Çok şükür!
Bir Ramazan Bayramını da kavuşmanın sevinç ve mutluluğu içindeyiz…
Zaten bütün milli ve dini bayramlar, milletçe sevinç ve sürur günüdür...
İyilikleri, yardımlaşma ve paylaşmayı yaşamak istediğimiz kardeşlik ikliminin havasının estiği, milletçe özlenen barış ve huzur günleridir…
Böylesine duygu dolu güzel günlerde, bayram olur da keyifli bir Türk kahvesi içilmez mi?
Hem de seve seve...
Hem de sevdiklerimizle.
O zaman niye duruyorsun?
Haydi, ocağa sür kahveyi!
Her birimizin hasretle beklediğimiz kahve sohbetleriyle ilgili unutamadığı yüzlerce ne kadar çok anıları vardır.
Hele biz Türklerde, toplumun yaşam kültüründe kahve, sosyal hayatın adeta ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Kahve içimi referanslı pek çok olay ve anılara tanıklık etmişizdir.
Kırk yıl hatırı olan bu acı kahvenin, kalbimizde, ruhumuzda ve sosyal hayatımızdaki etkileyici derin izleri olan iki anekdotu anlatmadan geçemeyeceğim.
Anadolu'dan Sivas şehrinden bir genç Bursa'ya yüksekokula okumaya gider.
Bursalı, şehirli bir kızı sever, aşık olur...
Birbirlerini delice seven bu çılgın âşıklar, gel zaman, git zaman okul bitince, erkek gencin tayini Anadolu'ya çıkınca sevdiği kızdan ayrılmak zorunda kalır...
Genç, öğretmenlik mesleğine âşıktır.
İdealisttir, Anadolu'da eğitim bekleyen öğrencileri vardır....
Kız gitmemesini, Bursa'da kalıp, yuva kurup yeni bir hayat kurmalarını salık verir.
Kız tarafı biraz da zengincedir...
Erkek, bir türlü gururuna yediremez...
Bu ilişkiyi sonlandırmak ister.
Bursalı kız;
Aşkına, gönlünü kaptırdığı sevdasına son olarak şu dizelerle seslenir:
“Mademki beni bırakıp gidiyorsun...
Anıları, mektupları yakta git!
Ne olur bir fincan acı kahvemi içte git!”
İşte acılı bir aşk öyküsüne konu olan bir acı kahvenin hatırı...
Anılar, acılar, sevinç ve mutluluklar!
Kırk yılı hatırı olan gönüllerden izi çıkmayan yaralı yürekler!
Kahve denince, bu zengin kahve kültürünün yaşantımızda bizi nasıl etkileyip anlam ve değer kazanmıştır yakinen görüyoruz...
Bursa Eğitim Enstitüsü’nden hocaların hocası değerli Türk Edebiyatı hocam Prof. Dr. Ali Süreyya Beyzadeoğlu’nun biz öğrencilerine anlattığı anekdot çok ilginç ve dikkatimi çekmişti. Söz kahveden açılmışken paylaşmak istedim:
Sene 1957 yılı kahve kıtlığı var.
Kahve de vesika ile alınır halde.
O dönemde Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay hem İstanbul Valisi, hem de İstanbul Belediye başkanıdır.
Süreyya hocamın ve amcası Yusuf Ziya hocanın da hocası Ali Nihat Tarlan, valilik makamına hitaben bir şiir kaleme alır.
Şiir şöyledir:
VALİLİK YÜKSEK MAKAMINA MANZUM DİLEKÇE
“Kahvesiz ahvalimiz pek derbeder.
Kalmıyor dizlerde dermandan eser...
Kahvenin derd- i dile derman meğer...
Kahve lütfet varsa, imkânın eğer..."
Şiirin ilk dörtlüğü böyle başlar ve bir kaç dörtlük devam eder..
Bu şiir 1957 yılında , “Şiirle validen kahve isteyen profesör” manşeti ile gazeteye konu olur.
Bunun üzerine Vali Fahrettin Kerim Gökay, memurları eşliğinde kahve vesikası ile kendi yazdığı şöyle başlayan bir şiir gönderir hocaya:
"Aldanma ki şair sözü elbette yalandır...
Feri bitmez Nihat’ın kudreti bi- misk ü tüvandır."
Bu hikayeyi muhterem hocam Süreyya Beyzadeoğlu bey, bir kahve sohbetinde öğrencilerine anlatıyor. Kahve kelimesi gibi, o kelime, o olay veya konu adına taşı gediğine yerleştiren yüzlerce şiir, binlerce anekdotlarla dopdolu ulu bir pınar...
Alanında ezberinde en az on bin şiir olan bir uluçınar...
Hala ilminden istifade ettiğimiz gönül adamı muhterem hocam!
Bu güzel, hoş, anekdotla kahveyi hak ettiğimi düşünüyorum.
Bugün bayram!
Hacı Bayram Veli şöyle diyor:
“Bayramı imdi Bayramı imdi
Bayram edersin yar ile şimdi
Hamd-ü senalar hamd-ü senalar
Yar ile bayram kıldı bu gönlüm”
Allah, milletçe, tüm İslâm âlemi olarak, sevdikleriyle, yâr ile bayram edenlerden eylesin!
Barış, kardeşlik ve huzur içinde yâr ile bayram edenlere selam olsun!
Hepinizin Ramazan Bayramı kutlu olsun!
Kalın sağlıcakla.