“Cân bula cânânını
Bayrâm o bayrâm ola
Kul bula sultânını
Bayrâm o bayrâm ola..” “
Halk arasındaki namıyla Alvarlı Efe diye bilinen Muhammet Lütfi Budak’ın Nutk-u Şerif’i böyle başlar ya!..
İnsan Türk Dili hakkında iki ayrı gerekçeyle kutlanan iki ayrı Dil Bayramını düşününce Alvarlı Efe Hazretlerinin “Bayram o bayram ola!..” sözündeki hikmeti düşünmeden edemiyor değerli okurlarım…
Aynı yıl içinde iki dil bayramı yaşıyoruz ülkemizde:
Bunlardan birisi; 26 Eylül, 1932’de Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle düzenlenen “Birinci Türk Dil Kurultayı”nın açılış günü esas alınarak 89 yıldır “Dil Bayramı” olarak kutlanan özel bir günümüzdür. Türkçeyi geliştirme amacı güden bu bayram devlet protokolü içerisinde kutlanan resmî bayramlar arasında yer almaz.
İkinci dil bayramımız ise Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1277’de “Şimden gerü hiç gimesne divanda, dergâhda, bergâhda, mecliste, meydanda ve dahi her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye!..” sözlerini içeren fermanın yayınlandığı gün kabul edilen 13 Mayıs’ta kutlanan bayramımızdır.
Şunu çıplak gerçeği görmeden geçemiyor insan: Türk Dili adına ihdas edilen bu iki bayramdan birini benimseyip coşkuyla kutlayanların diğer bayram gününde en azından çekimser davrandıklarına ve sessiz kaldıklarına tanık oluyoruz.
Konuya bu türden yaklaşanların zihinlerinin arka planında ideolojik yaklaşımların varlığını görüyoruz ne yazık ki!.. Bu ideolojik yaklaşıma göre bazılarının Cumhuriyet öncesini, bazılarının da Cumhuriyet dönemini ciddiye almadıkları gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Oysa, her iki bayram da bizim bayramımız nasıl ki dini bayramlar olan Ramazan ve Kurban aynı şekilde sahipleniliyorsa bu iki ayrı dil bayramı da aynı şekilde sahiplenilmelidir: Çünkü her ikisi de güzel Türkçemizin farklı zaman dilimlerinde kendi gerçekliği içersindeki sosyolojik gelişmelere göre bayram olmaya layık görülmüşlerdir.
Bu noktada, aslolan bakıç açısı Türk tarihini bir bütün olarak kabullenebilen bakış açısına sahip olabilmektir.
Nasıl ki büyük ırmaklar kendi doğal gerçeklikleri içerisinde akışlarını sürdürürlerse, büyük milletlerle birlikte anılan büyük diller de büyük ırmaklar misali kendi doğal gerçeklikleri içerisinde varlıklarını sürdürürler…
Amazon, Mississippi, Nil, Tuna, İdil, Fırat vb ne yaparsanız yapınız akışlarını sürdürürler: Bu nehirler üzerine barajlar yapabilirsiniz fakat akışını durduramazsınız. Yatağını kanallarla bir yerden bir yere değiştirebilirsiniz fakat akışını durduramazsınız.
Türk Dilinin tarihsel yolculuğu da işte bu ulu ırmakların akış macerası misali kaynağından bugüne binlerce yıl içinden süzüle süzüle akıp gelmiştir.
Konuya bu noktadan yaklaştığımızda Türk Dili için bayram yapmamızı hatırlatan ve gerektiren o kadar çok sembol isimler ve olaylar vardır ki saymakla bitmez:
Tamgaların Ötüken’den Anadolu’ya Yolculuğu Bayramı
Orhun Kitabelerinin Yazılışı Bayramı
Kutadgu Bilig’in Yazılışı Bayramı
Divan ü Lugâti’t Türk’ün Yazılışı Bayramı
Ozanlar-Âşıklar Bayramı
Ahmet Yesevî’nin Hikmetleri Bayramı
Yunus Emre Yolcuları Bayramı
Ali Şir Nevâî Bayramı
Cumhuriyet Türkçe Bayramı
Türk Cumhuriyetleriyle Yazıda Buluşma Bayramı
Ve daha nice nice günler söylenebilir Türkçemizin dil bayramı için.
Bu bağlamda konuya bakarken günümüzde gelinen anlayışı büyük bir ciddiyetle ele almamız gerekiyor:
Maalesef dil bayramımızın hangisi ele alınırsa alınsın, senede bir gün kutlanan, gündelik kalıp mesajlarla sıradanlaşan bir gün olmanın ötesine geçememektedir.
İşte okullar açıldı, yeni eğitim öğretim yılı aşladı. Bu noktada yapılan alışverişlere baktığımızda her türden kırtasiye malzemesinin üzerinde ya sadece İngilizce adı, ya da hem Türkçe hem İngilizce ismi yazılmaktadır.
Yaz mevsimi geldi geçti yazın kullanılan bütün deniz malzemeleri üzerinde aynı yöntemle İngilizce kelimelerle karşılaşırken, şimdi de kışın giyilecek olan malzemelerde de benzer kelimelerle karşılaşma şaşırtıcı olmayacaktır. Çarşı azarımızdan ve iş yerlerinin isimlerinden söz etmek bile istemiyorum. Hele hele teknolojiye bağlı olarak gelen başka dillerin kelimeleri sanki normalmiş algısıyla yer bulmaktadır hayatımızda son hızla…
Bütün bu gerçekler içerisinde şu gün bayramdı, ben şunu benimsiyorum da şunu benimsemiyorum demenin çok da bir anlam ifade etmediğini konuya tarihi süreç açısından bakan herkes onaylayacaktır.
24 Eylül 2021 Zeki Müren’in; 25 Eylül 2021 ise Neşet Ertaş’ın aramızdan ayrıldıkları günün hüznünü yaşadık bu yıl da. Güzel Türkçemiz açısından baktığımızda konuya Zeki Müren ne kadar şehirli ve düzgün bir şekilde temsil ediyorsa Türkçemizi, Neşet Ertaş da bir o kadar Abdal Geleneğini zirveye taşıyan kimliğiyle kendi ifadesiyle “Türabın/toprağın” insanı olarak seslenmişti tüm insanlığa…
Şimdi bizlere Türkçe konuşanlara düşen görev yaşadığı her gün Türkçe hassasiyetle yaşamak ve hayat Türkçe seslenebilme erdemine ulaşabilmektir:
Sevgilerimle…