Yüce dinimiz, zengin ve fakir arasında iyilik köprüsü oluşturmayı, insanlar arasında birlik ve beraberlik sağlamayı, yardımlaşma ve dayanışma, huzur ve güven içinde yaşamaya çok önem vermektedir. Varlıklı olanlara zekat, fitre vermenin yanında ayrıca sadaka vermeyi ve ikramda bulunmayı da belirtmekte ve teşvik etmektedir. Allah mal, mülk sahibi olan varlıklı kullarından, bu mallarından muhtaç, fakir kullarına bir kısmının verilmesini buyurmaktadır. Kuranımız Zariyat Suresi 19. Ayetinde: "Zenginlerin mallarında, yardım isteyen ve iffetinden dolayı istemeyip mahrum olanlar için bir hak vardır" denilmektedir. Hz. Peygamberimizde bu konuda: "Fakir ve yoksulları arayıp gözetiniz. (Biliniz ki) siz ancak fakirleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklandırılırsınız" diye söylemiştir.
Fakir, yoksul ve yetimleri, yaşlı ve hasta, kimsesizleri yedirip, içirmek, ikram etmek, onları doyurmak suretiyle yapılan yardım ve hayır, Yüce Allah katında büyük sevap ve mükafat olarak karşılığını bulacaktır. Yapılan yardımla rıza ve dua birleşirken, ihtiyaca sevgi ve iyilik katılırken hem huzur yaşanmakta, hem de huzur yaşatılmaktadır. Hz. Peygamberimiz: "İslam da en hayırlı amel yemek yedirmen ve tanıdığın( tanımadığın) herkese selam vermendir" diye söylemiştir. İkramda sevgi vardır. İkram sevgi, rahmet ve bereketi artırır.
Aşevi, aşhane olarak bilinir. Fakir ve yoksullara, ihtiyaç halinde olanlara, yaşlılara, hastalara ve düşkünlere şehre, kasabaya uğrayıp gelip geçenlere ücretsiz olarak yemek verilen ve yemek dağıtılan yerdir. Yüzyıllardır yardımlaşmanın ve paylaşmanın en güzel bir örneği bu aşevlerinde sunulur. Dini, dili, ırkı, rengi, mezhebi ne olursa olsun ayırım yapılmadan kimsesiz, yoksul, yetim, hasta yaşlı veya genç yiyecek, içecek ihtiyaçlarının giderilmesi aşevlerinde sağlanır. Hz. Peygamberimiz: "Aç olan bir mümini doyuranı, Allahü Teala (kıyamet günü) cennet meyveleriyle doyurur" diyerek açları, yoksulları doyurmanın mükafatını belirtmektedir.
Türk-İslam kültüründe sosyal bir yardımlaşma kurumu olan imarethane cami, mescid, medrese, darüşşifa, han, hamam, kervansaray ve türbe gibi yerlerin tamamı, bir kısmı için kullanıldığı gibi yoksullara ve öğrencilere yemek verilen ve dağıtılan aşhane içinde imarethane denilmiştir. Ayrıca eğitim, sağlık ve dini gibi hizmetlerin verildiği yer olarak da belirtilmektedir. "İmarethane" kelime olarak anlamı "İmar edilmiş", "İnşa edilmiş" demektir. İlk önceleri birçok hayır hizmetlerinin verildiği bu yerler, daha sonra imarethane geleneği olarak, sadece yemek verilen, dağıtılan aşhane ve aşevi adında günümüze kadar devam ede gelmiştir. İmaretler tek bir yapı olduğu gibi külliye halinde olanlarda vardı.
Orta Asya'da ve Selçuklularda ve diğer Türk Devletlerinde ve Beyliklerinde imaret sistemine benzer şekilde uygulanan hayır ve hizmet kurumlarının varlığı vardı. Toy ve şölen geleneği ile bu tür hizmetler yerine getirilmiş, fakir ve yoksullara, kimsesizlere sofralar kurularak, yemekler dağıtılarak doyurulmuştur. Bu hizmetleri yapan han, hakan Yüce Allah tarafından onurlandırılacağını bilerek, bu görevleri yaparlardı.
İslam'ın doğuşu ile İslam toraklarında da, yoksul, düşkün, yetimlere ve muhtaç olan herkese, sofralar açmışlar, Yüce Allah'ın rızasını kazanmak için bu insanların karınlarını doyurmuş, dualarını almışlardır. Bu uygulama İslam ülkelerinde de devam edip gelmiş, halen yapılmaktadır.
