızılay, depremin üçüncü günü AHBAP’a 2 bin 50 adet çadır satışı gerçekleştirdi.
Bu satışta hukuksuzluk yok ama insanlar canı ile uğraşırken, sırf bugünler için yardım ettiğimiz kurumun ticaret yapması, böylesi bir zamanda elindeki stoğu başkalarına kullandırmasını doğru bulmuyorum fakat çadırın, Ahbap Derneği’ne satılması sonrası başlatılan çok kirli bir karalama kampanyası da doğru değildir.
Çünkü…
Merkez üssü Kahramanmaraş olan depremler sonrası harekete geçerek depremzedelerin “beslenme” ve “kan” ihtiyacına yönelik çözümler üreten, her gün 2.5 milyon depremzedeye üç öğün sıcak yemek veren Kızılay’ı, hedef almak haksızlıktır.
Hukuki ama zamanlaması yanlış bir işe imza atan yöneticiler yüzünden gözbebeğimiz Kızılay’ı itibarsızlaştırmak insafsızlıktır.
Depremzedelerin hayata tutunmaları için tüm kurum ve kuruluşlar ötekileşmeye yer vermeden omuz omuza yürümeli…
A parti, B parti demeden…
Bunu başarabilirsek uzun yolumuzu kısaltabilir, daha sağlıklı ilerleriz…
Yöneticiler gelip geçicidir. 155 yıllık kurumda şimdiki yöneticiler gider, yenileri gelir. Kalıcı olan Kızılay’dır. Biz “Yaşasın ordu” dediğimiz gibi, “yaşasın Kızılay” demeye devam edeceğiz.
Artık vakit geldi. Şuraya bir not düşerek yazımıza nokta koyalım.
Kızılay'ı itibarsızlaştırmak gayreti içinde olanlar, umarım bir gün Kızılay'a muhtaç olmazlar.