Ünye’de ara sokakta bir ev…
Okuldan çıkan çocuklar cıvıl cıvıl seslerle sokak başında göründüler.
Evin giriş kapısı hala açılmadı, henüz dönmeyen çocuklardan biri de Ahmet idi.
Anası azıcık daha bekledi, belki geç gelir dese de usulca yaşmağını aldı. Sahil kıyısına doğru yöneldi. Oğlu her zaman ki yerde, kıyıda, taşların üzerine oturmuş, gözlerini ufka dikmiş, Karadeniz’in iyotlu deniz havasını içine çekerek derinden nefes alarak dalıp gitmişti. Tek tük taka sesleri ve bağırışlar duyuluyordu. Ana oğlunun yanına ilişirken gülümsedi, oğlu da sessizce gülümsüyordu.
“Oğlum Ahmet, gene mi buradasın?”
Oğlu başını salladı.
Ana oğlunun saçlarını okşadı. Konuşmadan oturdular. Konuşmadan dedikse, gözleri ile konuşuyorlardı adeta. Sessizliği ana bozdu.
“Haydi, Ahmet oğul gidelim “
Ana-oğul yan yana yürüdüler.
Ünye ara sokaklarına doğru yöneldiler.
Ünye’de geçen yılların ardından İzmir Dokuz eylül Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi, Maliye Bölümü biter. İzmir’de tanıştığı Aksekili, Aksu Köy Enstitülü öğretmen Hüseyin Koçak’ın kızı Çine doğumlu, Türkan öğretmene sevdalıdır. Evlenirler ve iki kızları olur, duygu yüklü bir baba ile resim öğretmeni, sanatçı ruhlu anneden büyük kız, tiyatro, senaryo yazarlığı ve film yönetmenliği dalında yürümektedir. Küçük kız ise, tıp eğitimi almış, doktor olarak görev yapan bir sağlık neferidir. Eşinin resim alanındaki çalışma ve yükselmesini “Talya ve Gazoz Kapağı” yazısında detaylıca anlatmıştır.
Hani adama sormuşlar, “Nerelisin?” el cevap, evlenmedim daha der.
Onun gibi Ünye ile birlikte Çine ve Aydın yaşamlarında önemli yer tutar. Nereye gitse Aydın’ı özlediğini düşünür. “Bekle beni Ünye” diye seslendiği şiirleri vardır. Yaşamlarında Ünye-Aydın hattı oluşturmuşlardır. Uzunca bir esnaflık yaşamı sonrasında Aydın Belediyesinde de görev yapar, işine son verilir, sorun etmez, yaşadıklarını tefrika halinde aktarır.
Rahmetli Ferhan Şensoy hemşerisidir. İki Ünyeli ancak İstanbul’da yıllar sonra tanışırlar. 2 bin 400 kusur kez Ferhangi Şeyler oyununu sunan Şensoy için, “Bir garip adam, konuşması, gülüşü farklı, bakışları değişik, yürüyüşü kimseninkine benzemiyor.” Dediği satırlar…
Ünye sahil kasabası oluşundan dolayı deniz, balık, sahil, deniz kabuğu, deniz taşı ilgi alanıdır. Deniz kabuklarını toplar, bir kıyıda saklar. Deniz taşlarını alır, inceler, bir şeylere benzetmeye çalışır, dalgaların yaladığı, güneşin yaktığı taşlarda figürler arama ve yaratma uğraşısına girişir. Ünye ve Ayvalık kıyılarından Kalamaki sahillerinde de taş arayan Keleşoğlu, Karadeniz’den Ege kıyılarına uzanmıştır. Evinin kıyısında bir de bakar ki bir kamyon taş ve taşlar arasında uğraşan bir deli adam.
Durmaksızın taşlarla uğraşırken, sadece ayaklarına sürtünen, mama isteyen kediler için ara verir. Bu arada kısa zaman önce vefat eden Raci adlı kedilerinin ardından ağıtlar yakmıştır. Sonuçta resim öğretmeni, sanatçı ruhlu hoca hanım bile dayanamaz bu taş yığınına, sitem eder.
Küratörlüğünü Kuzen Serap Hanım, Fon Tasarımını Türkan Hanımın yaptığı, 27 Eylül 2021 ile 3 Ekim 2021 tarihleri arasında Kuşadası İbramaki Sanat Galerisinde “TAŞLARIN DİLİ” adında bir sergide 60 adet eserini sergiler. Taşlarla ilgili en ufak bir müdahale etmeden, yaratıcı figürler ile yerli yerine oturtur. Tabloya bir duvar örülmesi, üzerinde köpek ve gitarlı bir genç kondurmak kolay da değildir. Kaplumbağa, Boksör, Kadınlar, Çocuklar, Afganistan, Bolaman Ceza evi temalı tam 60 eser izleyiciler tarafından hayranlıkla izlenmektedir.
İlgi görür, bir arkadaş, yaptığı yorumda “Taşlar dil verdi, insanımız dil vermedi” şeklinde bir serzenişte bulunur.
Biz de Taşların Dili sergisini hayranlıkla izledik.
Önümüzdeki günlerde Aydın’da da izleme şansına kavuşulacaktır.
Emek, eser ve sanatın dillendirilmesi gerektiğini düşünenlerdeniz.
Bu nedenle bu satırları yazmayı gerekli gördük…
Tebrikler, emeğine ve ellerine sağlık Ahmet Keleşoğlu.