Çocukluğunu yaşayamadan, birbirleri ile yarışan, sadece önde olduğunda mutlu olan, çocuklar yetiştirdiğimizde; başarılı anne babalar olduğumuzu zannettik.
Çocuklarımızın üstün olduğu, kabiliyetli olduğu, tarafları değil, bizim istediğimiz gibi olduklarında başarılı ve saygın olacaklarını dikte ettik.
Sormadık, ne olmak istediklerini. Gözlemlemedik üstün taraflarını. Daha doğduklarında isimlerini koyar gibi mesleklerini de koyduk beyinlerine. Olmak isteyip te olamadığımız, mesleklere sahip olsunlar istedik.
Belki çok iyi marangoz ustası olacaklardı, engelledik. Elektronikçi olsunlar istedik. Okulu bitirdiklerinde çok iyi birer garson oldular.
Belki çok iyi birer taş duvar ustası olacaklardı, Mühendis olsunlar istedik, bitiremediler okullarını. Bizlerin baskıları yüzünden yapamadılar istedikleri işi, yine iyi birer boş gezenin boş kalfası yaptık onları.
O çocukluğumuzda, kendimize yapılan baskıların tamamını, çocuklarımıza yaptık. Böyle yaptığımızda her şeyin daha güzel olacağını zannettik.
Eğitim sisteminin ve kurumlarının tüm yanlışlarını hiç düşünmeden, birer yarış atı gibi herkes den daha iyi olsunlar istedik ve belki de bir çokları istediğimiz gibi oldular, ama mutlu olamadılar.
Bizler değişimi gelişimi göremedik ama kuyruğu dik tuttuk. Senin iyiliğin için yaptık tüm bunları diye kendimizi savunmayı da ihmal etmedik.
Birer masa başı elemanı olmalarını istedik çocuklarımızın.
Düşünemedik kimler üretecek, kimler icatlar yapacak, kimler yeni yöntemler bulacak, diye. Bizim çocuk masa başında rahat etsin de, kim üretirse üretsin bunları, bizim için önemli olan kendi çocuklarımızın rahat etmesiydi, Kaybettik.
Geldik bu günlere, üretmeyen, icat etmeyen, araştırmayan ve sadece ay sonu maaşını almak için iş arayan Milyonlarca gencimiz var ortalıkta.
Gariptir hepsinin kocaman birer işe yaranmayan diploması var ve bizim istediğimiz diplomalardan.
Dünya, yeni bir düzen değişikliğine gidiyor. Üretmeyenin tüketmeye hakkı olmadığı bir düzene doğru ilerliyor. Düşününüz birazcık, hepimizin çocukları masa başı istiyor kim yapacak üretme işini?
Diziler, bilinç altımıza çok rahat bir dünya sunuyor. Kocaman bir ofis binası, arka tarafında, çok lüks otel odaları ve çok rahat kazanılan para akışı, çok rahat bir hayat.
Peki, bu dizilerde anlatılanlar gerçek hayatta var mı?
Var, sadece erki elinde bulunduranların çocuklarının, hayat tarzı olarak var.
Kaç tanedir koca ülkede? Tahminen yüz kadar bunlar. Haksız kazanç sahibi hırsızların evlatları.
Gerçek hayatta ise, her şirketin arkasında bir üretim hane, bir fabrika olmadan, öylesi bir yaşam söz konusu olamaz. Kaldı ki gerçekten üretenlerin ofisleri o şekilde lüks içinde değildir. Yaşamları da mütevazidir.
İşte bu koşullarda yetişen ve dört koldan saldırdığımız taze beyinler, gerçek hayatı görünce aptallaşıyorlar.
Bu bizim yanlış yönlendirmelerimizle, kabiliyetlerinden ve yeteneklerinden uzak yetiştirdiğimiz çocuklarımız, eğitim sistemimizin, üretimden uzaklaştırmaları; dizilerin hayali güzellikleri ile yetişen çocuklarımızın beyinleri dumura uğruyor.
Yıkımlar, intiharlar ve cinnet geçirmeler, yeni nesilleri bekliyor.
Efendiler, Önce Aile bireyleri olarak çocuklarımıza, yanlış eğitim sistemine son vermek zorundayız.
Sonra Milli eğitim sistemimizi üretimin önünü açacak ve yeni yöntemler geliştirecek hale getirmeliyiz. “Üretime hizmet etmeyen, eğitim ve öğretim ülkeyi batırır.”
Sonra gerçeklere uymayan, dizileri kontrol altına almalıyız ülke yeniden bir üretim seferberliğine sokulmalıdır.
Ha birde tarihimizi öğreteceğiz diye, hamaset öğreten, kılıç kalkanla ülkelerin kurtulacağını anlatan dizilerden de, uzak durmak zorundayız. Artık kılıç kalkan ve hamaset yöntemleri ile ülkeler kurtulmuyor, batıyorlar. Saygılarımla.