Osmanlı döneminde ilk imaret Orhan Bey döneminde 1336 yılında İznik'te kurulmuş, bizzat Orhan Bey kendi eliyle yemek dağıtmıştır. Oğlu Murat Han'da imarethane açmış, devamını sağlamak ve giderini karşılamak için araziler bağışlamıştır. Yıldırım Beyazıd, Çelebi Mehmet ve II. Murad, Fatih ve devam eden padişahlar Bursa, Edirne, İstanbul, Manisa, Selanik, Gümülcine, Filibe, Vardar Uzunköprü gibi yerlerde çeşitli kişiler tarafından imarethaneler kurmuşlardır. Daha sonra birçok şehirlerde faaliyete geçirilmiş, zamanla daha gelişmiş bir şekilde varlığı devam etmiştir. Padişahlar, eşleri, kızları, valideler, vezirler, paşalar varlıklarından bağışlayarak adlarına imaret yaptırmışlardır. XVI. Yüzyılda Rumeli topraklarında 35, Anadolu topraklarında 45, sadece İstanbul'da 20 imarethane yapılmış ve hizmet vermiştir. Anadolu'da, Ankara, Erzurum, Sivas, Kayseri, Amasya, Afyon gibi şehirlerde de imaretler hizmete sokulmuştur. XVIII. Yüzyıldan sonra 100 den fazla imarethane faaliyete geçirilmiştir. Bu imarethanelerden fakirler, yetimler, kimsesizler, yolcular ve medrese talebeleri faydalanırdı. İstanbul'da her gün 30.000 den fazla insana yemek veriliyordu.
Selçuklu ve Osmanlılar döneminde kurulan ve aşevi olarak hizmet veren vakıflardan bazıları şunlardır. 1280 yılında ve Sivas'ta, Hüseyin Ebubekir adındaki Selçuklu Veziri "Sıcak Pide Dağıtan Vakıf" kurmuş, 1522 yılında İstanbul'da Yavuz Sultan Selim Han'ın kızı, Kırım Hanı Mengli Giray Han'ın kızı Hafza Hatun "Muhtaçlara Aşevi Vakfı" nı hizmete sokmuş, 1661 yılında Samsun-Vezirköprü'de Köprülü Mehmet Paşa "Namazgahta Bayram Yemekleri Dağıtan Vakıf" kurmuş, 1799 yılında Bursa'da Seyid Hüseyin Efendi "Mübarek Gecelerde Mahkumlara İkramda Bulunan Vakıf"ı faaliyete geçirmiş, 1857 yılında İstanbul'da Zeliha Hanım "Fakirler İçin Kurban Kesen Vakıf" kurmuştur.
Ayrıca Osmanlılar fethettikleri İslam devletlerinde de imarethaneler kurmuşlardır. Kanuni Sultan eşi Hürrem Sultan Haremeyn'de, II. Selim Mekke ve Medine'de, III. Murat ise Medine'de imarethane kurdurmuştur. Keza Üsküdarlı Mahmud Efza Efendi Mekke'de, IV. Mehmet'in eşi Gülnuş Valide Sultan Mekke'de imarethaneyi hizmete sokmuşlardır.
Bu aşevleri devlet yöneticileri eliyle olduğu gibi zengin insanların servetlerini bağışlamalarıyla ve vakıf usulüyle işletmeleri sürdürülmüştür. Kaliteli yemek çıkarılmasına dikkat edilir, kalan yemek olursa, kuşların doyurulması için belirli mekanlara bırakılırdı. Aşevlerinde genellikle iki öğün yemek çıkar imaret ekmeği, çorba, et yemeği, pilav, aşure gibi yemekler verilirdi. Cuma, bayram ve mübarek günlerde daha çeşitli ve kaliteli yemekler çıkar, imaret yaptıran kişi adına da mevlit okutulur, dua edilirdi. Bu hassasiyetten Türklerin yardım ve paylaşmada ne kadar asalet, adalet ve merhamet içinde olduklarını göstermektedir.
Daha sonra imarethaneler, vazifelerini hakkıyla yerine getiremez olmuşlar, ekonomik sıkıntılardan dolayı 1908 yılındaki II. Meşrutiyete kadar devam etmiş, kimisi kapanmış, kimisi de faaliyet alanını ve özelliklerini kaybetmiş, 20 Mart 1911 yılında çıkarılan kanunla bütün imarethaneler kapatılmıştır. Ancak Fatih, Süleymaniye, Nurosmaniye ve Valide Atik İmarethaneleri 1913 yılında yeniden açılmıştır. Mihrişah ve Haseki imarethaneleri 1972 yılına kadar günde 500 kişiye kadar yemek vermeye devam etmiş, Haseki imarethanesi 1983 yılında kapanmış, Mihrişah ise 1993 yılına kadar devam etmiştir. Süleymaniye imarethanesi günümüzde Darüzziyafet adıyla Türk yemekleri sunan lokanta olarak hayatını sürdürmektedir. Şehzade imarethanesi ise İstanbul Üniversitesi basım evi olarak kullanılmaktadır.
