16 Ocak 2020; Irak Türkmenlerinin lideri ve bir ülkü devi olan Doç. Dr. NECDET KOÇAK’ın şehâdetinin 40. sene-i devriyesi...
Hatırlanacağı üzere Irak’ın o dönemdeki devlet başkanı zalim Saddam tarafından başta Necdet Koçak olmak üzere Abdullah Abdurrahman, Rıza Demirci ve Adil Şerif haksız ithamlarla idam edilmişlerdi. Meşhur bir söz vardır: “Allah bir zalimi bir zalime çattırır.” Saddam Hüseyin’in akıbeti de daha beter oldu ama “gavurun eliyle” gitti; gönül isterdi ki onun cezasını Türk milleti olarak biz verelim.
Şehit Necdet Koçak’ı Ankara Ziraat Fakültesi öğrencilik yıllarından çok yakın tanıyan merhum ülkücü Türk milliyetçisi dava adamı Ayvaz Gökdemir ağabey şöyle demektedir:
“Yirmi yıldan beri ne zaman Kerkük türküsü dinlesem gözyaşlarım eğer açıktan akmıyorsa mutlaka içime akar: Zalim Saddam’ın Bağdat’ta astığı rahmetli Necdet ağabey (Koçak) gözlerimin önüne gelir. Tutuklandığını duyduğumuzda içine düştüğümüz çaresizliği, son derece acınacak şartlarda Ankara’daki çırpınışımızı hatırlarım; utanırım, kahrolurum…”
“KENDİSİ GÜZEL, AHLAKI GÜZELDİ”
Necdet Koçak kadar temiz, içi dışı bir, O’nun kadar yiğit, yakışıklı güzel Türk görmedim diyen pek çok dostumuz vardır.
Necdet Koçak, temiz, düzgün fizikli, kırmızı yanaklı, güler yüzlü, güler gözlü, erkek güzeli yakışıklı, sempatik, cana yakın bir kişiliği ile hemen fark edilirdi. Her zaman itinalı ve temiz giyinir, güler yüzüne ince bıyıkları çok yakışırdı.
O, az insanda rastlanabilecek gönül zenginliğine ve ruh güzelliğine sahipti. Gençlik yılları dâhil bütün ömrü boyunca, arkadaş ve akranlarından ahlaki anlamda en küçük bir zaafı görülmedi.
Konuşurken iç dünyasındaki güzelliklerin pırıltısı gözlerinde okunur, yüreğinin sıcaklığı ve aydınlığı bir tatlı tebessüm halinde yüzüne aksederdi. Rahmetliyi tanıyıp da sevmeyen bir insan yoktur. Ses tonu ve davranışları kararlı, insana huzur veren bakışları derin ve anlamlı idi.
Hasbiliği, fedakârlığı, cesareti, çalışkanlığı, yani bir insanı kâmil mertebelere ulaştırabilecek davranışların tamamını, Necdet Koçak’ın günlük yaşayışlarında mükemmel bir tablo halinde görmek mümkündü. Namaz vakitleri gelince, kibarca yanındakilerden izin ister namazlarını kılardı.
O, bir gün bile öfkeli görülmedi. Ağzından bir defa olsun kötü söz duyulmadı. Karşısındakine her zaman “Bir insan ancak bu kadar halim selim, bu kadar ölçülü ve terbiyeli olur” dedirtirdi.
Herkese sevgi ile yaklaşırdı. Sohbet etmediği, samimi davranmadığı kimse yoktu. Hayatta iken de, şehit edildikten sonra da, O’nun hakkında olumsuz tek kelime eden olmamıştır.
Gösteriş bilmezdi. Yüzünden nur akardı. Saflığın, masumiyetin, iç ve dış temizliğinin, ihlasın adeta timsaliydi. O hiç nursuz görülmedi. Sevilecek insandı ve öyle oldu. Herkes sevdi O’nu. Sanki şehit olmadan şehitlik nurunu yüzünde taşıyordu.
NECDET KOÇAK BİR LİDERDİ
O, bir liderde aranan bütün vasıfları benliğinde taşıyor ve çevresindeki gençleri bilinçlendiriyordu. Zamanla Irak’ta yaşayan bütün Türkmen aydınları Türk-İslam bilinciyle O’na bağlandılar, O’nu lider gördüler. Kendisinden yaşça büyük olanlar bile O’na ağabey diye hitap ederlerdi.
O çok büyük bir kabiliyetti. Gerçek bir liderin haiz olması gereken tüm yüksek meziyetleri kendinde toplayan karizmatik bir kişiliğe sahipti. Yüreğinde kin ve nefrete yer yoktu. Son derece dürüst, mütevazı ve o nispette bilgili ve kültürlü idi.
