“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” sözlerini hatırlarsınız sanırım değerli okurlarım: 1994’te yayınlanan Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” romanının başlangıç cümlesi.
Bazı kaynaklar da Hristiyanların İncil satarlarken en çok kullandıkları slogan olduğunu yazarlar bu sözün.
En son okuduğum kitap Dr. Nilgün Çevrimli imzasını taşıyor. 2019’da Ankara’da Gazi Yayınevinin yayınladığı bir eser: “Vakfiyeler Göre Tâbir ve Istılahlar” adıyla yayınlanmış. Ben bu eseri okuduğumda hayatım değişmedi, fakat vakıf medeniyetimiz özelinde Türk Milletinin kültür ve medeniyetine bakışta bol ışıklı bir pencere açıldı zihnimde.
Ben vakfın ne demek olduğunu bilmeden Güney Orta Okulunu bitirirken öğretmenlerimizin bilgilendirmesiyle Aydın Vakıf Talebe Yurdu sınavlarına başvuru yapıldığında duymuştum vakıf terimini değerli okurlarım.
1969’da Aydın’da girdiğimiz sınavları kazanınca, Güneyli olan, yurtta kalarak okumuş Hukuk Fakültesini bitirmiş stajyer hakim Süleyman Kül ağabeyimiz ile Ticaret Lisesi son sınıfta olan Mehmet Kül ağabey; Güney Orta Okulundan bizden bir yıl önce yurdu kazanan Ahmet Kaçar, Süreyya Altuner ve birlikte kazandığımız Erhan Buldanlıoğlu ile aynı havayı soluyunca anlamaya başlamıştım vakfın ne demek olduğunu.
17. Yüz yıl yapısı olan Cihanoğlu Camii külliyesinin bir yapısı olan yurt binamızla vakfın tarih demek olduğunu yaşayarak öğrenmiştim.
Sonraki yıllarda DTCF Türk Dili ve Edebiyatı öğrenciliği ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu yıllarıyla devamında eklenen yıllarda Vakıf Medeniyetimizi öğrenip idrâk ettikçe kültürümüze ve medeniyetimize olan duyarlılığımız ve hayranlığımız artmaya başlamıştı.
Konuyu sayın Çevrimli Hocamızın kitabından takip edelim derim değerli okurlarım:
“Vakıflar, insanların hatta diğer canlıların faydalanması için ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak isteyen kişilerce oluşturulmuş özel kurumlardır. Varlığını toplum yararına vakfeden kişiye vâkıf denirken vakfiye de kurumların varlıklarını kanıtlayan hukuki belgelerdir. Vakfın teşekkülü ve işleyişi hususunda vâkıfın tanzim ettiği hüküm ve kaideleri ve bunların kadı tarafından tescilini ihtiva eden hukuki vesikalardır vakfiye ya da vakıfnameler.
Dünyalık ömrü sonlu olan, sonsuzluk düşüncesi üzerine kurulan vakfın sonraki yüzyıllarda korunmasındaki zorluk bilindiği için vakfı vakfeden kişiler başlangıçtaki dualarının yanın da bir de beddua ederler: Vakfı kuruluş amaçları dışında kullanan kişiler için Allah’ın peygamberlerin, meleklerin, insanların ve bütün mahlukatın lânetinin vakfı değiştiren kişinin üzerine olmasını dilerler.”
Çok değerli Dr. Nilgün Çevrimli, bu çalışmayı yaparken Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde kayıtlı olan 13. Yy’dan 19. Yy sonunu kapsayan döneme ait 27 bin vakfiyeden tasnifi yapılan 623 defterde yer alan, 21.659 vakfiyeyi tarayarak, yedi bin civarında terim ve deyim tespit etmiş, sanat tarihi, tarih, mimari, ekonomi, hukuk ve diğer kültürel alanlara ilişkin tâbir ve ıstılahları/terim ve deyimleri anlamlandırmıştır. Amaç olarak da Osmanlı sınırlarının ulaştığı coğrafyalardaki vakıflar ve vakfiyelerle ilgili çalışma yapacak bilim insanlarına bir kaynak eser sunmayı hedeflemiştir.
Ör:
Âsitâne-i sa’âdet: Osmanlılarda İstanbul’a verilen isimlerden birisi.
Bî-kes : Kimsesiz, zavallı
Darü’l-İslâm: İslâmiyet merkezi, Müslümanların hakim olduğu yer.
Dil-şâd: Gönlü sevinçli
Direk mumu: Aydınlatma amcıyla direklere asılı bir mekanizmada yer alan mum.
Vakfiyesi: “……be-her sene Câmi’I Kebîr’e direk mumuna yarım vukiyye mûm ve bir vukiyye zeyt yağı virilüp…”
Ehl-i ırz: Şerefli, namuslu ve temiz olan.
Vakfiye: “……Galle-i mezbûr dahi her senede ehl-i ırz hâtunlara üç yüz akça sadaka ihsân idüp vâkıfe ruhûna ihdâ’ eyleyeler…”
Fenn-i mûsikî: Musiki ilmi
Vakfiye: “….ve ‘ilmî edvâra kâdir ve fenni mûsikîde mâhir hoş savt na’hân ta’yîn oluna ba’de kırâ’ati’l-Kur’âni’l-‘azîm na’t-I Resûl-i Ekrem tilâvet eyleye sallallâhu aleyhi vesellam âna dâhiyevmî bir akçe vazîfe verile…”
Kutnî: Pamuktan ya da ipekle karışık kumaştan dokunmuş ensiz kalın bir çeşit kumaş.
Çok değerli Bilim insanı Dr. Nilgün Çevrimli’nin 945 sayfadan oluşan bu çok özel eseri imzasıyla elime gelince Türk millet olarak ecdadımızın insanlık tarihine sunduğu vakıf medeniyetimizi düşündüm…
Her birisi insanlığın yararı için yapılmış olan; kaleler, ribatlar, câmî’, zâviye, mezar ya da türbeler, mektepler, kütüphaneler, çeşmeler, şifahaneler, hanlar, hamamlar, çarşılar, bedestenler, Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra sosyal hayatın içinde yer almaya başlamıştır. Özellikle de Anadolu merkezli Selçuklu- Osmanlı döneminde yüzlerce yıl sosyal hayatın dengesini ve işleyişini gerçekleştiren vakıflar Türkiye Cumhuriyeti döneminde de çağın şartlarına uyum sağlayarak varlığını sürdürmektedir.
Şeyh Edebalı Osman Beye nasihatinde ne diyordu: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!..”
İşte insanı yaşatmayı hedefine koyan bir kurum olan vakıfların göz ardı edilen en özel alanlarından birisini; vakfiyeleri konu edinen böylesi bir çalışmayı yapan sayın Dr. Nilgün Çevirici’yi Hanımefendiyi kutluyoruz.
Sevgiyle…