Orta Asya'da toy ve şölenlerde başlayan fakir, yoksul ve kimsesizleri doyurma geleneği ve yardımseverlik anlayışı, daha sonra Türk ve İslam devletlerinde farklı şekillerde hizmete sokulmuş, Osmanlılar döneminde gelişmiş ve sayıları artmıştır. Bu imarethaneler ve aşevleri, toplumsal hayatın düzene sokulmasında, halkın huzur ve rahatının, ihtiyacının sağlanmasında çok önemli görevler yapmışlardır. ancak Ecdadımızın aç kuş ve hayvanlara kadar, hayır ve yardımseverliğine yönelik ortaya koyduğu bu miras ne yazık ki muhafaza edilememiş, önem verilmemiş ve rahmet dolu bu kutsal anlayış ve ruh yaşatılmamıştır. Atalarımızın asalet, adalet, insani ve vicdani anlayışını ortaya koyan kültür ve medeniyet fikrine sahip çıkamamışız. Günümüzde bazı illerimizde belirli vakıflar, belediyeler ve kişiler tarafından yerine getirilse de, sayı ve hizmet yönünden eski manevi hava ve özellinden yoksun bulunmaktadır. Yapanlardan Allah razı olsun. Atamız Fatih Sultan'ın Vakfiyesinde çok anlamlı söz bulunmaktadır: "Hüner, bir şehir bünyad (yapmak) eylemektir / Reaya kalbin abad (şenlendirmek) eylemektir." Ders alalım, fakir, yoksulumuza, düşkünümüze, hasta ve yaşlılarımıza, her türlü muhtaç içinde olanlara sahip çıkalım, yardım edelim, onları doyuralım, gönüllerini şenlendirelim. Hz. Peygamberimiz: "Yoksulu doyurmak, Allah'ın rahmetini gerekli kılan güzel amellerdendir" diye ifade etmiştir. Yabancı düşünür H. Ward Beecher : "Her yardım, cennete doğru bir basamaktır" diye ne güzel söylemiştir. Cahit Sıtkı Tarancı'nın istediği bir memleket olalım.
"Memleket isterim/ Ne zengin, ne fakir Ne sen ben farkı olsun / Kış günü herkesin evi barkı olsun / Memleket isterim / Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun / Olursa bir şikayet ölümden olsun."
Bu gün devletlerin, milletlerin, zenginlerin yoksulu ve fakiri, muhtaç içinde, darda ve zorda olanı düşündüğü yoktur. Çıkarlar, hesaplar, menfaatler, hırslar peşindeler. Devletlerin, milletlerin, dünya zenginlerinin savaşlara, silahlara, insan katliamına paraları çok ama, yoksulları doyurmaya gelince paraları yok. Bencillik ruhları kaplamış, umursamazlık had safhadadır. Bu nedenle, dünyada ve ülkemizde olduğu gibi kültür ve anlayış, insanları fedakarlığa ve yardımseverliğe değil, çıkarcılığa ve bencilliğe sürüklemektedir. Bu anlayış aşırı yoksulları ve aşırı zenginlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır. İskoçyalı Düşünür Walter Scott bu konuda: "İnsanlar birbirlerine yardımdan el çektikleri gün, insanlık yok oluyor" demektedir.
Allah Kuran'ında yoksulları doyurmayanları dinine inanmayan, uymayan, yalanlayan olarak açıklamaktadır. Maide Suresi 1-2. Ayetinde: "Dini yalanlayanları gördün mü? İşte yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyendir" diye buyrulmuştur. Hz. Peygamberimiz de yardımseverler için: "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır" diye söylemiştir.
KAYNAKLAR
Necdet Bayraktaroğlu - Türk İslam Kültüründe Yardımseverlik- Panama Yay. Ank. 2019
Ahmet Buran - Türk Kültüründe Aşevleri Kayseri Örneği -Yeni Ufuklar Yay. 2010
Tarihte İlginç Vakıflar- Vakıflar Genel Müdürlüğü. Yay. - İst. 2012
Hadislerle İslam - Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. - Ank. 2014