Kısa sürede milletin bir ümit ışığı ve sembolü haline gelmişti. O’nun beş projesi meşhurdur: çiftlik, hastane, gazete, yayınevi ve okul. Bağdat Üniversitesi’ndeki çalışmalarından çok umutluydu. Türkiye’deki bilimsel çalışmaları beğenmez, bizleri tembellik ve öze inmemekle suçlardı. Birlikte projeler yapılmasından söz ederdi.
“Irak’a dönme, Saddam’ın ne yapacağı belli değil, sana zulmedilmesinden korkuyoruz” tarzındaki ikazlara, “Olur mu hiç! Irak’taki çocuklarımızı, kardeşlerimizi nasıl sahipsiz bırakabiliriz. Kerkük’ü ikinci bir Kıbrıs durumuna düşürmemeliyiz. Ben gitmek mecburiyetindeyim” diye cevap verirdi.
“Allah’ın yarattığı her Türkmen bizim insanımızdır, onu kaybetmeye, ya da kazanmamaya tahammülümüz olmamalıdır” derdi.
Yiğitler bir yola dönmemek üzere girerler. Bağdat’ta bir değil bin Saddam olsa Necdet ağabey yine gidecekti ve gitti…
TAM VE KAMİL BİR DAVA ADAMIYDI
Necdet Koçak ne istiyordu? O, Irak’ta Türklerin her türlü zulüm ve katliamdan kurtarılarak, yok olmadan insan gibi yaşamalarını istiyordu. Dillerini, kültürlerini, törelerini, milli kimliklerini, kaybetmemelerini, birliklerini korumalarını isterdi.
Onun için yorgunluk, şahsi meşgale yahut mazeret söz konusu değildi. O’nun hayat felsefesi davasına hizmet esası üzerine kuruluydu. Haberli ya da habersiz günün her saatinde yanınızdakilerle birlikte kapısı çalınabilirdi. Gelenleri yüzünden hiç eksilmeyen aydınlık tebessümüyle karşılar, hiç üşenmeden yorulmadan Irak Türklerini, Kerkük’ü, üzerindeki baskıları, tehditleri, gelecek için düşündüklerini anlatırdı.
Biz 1055’ten 1918’e kadar Irak’ın da efendisi idik. Bugünkü Türkiye şehirleri hangi tarihî sürecin sonucu ne kadar Türk ise ve Türkiye ne sebeple vatanımızsa Kerkük, Erbil, Hanikiyn, Telafer ve diğer Türk şehirleri ve hatta Musul da o sebeple, aynı tarihî sürecin sonucu olarak Türk’tü ve vatandı. 400 yılı Osmanlı’da olmak üzere 863 yıllık vatandı. Talihin ters ve acı tecellileri sonucu Türkiye’den koparılmış ama terk edilmemiş, boşaltılmamıştı. Misak-ı Millî’ye dâhil topraklardı. Hem Gökalp’ın mütareke döneminde sürgünde iken yazdığı şiirlerde isim isim sayılıyordu, hem son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının Misak’ında vardı. Hem de Lozan baş murahhası İsmet Paşa’nın dosyasında ehemmiyetle yer alıyordu. Galip İngiltere ise Türkiye’yi şiddetle cezalandırmak kararında idi. Çetin müzakereler, münakaşalar oldu. Lozan’da vermediler ama alamadılar da. 1926-1928’lerde içerde isyanlar çıkartarak, dışarıda Cemiyet-i Akvam’ı (o günün Birleşmiş Milletler Teşkilatı) kullanarak bu öz be öz Türk yurtları Türkiye’den koparılmıştı. Öyle ki kendi memur ettikleri heyet bile bütün tarafgirliğine rağmen “Türkiye hukukundan vazgeçmedikçe bu topraklar Türk toprağıdır” diyordu. Türkiye teklif ettiği halde “kimi istersiniz” diye halk oylaması yapılmasını kabule cesaret edemediler. İşte o iller böylesine Türk toprağı idi.
Ayrı devlet yaptıkları Irak’ın hâkim ve etkin unsurları bir Osmanlı Şehzadesini kral yapmak istemişlerdi. İngiltere işine gelmeyen, içine sinmeyen, Türkiye’nin yararına olabilecek bütün ihtimal ve gelişmeleri açık gizli kanlı tertiplerle bastırdı geçti.
