Allah insanı yaratılmışların en şereflisi gibi bir sıfatla donatarak yaratmış “doğum” gibi gerçek bir mucize olayla yeryüzüne göndermiştir. Bu lafı ilk senden duymuştum Bekir Dericioğlu; “her doğum bir mucizedir” demiştin bir doktorun ifadesine dayanarak ve ben de buna inananlardanım.
Doğum olayı başından sonuna kadar gerçek bir mucizedir. Her şey ilahi teknolojinin güvencesi altında gelişmektedir. Küçücük bir damlacık iken o damlanın içindeki küçücük nesnelerin karınca veya bal arısı sürüsünün dar alanda gerçekleştirdikleri kolektif faaliyete benzeyen kıpırdanışlarıyla dokuları, organları ve nihayet sistemleri meydana getirmelerini gözünüzün önünde canlandırmaya çalışın bakalım ne fark edeceksiniz. Akılsız nesnelerin yaptığı süper mini minnacık hareketler 9 ay on gün sonra ortaya ne çıkarıyor? Dünyanın en zeki, en şerefli varlığını ürettiklerini bilmeyen o zerrecikler acaba bu gayretlerinden korkunç bir bebek katili ırz düşmanı eroin taciri ve şakilerin seyidi ortaya çıkacak deselerdi yine aynı şevkle çalışırlar mıydı?
Veya böyle bir insanlık düşmanını önce iğrenç bir varlık olarak görmekte iken sonradan sevimli bir kanaat önderi imiş gibi kabullenmeye mecbur kalacak kadar gevşeyen mahlûklar olacağını bilselerdi yine çalışırlar mıydı? En azından bu gevşek insanların omurgalarına bu kadar emek çekmezlerdi. Çünkü nasıl olsa omurgalı olmanın şerefini iki paralık edecek bu mahlûk varsın omurgasız doğsun derlerdi. Yazık, o hücre faaliyetlerine; senin ellerini ortaya çıkaracağım diye çalışan o zerrecikler, katile değil mazluma sahip çıkacak el imal ettiler, ama sen bu beklentiye ihanet ediyor, mazluma sahip çıkacağına katile alkış tutuyorsun. Hiç kendini kandırma sırf katili sevimli göstermek için kurulan “Akil adamlar” heyeti senin rey verdiğin bu iktidarın icadıdır. Toplumsal barışmış, geç bu lafları Devlet devletle antlaşma yapar. Kendi vatandaşı ile antlaşma yapmaz. Kendi vatandaşı ile yapılan antlaşmanın adına “Anayasa” denir. Sen de uyarsın vatandaş da uyar. Uymayanı da cezalandırırsın. Devlet suç işleyeni cezalandırmak için hiç kimseden izin alacak değildir. Veya başka bir devletin ağzının içine bakmaz.
Hal böyleyken akil adamlar saçmalığı da ne demektir. Devletin yeteri kadar bu işle ilgili kurumları vardır ve bunlara da zaten devlet maaş ödemektedir.. Fakirin hakkını bu tipten yalakalara yedirmek neyin nesi olmaktadır.. Haram zıkkım olsun onlara verilen paralara. Ve, ve sen şimdi tamamen akla mantığa aykırı bir yol tutturmuş “gavurun” Kılavuzluğunda hayırlı iş” yapıyorsun. PKK’yı meclise sokma işi senin desteğinle gerçekleşecek ey gafil.. Seni ve omurganı üreten o hücresel faaliyetlere ihanet ediyorsun. Bir şey mi oluyor diye kendini avutmaya devam et. Şerefli adam! Her şey sonunda ve bir anda olacak ve sen hazırlıksız yakalanacaksın. Sevr’i diriltmeye çalışan bir küffar ve onun amaline hizmet eden bir “muttakiler”! Cemaati şu anda seni ve coğrafyanı kuşatmış durumda. Beyninde zaten istiklal davasını kaybetmişsin. İstiklal davasının dini olmadığını zannetmek gibi bir cehalet içinde yüzüyorsun. Bu anlayış fukaralığı yüzünden içinde yaşadığın topluluğun fakirini muhtacını darda kalmış olanını da görmez oldun.
