Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken Suriye, Fransızlara bırakılmıştı.
Fransızlar, Suriyelilerin kendi toprakları olarak gördükleri (Suriye’nin uzantısı) Lübnan için 1926 yılının Mayıs’ında bir anayasa hazırladılar. Lübnan, Fransız idaresinden sonra artık bağımsız bir devlet olacaktı. 1943 yılı geldiğinde Fransa’nın manda yönetiminden kurtularak bağımsızlığına kavuştu.
Akdeniz’de kıyısı olan bir devlet yaratıldı.
Fransa, Lübnan’da halen etkinliğini sürdürmektedir. İçtikleri pet sular bile Fransa’dan geliyor. Devlet televizyonları hem Arapça hem de Fransızca yayın yapmaktadır. Önemli bir istikrasızlıkta birçok Lübnanlı, şehrin kuzeyinde bulunan Jounieh limanından kalkan botlar ve gemilerle Kıbrıs Rum Kesimine, oradan da Fransa’ya giderlerdi.
Yüzleri daima Fransa’ya dönüktürler.
Şimdi bile Fransa’nın mandası olma fikrinde olanlar var.
Fransızların yaptığı ve halen yürürlükte olan anayasaya göre Devlet Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı Hıristiyan (Marunî) Ortodokslara, Meclis Başkanlığı Şiilere, Başbakanlık da Sünni Müslümanlara, Meclis Başkanvekilliği yine Hıristiyanlara verilmiştir.
7 milyon olan ülke nüfusunun dağılımı şu şekildedir:
Etnik dağılıma bakıldığında; yüzde 94 Arap, yüzde 4 Ermeni ve yüzde 2 (Türkler, Süryaniler Asurîler, Keldaniler ve diğerleridir.
Dini dağılıma bakıldığında; yüzde 59 Müslüman, yüzde 39 Hıristiyan ve yüzde 1,2 Yahudiler.
Ancak Lübnan için esas önemli konu mezheplere baktığımızda; yüzde 34 Şii (Lübnan Hizbullah Hareketi bu grubun içinden çıkmıştır), yüzde 23 Hıristiyan Marunî, yüzde 20 Sünni, yüzde 5 Dürzî, yüzde 4 oranında da Ermeni nüfus vardır.
Etnik ve din temelindeki tablo budur.
Lübnan halkının Anayasa’dan kaynaklı etnik ve inançlar (mezhepsel) bakımından bölünmüşlüğü, Millet olmayı engellemiştir.
1975 yılına kadar sorunsuz bir ülke görünümü veren Lübnan, almış olduğu 340 bin Filistinli mülteci göçü ile yıllar içerisinde istikrar bozulmuş ve 40 yıl süren kanlı bir iç savaş sürecini yaşayarak bu günlere gelinmiştir.
Bu acı ve yıkımla geçen 40 yılın üzerine, 5 Ağustos 2020 tarihindeki 2 bin 750 ton amonyum nitrat dolu bir geminin infilak etmesiyle Beyrut patlatılmıştır.
Zarar çok büyük ve onarımı yıllar alacaktır.
Lübnan resmen iflas etmiştir.
Buradan nasıl çıkılacağı hususunda arayışlar devam ediyor.
Batı ve İsrail; Hizbullah’ın, Suriye ve İran denklemden çıkarılması hususunu dayatmaktadır.
Hizbullah’ın güçlü olmasının yanında, iç siyaseti kilitler düşüncesiyle hiçbir grup bunu dikte ettiremiyor.
Çözümü Lübnan halkının üretmesi bekleniyor.
Lübnan’da haftalardır ekonomik ve siyaset kurumunun yozlaşmasına duyulan öfke nedeniyle barışçıl gösteriler yapılmaktaydı. İnsanlar aylarca sokaklarda yolsuz düzene veryansın etti. Bu düzenin çarklarında bir ya da iki kişi yok; her bir köşede siyasi elitler, aile şirketleri, mezhep-din tabanlı partiler, iç savaştan kalma milis yapılar ve her şeyi tekeline almış siyasilerle bağlantılı imtiyazlı şirketler oturuyor. Ve hizmet alırken buna rıza gösteren topluma sinmiş çarpıklıklar da cabası.
Uzun yıllardan sonra ilk defa Müslüman, Hıristiyan, Arap, Dürzî, Ermeni ve diğer gruplar bir araya gelmeyi başardılar.
Bunun, Lübnan için önemli ve üstünde durulması gereken bir gelişme olduğunu söylemek isterim.
Filistinli mültecileri kabul ederek ekmeğini paylaşan insanlar, şimdi mağdurlar. Buradan çıkış için birlik ve beraberliğe olan inançlarını ortaya koyuyorlar ve diyorlar ki tıpkı Atatürk’ün Türkiye’de yerleştirdiği “Türk Milleti” kavramını biz de “Lübnan Milleti” olarak benimsemeliyiz diyorlar. Lübnan Milleti çimentosu ile buradan çıkmayı hedeflemişler ve bu kavramın anayasaya geçirilmesini istiyorlar.
Her inanç ve etnisiteden 40 yıldır canı yanan bu insanlar, millet olacağı günü bekliyor.
Lübnan Milleti olabilirlerse ancak yozlaşmış ve infilak etmiş bir sistemden çıkabileceklerine inanıyorlar.
Lübnanlılar, millet olabilme arayışı içindeyken, biz elimizdeki sistemi yıkıp yerine ne konacağı bile belli olmayan bir yere doğru sürükleniyoruz.
ABD, yedili muhalefet eliyle Türk, Türklük ve Türk Milleti kavramlarını tarihe gömerek, etnik ve mezhep temelinde son darbeyi indirme peşindedir.
Bir etnik grubun ana dilde eğitim ve diğer haklarına sahip olabilmesi için Türk kimliğinin kullanılmaması gerektiği anlayışı bize dayatılmak isteniyor.
Bu devletin resmi dili Türkçedir. Bu değişmez bir maddedir. Almanya, Amerika, İngiltere…. Her yerde bu böyledir.
Sen kendi dilini nerede istiyorsan konuşabilirsin. Sen konuşacaksın diye ben milliyetimi, milletimi yok mu sayacağım.
İnsanın kendini inkâr etmesini isteme hakkını nereden buluyorsunuz?
Bu hakkı size kim veriyor?
Vatanı kuşa benzetip kanatlarının biri bu tarafsa eğer öbür tarafı da var mı demek istiyorsunuz?
Açık konuşun…