Aydın Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığında çalıştığım yıllardı.
Başta tiyatro olmak üzere diğer sanat alanlarında da mesai mefhumu tanımadan büyük bir istekle çalışmaların içinde bulunmuştum.
Büyüsünden olsa gerek ki, hiçbir sanat dalı tiyatro kadar etkisini gösterememişti. Her dönemde tiyatronun popülaritesi hız kesmeden yükselmeye devam etmişti. Çünkü tiyatronun her zaman kendisini öne atmak gibi bir huyu olduğunu biliyordum. Tiyatro hassastır.
Tiyatro açlığa gelemez, mutlaka kendini gösterir ve ben buradayım der.
Çok sevdiğiniz bir konsere kaç kez gidebilirsiniz ki? Yada çok beğendiğiniz bir resim sanatçısının sergisini kaç kez izleyebilirsiniz?
Hayranlık duyduğunuz bir aktrisin filmi sizi ne kadar sinemada tutabilir?
Sanırım bu saydığım ve saymak istediğim sanat dallarına en fazla birkaç kez iştirak edebilirsiniz.
Ama tiyatro öyle mi?
Aynı oyuna defalarca gidebilir, aynı oyunu sanki ilk kez izliyormuş havasına girebilirsiniz.
Birçok sanat alanında onlarca organizasyonun içinde bulunduğumu söylemiştim. En sıradışı resim sergilerinin açılması için gayret etmiştim. Kasketli köylünün doğal havasını hiç bozmadan açılışını yaptığımız sergi ile ondört yaşındaki bir lise öğrencisinin şaşırtıcı resimlerine salonlarda yer vermiştim. Aydın'ın tarihini öne çıkaran birçok etkinliğe pozitif ayrımcılık yapmış ve hep öncelik tanımıştım. İnsanımızı sırasız bir şekilde salonlara taşımış, protokolün o ağır yapısını kısa süre de olsa ortadan kaldırmıştım.
Bir nebzede olsa statükoyu rafa kaldırdığım zamanlar olmuştu.
Yoğun çalışmaların ardından içinde bulunduğum sanat faaliyetlerinin hiçbirisi tiyatro kadar heyecan yaratmamıştı.
Bir defasında muhtarlarla işbirliği içine girerek, ev kadınlarının tiyatro ile tanışmasını sağlamıştık. Salonları mahalle kadınlarımıza ve çocuklarına bırakmıştık. Onların sahne ile buluşmasını sağlayarak bir bütünlük oluşmasına vesile olmuştuk. Tiyatro kadınlarımız ve çocuklarımızla, hiç ayrım yapmadan birinci sırayı paylaşmasını bilmişti.
Tiyatronun birinci sıradan inmek gibi bir niyeti hiç olmamıştı.
Şimdi gelelim yapamadıklarımıza;
Antalya’da Altın Portakal Film Festivali,
İstanbul'da Uluslararası İstanbul Film Festivali,
Adana’da Altın Koza, Malatya'da Altın Kayısı Film Festivalleri.. Hatta burnumuzun dibinde Kuşadası'nda Altın Güvercin Beste yarışması yapılırken, biz Aydın’da uluslararası Altın İncir Tiyatro Festivalini yapamadık.
Halbuki Türkiye'de ve özellikle bu coğrafyada tiyatro hep en önde duruyor, gözümüzün önünden hiç ayrılmıyordu.
Bölgemizde hemen yanı başımızda Karacasu’da (Afrodisias) yedi bin yıl önce on bin kişilik tiyatro yapılmış. Bu örnekleri hızla çoğaltabiliriz. (Sultanhisar Nysa, Didim Milet, Söke Magnesia, Didim Milas Priene, Çine Alabanda vs.)
Bölgemizin tamamında toprağın altından ve üstünden sanat fışkırırken biz sadece seyirci kaldık. Tarihe ve sanata kayıtsız kalarak günlük yaşamın telaşı içerisinde boğuştuk durduk.
Aydın Belediyesinde ve Büyükşehirde çalıştığım yıllarda sıradışı marjinal çalışmaların başlatılmasına öncülük etmiştim. Çalışmaların tamamında alnımın akıyla sonuca varıyordum. Artık hiç bir çalışmanın bana yeterli gelmediğini anlamıştım. Çoğu zaman sıradan çalışmaların içinde olmak can sıkıcı oluyordu. Tek isteğim, yıllardır hayalini kurduğum Uluslararası Altın İncir Tiyatro Festivalinin Aydın’da yapılmasaydı. Nasıl yapılabileceği ve nelere ihtiyaç olduğu konusunda kafa yormaya başlamıştım. Sponsorlarından salonlarına, konaklamasından turistik gezi organizasyonuna, tanıtım ve ulusal basından, ülkemizde önde gelen tiyatro sanatçılarının davetine ve nihayet festivalin tüm yürütücülüğüne kadar birçok çalışmayı kaleme almıştım. Sıra neredeyse Adnan Menderes Bulvarındaki kortej yürüyüşüne gelmişti. Üniversiteyi ve iş dünyasını da bu festivalin içine alıp, Aydın'ın doğal dokusunu öne çıkararak, efe kültürünün de içinde bulunduğu çalışmaları yapmak istiyordum. Aydın’daki Sivil Toplum Kuruluşlarının da katılımı ile büyük bir iş başarıp Türkiye'nin ve dünyanın gözlerini Aydın’a çevirecek bir ilki başaracaktık. Ama olmadı.
Kültür ve Sanata yüzyıllar boyunca tanıklık etmiş Aydın şehri kabuğunu kıramamış layık olduğu bir üst sınıfa çıkamamıştı.
Kültür dairesindeki birkaç arkadaşın dışında bunları düşünen yoktu bile. Varsa yoksa şunun ayağını nasıl kaydırırım, şurada nasıl bir koltuk kapabilirim veya şu kadar mesaiyi nasıl alabilirim in hesabı yapılıyordu. Biz bir şeyler yapabilmek için çırpınırken, bürokratların kayıtsızlığı can sıkıcı oluyordu. Diğer taraftan bazı kişiler de hiç boş durmuyor, ayağımızı kaydırmanın hesaplarını yapıyordu.
Tiyatro, çokta umurlarında değildi aslında. Zaten kültür dairesinin de işi gücü, imzacılıktan öteye gidememişti. Nasıl olsa bu daire çok su kaldırıyordu. Bunları çok yazdık çizdik, ama değişen hiçbir şey olmadı. Bu gidişle olacağı da yok.
Bir defasında bu işlerden sorumlu bir bürokratın bana, "abi bu, Sabahattin Ali kim ya sen biliyor musun?" dediğinde beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Elimdeki evraklar gayri ihtiyari yerlere saçılmıştı. Bir bürokratın Sabahattin Ali’yi tanımaması normal karşılanabilirdi belki ama kültürden sorumlu kişilerin bunu bilmemesi affedilir gibi değildi.
Neyse;
Şimdilerde Efeler’in yeni başkanı Fatih Atay, düğmeye basar ve bu festivali başlatarak başarılı olur diye umut ediyorum. Çünkü kendisinin başarılarını onun da eski bir yol arkadaşından dinlemiştim.