1980’de geldiğim bu Aydın vilayetinde komşum olması hasebiyle tanıştığım bir tabelacı Oktay ağabey vardı. Rahmeti rahmana kavuşalı 10 yılı geçti. Denizli ve Aydın’da tabelacılık yapmış yılarca içine çektiği tiner kokusuyla ciğerleri harab olmuş ve ömrünün son yıllarını ıstıraplar içinde geçirmiş bir yalnız adamdı. Kazandığını din yoluna İslam yoluna harcamaktan dünyalık edinememiş bu Müslüman sade bir Müslüman’dı diye anmak yeterlidir. Dindar lafı kadar; içinde Vatikan kokusu taşıyan suni bir kelime duymamışımdır..Bu yüzden Dindar lafıyla Oktay ağabeyi yan yana getirmek onun hatırasına hürmetsizlik olur inancındayım. Muttaki bir adamdı. Çok vefalıydı, Oktay ağabey. Kendisinin emekli olmasında büyük maddi desteği olan Musa Kazım Bey efendiyi her vesileyle anar ve ona hayır dualar ederdi. Bütün çocuklarını evermiş ve hayatta kendini yapayalnız hale getirmeyi başarmış kendi tabiriyle “geçimsiz” bir ihtiyar olmuştu son zamanlarında. Huzurevinde bile huzur bulamamıştı. “Nadanlarla nadanlar eder telezzüz. Divanenin hem demi divane gerek” diyenlerden olduğu için bir müddet Orhan Erdem beyefendinin tahsis ettiği evlerde oturmuş yalnız başına geceler devirmişti. Ara sıra ziyaretine giden dostlarına gönlünün en güzide yerlerinden akıp gelen iltifatlarından ikramlar sunardı. Gözü ağlamaya hazırdı. Biz de kendini ağlatmamak için şakalara vurdurur ve hayatın cilveleri bunlar dedirtirdik.
Bekir Dericioğlu belki bana darılacaktır neden konu ettin diye amma her şeye rağmen söyleyeceğim. Hiç bir beklentisi olmadan vefat edinceye kadar onun hem ziyaretiyle maneviyatını beslemiş hayata tutunmasına yardımcı olmuştur. Hem de taşıdığı poşetlerle de haftalık maişetini gidermiştir. Bu yüzden Bekir Dericioğlu’na muhabbeti bir başkaydı. Ben sizi seviyorum derdi. Allah için seviyorum derdi. Parayla arası iyi olsa muhakkak ki ömrünün sonlarında bu sıkıntıların hiçbirisini görmezdi. Dünyalık peşinde olmadığından Oktay ağabeye dünya da küsmüş ve nimetlerini ona köle olanlara sunmuştu.
Şimdi yine Aydın’da Oktay ağabey gibi çocuk ruhlu olmaktan kurtulamamış ve sıkıntıdan sıkıntıya dalan bir genç adam var biliyor musunuz Aydın’ın zenginleri. Bu çocuğun yaşı henüz kırk. Hasbelkader bu adama ortaokul sıralarında öğretmenlik yaptım ben. 96 senesinde bir marketten alış veriş yaparken rastladım eski talebeme. Hatırımı sordu. O mağazada çalıştığını söyledi. Güzel konuşan bir vaizi dinleyip de her söyleneni hayatında uygulamaya çalışan kim var derseniz işte bu Celalettin var derim.”Gel Celalettin sana 2000 lira aylık var “ dedikleri iş teklifini ben içki satmaya gitmem deyip ayda 500 lira aylığa razı olan adamdır Celalettin… Omurgalı olmak deyimi bütün sıkıntılara rağmen dik durmaya devam edenler için geçerlidir. Onlar daha çok hak ediyor.
