Yaştan şikâyet etmek çok kişide gördüğümüz bir ruh halidir. Her yaş grubunun bu konuda kendilerine göre gerekçeleri vardır. Sözgelimi; çocuklar daha çok saygı görmek ve çocukluklarında yapamadıkları şeyler için büyümek isterken, yaşlılar vefa görme ve takdir edilme istekleri yanında hatıralarına sığınma eğilimindedirler. Ancak insan gönlünün yaşla bir ilgisi yoktur. O, her zaman genç ve her zaman zindedir.
Çocuk denecek yaşta iken Cahit Sıtkı Tarancı’nın meşhur "Otuz Beş Yaş" şiirini okuduğumda duygularım allak bullak olmuştu. Karşımda kendine yetmiş yıllık bir ömür biçen otuz beş yaşında bir adam duruyordu. İçinde bulunduğu yaş içinse "Her doğan günün bir dert olduğunu/ İnan bu yaşa gelince anlarmış" diyerek kahroluyordu. O yaşa gelmekten çok korktum. Tabii ki bu, çocukça bir algılamaydı. Ancak ülkemizdeki insan yaşıyla ilgili çok yanlış şartlanmaların tipik bir örneğiydi. Tek mazereti ise:O bir sosyal bilimci değil, bir şairdi...
Hayat bir yolculuk; çocukluk, gençlik ve yaşlılık onun durakları olduğuna göre, her durağın bir güzelliği olduğu muhakkaktır. Bütün mesele, iç dünyamızla barışık olma meselesidir. Ancak, toplumumuzun ve geleneklerimizin yaş konusundaki yaklaşımları da çok yıkıcıdır. Buna göre, "İnsanlar emekli olana kadar çalışmalı, sonra evden kahveye, kahveden eve gitmeli; kadınsa, (çalışan çocuklarına ait) torunlarına bakmalı, her işe karışmamalı, artık iş ve çalışma hayatını yeni yetişenlere bırakmalı ve yavaş yavaş ölümü beklemelidirler!" Yaradılışımıza, inançlarımıza, tarihi yaşayış ve karakterimize hiç yakışmayan bu anlayış ve yaklaşım ne kadar sakattır...
Öncelikle şunu idrak etmek gerekir ki: Yaşlılık ömrü olan herkesin yaşayacağı bir süreçtir, asla bir kusur değildir. Bu insanlar, toplumda en fazla bilgi, görgü ve tecrübeye sahip kimselerdir. Onlara değer vermek, hastalandıklarında ziyaretlerine gitmek kadar, onların bilgi ve tecrübelerinden ömür boyu yararlanmaktan geçer. "Genç düşünebilse, ihtiyar yapabilse" sözü bu konuda ne kadar anlamlıdır. Çünkü onların bize ihtiyaçlarından çok, bizim onlara ihtiyacımız vardır. İnsanların değerini takdir etmek ve toplumda yararlı işler yapmalarını sağlamak yerine, onların kendilerini değersiz hissetmelerinden toplumun kazancı var mıdır?
Hele hele insanların en verimli çağları olan orta yaşta, onların iş ve tecrübelerinden faydalanmamak akıl ve vicdana sığar mı? Her yaş ve kültürden insanlardan faydalanmak ve onları iş ve sosyal hayat içinde hakkettikleri saygıyı kazandırmak gerekmez mi?. Aksi takdirde kendini gereksiz gören, dünyaya vereceği hiçbir şeyi olmayan milyonlar üretmiş olursunuz ki sıkıntısını bütün ülke ve hatta dünya hisseder.
Tecrübe edinilmesi uzun zaman alan, ancak daha çok, zahmet, sıkıntı, deneme, tanıma, çatışma ve bazen de büyük acılar sonucu elde edilen birikimlerdir. Hiçbir gelişmiş medeniyet yahut akıllı insan yoktur ki başkalarının hazır tecrübelerinden yararlanmasın. Tarih; bilim, sanat, eğitim ve üretene değer veren milletlerin başarı örnekleriyle doludur... Mesleği iyi bilmesine rağmen ustasının izniyle iş yeri açan esnaf, uzak vilayetlerde tecrübeli devlet ve kültür adamlarından ülke ve devlet idaresini öğrenen şehzadeler, dinî hayatı büyük âlimlerin önünde, yıllarca hem teorik hem de pratik olarak görerek öğrenen din bilginleri, müzik, resim, hat vb. sanatı ustalarından yıllarca büyük emeklerle öğrenen sanatçılar, tarihte hep aynı anlayışın eserleridir.
Biz insanlar, hep kanatlanmadan uçmak isteyen bir kuş yavrusu gibiyizdir. Kusurlarımızı ve eksiklerimizi görmek istemeyiz. Oysa ki ister sanatta isterse bilim alanında olsun, bizim, insanların etiketine değil hayata yaptıkları olumlu katkılarına ihtiyacımız vardır. O da bir tecrübeye veya tecrübeli insanların desteğiyle mümkündür. Burada emeğe, sabıra, yıllara ihtiyaç vardır. İşte "sabırla helva olan koruk" bu anlayışın ürünüdür.
Tarihten biliyoruz ki, insanların faydalı işler yapmasına hiçbir yaş engeli yoktur. Bugün gönül dünyamızda emsalsiz bir yeri olan Eyüp Sultan’ın 90 yaşından sonra İstanbul’un fethi için sefere katılıp, surların dibinde şehit olduğunu unutmamak gerekir. Yüzyıllar önce yaptığı dünya haritası ile akıllara durgunluk veren büyük denizcimiz Pîrî Reis, Mısır valisi tarafından Kahire’de astırıldığında 81 yaşındaydı ve Hindistan seferine hazırlanıyordu. Büyük mimarımız Sinan, ustalık eserim, dediği Selimiye’yi yaptığında 86 yaşındaydı. Cihan Sultanı olan Kanuni, 72 yaşında öldüğünde harp meydanlarında idi. Dünyaca ünlü tarihçimiz Halil İnalcık, ömrünü tamamladığında 100 yaşında idi. Ömrü boyunca (yurt dışı ve yurt içi) bilimin emrindeydi.
Demek ki, yaş takıntısı yerine yetiştirdiğimiz değerlerimize saygı ve fırsat vermek gerekiyor. İstisnasız her bir ferdin bilgi ve becerileri doğrultusunda, insanlığa kazandıracağı büyük yararlar vardır. Her bir insan saygı değerdir, ancak insanlığa vereceği çok şeyi olan yetenekler, daha çok saygı değerdirler. İnsanları yaş bahanesiyle âtıl hale getirmek ise büyük bir felakettir. Çünkü büyük işler yapmanın yolu, büyük tecrübelerden yararlanmaktan geçer.