1927’de İngiliz vesayetinde istiklali tanınan Irak’ın krallık dönemi orada yaşayan Türkler için bir zulüm dönemi olmadı. 15 Temmuz 1958’de kanlı bir ihtilalle Irak’ta krallık devrildi. Cumhuriyet ilan edildi. Türkler çok ağır ilk zulmü bu ihtilal esnasında gördüler. İhtilalin kanı Türklere feci şekilde bulaştı. Bundan sonra Irak’ta kanlı darbeler, zalim diktatörler birbirini izledi. Hep Baas’çı, yani kara Arap ırkçısı, sosyalist, Rusçu, Batı ve Türk düşmanı kimseler ve onların kurduğu idarelerdi. 1958’den günümüze kadar Irak, Türkler için sürekli bir Kerbela oldu; hep zulüm, hep sürgün, hep kırım, hep kıyım…
Irak’taki Türk varlığı, tarihin şerefli bir hatırası olmanın ötesinde Türkiye-Irak dostluğu ve işbirliğinin çok sağlam bir mesnedi ve köprüsü olabilirdi. Kerküklü bir Türk aydını olarak buydu Necdet Koçak’ın meselesi.
“Bu masum davayı Irak’ın petrol azgını diktatörlerine anlatmak mümkün olmadı. Genel olarak evhamlı, tarihe ve Türklere karşı aşırı derecede kompleksli ve bunun dışa vurması olarak iğrenç şekilde küstah adamlardı. O günkü Rusya’ya sırtını dayamış olmaktan da güç alan bir pervasızlık içinde idiler. Şimdi hem kendi milletinin, hem dünyanın başına püsküllü bela olan kanlı diktatör Saddam, Necdet Koçak ve Irak Türk Toplumu’nun çok değerli bir kısım önderlerini böylesine masum ve meşru bir dava sebebiyle astı.”
Dr. Mehmet Güneş Bey :
“16 Ocak 1980 günü, bir Kerkük hoyratının;
"Bu alma dört olaydı
Karnıma dert olaydı
Boynumu vuran cellat
Keşke bir mert olaydı"
diye veciz bir şekilde ifâde ettiği gibi, Ebû Cehil vahşetinin ve Ebu Leheb hiddetinin varisi olan Türk düşmanı Saddam Hüseyin'in emri ile "Türkçe konuştukları"(?) ve "Türklük suçu"(?) işledikleri için Necdet Koçak'la birlikte Albay Abdullah Abdurrahman, iş adamı Adil Şerif ve Dr. Rıza Demirci îdam edilmiştir.
İşlediği "bu büyük suç" (!) sebebiyle hakkında kovuşturma açılan Necdet Koçak 22 Mart 1979 tarihinde gözaltına alınmış, on aylık tutukluluk süresindeki ilk ve son görüşmesinde eşine ve Türkmen kardeşlerine şu konuşmayı yaparak vedâ etmiştir: "Arkadaşlar, ağaç budandıkça güverir. Sizden ricam dâvâyı bırakmayın, sürdürmeye devam edin. Şunu bilin ki bütün korkunç ve dayanılmaz işkencelere rağmen kimsenin adını vermedik. Bize karanlık odalarda bizzat kendilerinin düzenlediği listeyi imzâlatmak istediler, imzâlamadık. Zâten bildikleri bir şey de yok. Ben şu anda her zamankinden daha çok huzurluyum. Allah'ımın huzûruna gönül rahatlığıyla çıkıyorum. Bayrağı sizlere teslim ediyorum, bu bayrağı şerefle taşıyacağınızdan eminin. Doğruluktan ve Allah yolundan aslâ ayrılmayın. Allah'a emânet olun..."
Ve bu vedâ konuşmasından bir kaç saat sonra dört kader arkadaşı "Sonsuzluğun Sahibi"ne vuslat için îdam sehpasından Hakk'a yürüyerek uçmağa varmıştır.
Kerkük meşhedinde kıyâmete kadar dalgalanacak bir turkuaz bayrak olan Necdet Koçak'ın şehâdetinin ardından, onu îdama mahkum eden Katil Saddam, bu yiğit Türkmen liderin naaşından bile korkmuş ve şehidimizin cenazesi Irak Gizli Servisi'nin gözetiminde, Kerkük Türklerinin katılımı zorla engellenerek gizlice defnedilmiştir.
Bu hâli dizelere döken şair Salah Nevres de şiir diliyle şunları söylemiştir:
"Yolcu edemedik, yası yasaktı,
Saygı duruşuna gizlice durduk...
İnce boynumuzu sessizce burduk,
En sıcak yaşımız ardından aktı..." demektedir.
Biz yine Ayvaz Gökdemir ağabeyin yazdıklarına dönelim:
“Bir eylem veya eylem teşebbüs hazırlığı tespit edildiği için değil, Irak Türk Toplumu aydın önderlerinden, liyakatli temsilcilerden mahrum kalsın diye insanlar asıldı. Baas idaresi gibi bir idare, Saddam gibi kanlı bir diktatör, sebep veya bahane icadında asla güçlük çekmez; istediği kadar müfteri, ajan, ispiyoncu, istediği kadar provokatör alçak daima elinin altındadır. Zalim avcının köpek sıkıntısı olmaz.