Bu Celalettin; çalıştığı Aydın Huzurevinde mizacıyla hiç uyuşmayacak bir işle suçlanmış ve işinden olmuştur. O günkü çok değerli Aydın Valisinin duruma el koyup yardımcı olmasına rağmen çamur içinde yüzen siyaset arenası onun elinden tutmadığı gibi “ya sen de bu işi yapmayacaktın Celalettin” diyerek yargısız infazla bir garibanı yalnız bırakmışlardır. Onlara sorsanız hala “bırak şu dangalağı” diyeceklerdir. Babasından kalan gecekondu misali evde dahi kendi ifadesiyle “zengin amcasının” huzur bozucu muamelelerine maruz kalmaktadır. Karın tokluğuna sayılacak işler de çalışarak 3 küçük kızına babalık yapmaya gayret etmektedir. Gündüz az bir maaşla çalıştığı için boş kaldığı günlerde de Motosikletinin arkasına taktığı küçük sepetle karton toplamaktadır. Yıllardır tek özlemi devamlı ve sağlam bir iş idi. Nihayetinde Aydın Belediyesi O’na bu imkânı sunmuş, temizlik şirketinde istihdam etmişti. Fakat maddi sıkıntısı ve en yakınına bankadan çekiverdiği banka kredisi yüzünden karton toplamaya devam ediyordu. Yine motosikletiyle karton toplarken ne olduysa oldu ve iki bin küsur liralık ceremeye uğradı.
Çocuk ruhlu Celalettin Trafik Polislerine yakalandı. Halden anlayan çok merhametli polis memurumuz, 2 bin küsur liralık cezayı hemen öderse küsurattan kurtulacağını müjdeledi ona. Devletimizin ise Suriye’de rejim karşıtı adı altında faaliyet yapan eli silahlı adamlara ve Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınan mültecilere ancak yetecek kadar tahsisatı olduğundan gariban Celalettin’in 2 bin lirasına şiddetle ihtiyacı vardı. Karnını zor doyuran Celalettin bu sıkıntının altında şu anda ezilmekte ve dostlarına karşı mahcubiyeti yüzünden gizlenmektedir.
Fakirine acımayan sıkıntısının üstüne sıkıntılar ekleyen bu idare sen neyin davasını yürütmektesin. Celalettin’e sünnetten ayetten bahsederek onu sıkıntılara mahkûm edenler sizler sofranızdan geğirerek kalkarken çok mu rahatsınız. Kişi başı milli gelir on bin doların üstüne çıktı diye övünenler bu memlekette binlerce Celalettin var. Onlardan çalınan dolarları mı hesap ederek kişi başı hesabı yapıyorsunuz?
Fukaralığa rağmen sıkıntı üstüne sıkıntı gelmesine rağmen hala dik durmayı başarabilen Celalettin gizlenmeye lüzum yok. Senin sıkıntılarından haberi olmayan “sözde dava sahipleri utansın.” Sana sundukları ölçülere eğer onlar bu sıkıntıya düşse ne kadar sadık kalabilecekler?
Omurgasız yaratıklar; vatanında parya olacağın günlere doğru akıp gidiyoruz. Bayrağını tahrik unsuru gibi gören polis memurumuz var. Hâlbuki polisin görevi o bayrağın şerefini korumaktır. Bu görev için para almaktadır. Vatansız, bayraksız, tarihsiz, milliyetsiz vicdansız ve en sonunda dinsiz imansız bir topluluk haline geleceğiz. Neden? Akıntıya direnmiyorsun. Savaşmaktan korkuyorsun. ABD’den korkan PKK’dan korkan, arkası olan her türlü şer insandan korkan bir idaremiz var ve sen de bu duruma razı oluyorsun. Dik duramıyorsun. Senin Omurganı imal eden hücresel faaliyetlere (ilahi teknolojiye) ihanet ediyorsun. Yazıklar olsun sana….