Türkiye olaya sahip çıkmadı, caydırıcı olamadı, katli önleyemedi…
Şimdilerde Türkiye’nin İslamcı denen aydınları Saddam’a çok acıyorlar. Ben özellikle onların bilmelerini isterim ki Necdet Koçak en küçük bir mübalağa olmaksızın örnek bir Müslüman’dı. Örnek olmak gibi iddiaları yoktu; yoktu ne demek böyle şeyler duymaktan yüzü kızarırdı. İnsan olduğu tabiilikte Müslüman’dı. İbadetini aksatmazdı. Gösteriş bilmezdi. Yüzünden nur akardı. Saflığın, masumiyetin, iç ve dış temizliğinin, ihlâsın timsali kim olur deseler, çok güzel insanlar tanıdım ama ondan önce aklıma kimseler gelmiyor. Onu hiç pis, pasaklı ve ikrah verici bir şekilde görmedim. Yüzünü hiç nursuz görmedim. Yalnız ben değil kimse görmedi. Bir insan Müslüman severse, bence Necdet Koçak’ları sevmelidir, Saddam Hüseyin’leri değil…
Necdet Koçak, bütün bir ömrü cephedeymiş gibi yaşayan ve zoru başaran ender bir Türk Milliyetçisi idi. O’nda bir imparatorluk mirasçısı edası vardı. Kerkük’ün nerede olduğunu bilmeyenlere, Kerkük ve Kelkit’i birbirine karıştıranlara, yüzü al al yanarak açıklamalarda bulunmak, O’nun bitmez tükenmez gayretleri arasındaydı. O’nun sayesinde Kerkük Ankara’nın bir semti, Erzurum’un hemen ötesindeki Bayburt gibi yakın, sıcak bir mekân oldu. Türk dünyasına yakınlığımızı hissettik. Davasından hiç ama hiç sapma göstermedi.
Her sohbetinde karşısındakilere mutlaka bir şeyler öğretirdi. Kendi neslinin de, kendinden öncekilerin de fikir babasıydı. Tam anlamıyla aksakallısıydı. Irak’ta Türk varlığını dava haline getiren O’dur. Sanatın ve sporun bir milletin tanınmasındaki önemini çok iyi kavramış ve arkadaşlarını teşvik etmişti
Lozan’da Musul ve Kerkük’ün Irak hudutları içine bırakılması ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Irak Türkleri ile ilgilenmemesi O’nun ıstırabı idi. 1958 ihtilalinde, Bağdat Paktına dayanılarak Türkiye Irak’a müdahale edebilirdi. 1990 Körfez savaşında da, müttefiklerimizin ısrarlarına rağmen Kerkük’ü içine alabilecek bir müdahale maalesef gerçekleşmedi.
Nihayet 2003 Mart teskeresinin reddedilmesi, Kerkük Türküne ve Güneydeki problemin çözümüne tam bir ihanet olmuştur.
Bıraktığı boşluğu dolduracak kimse bu kadar yıldır çıkmadı.
BİZ HALA ŞOKTAYIZ
Bu dava binlerce şehit verdi. Nelerimizi kaybetmedik? Kimlerin kaybına alışmadık ki? Sanırım O’nu kurtarmak için denediğimiz yollar az geldi. İdamdan kurtulabilir miydi? Kurtarılamadığı kesin, ama sanki O’nu zindandan kurtarmanın başka yollarını da denemeli idik. Bize bu yakışırdı mı diyoruz? Bu dünyada Necdet Ağabeyi kurtaramayacaksak niye yaşıyoruz mu diyoruz? Kahroluyoruz.
O’nun yolunda gidenler çıkacaksa, O’nun davası kucaklanacaksa, O’nun yeri doldurulacaksa belki ancak hüznümüz hafifler.
Koçlar kurban olmak içindir, Türklük’ün bahtı ak olsun!
Allah’ın rahmeti üzerine olsun Ağabeyim.
Seninle cennette buluşmak istiyoruz.
Sen Allah’ın izniyle şefaat edici olacaksın.
Bizleri de unutma diyoruz.
YANAR KERKÜK
MUM KİMİN YANAR KERKÜK
YAĞ YANDI FİTİL BİTTİ
AHRINDA SÖNDÜ KERKÜK
BU ALMA DÖRT OLAYDI
KANIMA DERT OLAYDI
BOYNUMU VURAN CELLÂT
KEŞKE BİR MERT OLAYDI