Yazıya başlarken, hemen son aylarda sporun değişik dallarında millî takımlar ve spor kulüpleri nezdinde Avrupa ve dünya ölçeğinde elde edilen başarıları hatırlayalım derim değerli okurlarım:
21 Mayıs 2022 — İstanbul’da düzenlenen Dünya Kadınlar Boks Şampiyonasında, Kadın Boks Milli Takımımız, Dünya Kadınlar Boks Şampiyonası'nda toplamda 5 altın 2 bronz madalya kazanarak takım halinde Dünya şampiyonu oldu.
21 Mayıs 2022’de Anadolu Efes Basketbol takımı, Ergin Ataman yönetiminde Euroleague şampiyonu oldu.
22 Mayıs 2022’de VakıfBank Kadın Voleybol Takımı, CEV Şampiyonlar Ligi Süper Finali'nde İtalya'nın Imoco Volley ekibini 3-1 yenerek bu organizasyonda 5. kez şampiyonluğa ulaştı. Uluslararası organizasyonlardaki 11. kupasını kazanan sarı-siyahlı takım, CEV Şampiyonlar Ligi'nde en fazla şampiyonluk yaşayan ekip unvanını da elde etti.
29 Mayıs 2022 Avrupa Büyükler Karate Şampiyonası'nda Erkek Kata Milli Takımımız, İspanya'yı mağlup ederek üst üste ikinci kez Avrupa şampiyonu oldu!
57. Avrupa Büyükler Karate Şampiyonasında Gaziantep'te Şahinbey Spor Salonunda düzenlenen Avrupa Karate Şampiyonası'nda Kadın Kata Milli Takımı bronz madalya kazandı.
1 Nisan’da Macaristan’da, Kadın Güreş Milli Takımı, Avrupa Güreş Şampiyonası büyükler kategorisinde bir ilki gerçekleştirerek takım halinde Avrupa şampiyonu oldu.
Bu saydığımız spor dalları ve şampiyonlukların yanında farklı kategorilerde daha pek çok dereceleri saymak da mümkündür değerli okurlarım.
Hatırlanacağı gibi son yapılan 2020 Tokyo Olimpiyatlarında okçuluk gibi, aletli jimnastik gibi farklı alanlarda da ilk defa şampiyonluklar yaşadı Türkiye’miz…
Şimdi gelelim asıl konumuza:
Bunca Avrupa ve Dünya şampiyonluklarına rağmen spor deyince aklımıza hemen futbolun gelmesi kaçınılmaz bir gerçektir.
Bunu besleyen ana yapı futbolun sadece futbol/spor olmadığı gerçeğinden hareketle bütün dünyayla beraber bizim ülkemizde de basın yayın organlarının sürekli olarak futbolu gündemlerine almalarıdır.
Bu da sebepsiz değildir elbette: Futbolcu ya da teknik adam transferlerinde dönen yüksek miktardaki paralar. Kulüplerin borsadaki değerlerinin konumu, kitleleri daha çok kendisine bağlaması vb
Spor dediğimizde bizde yakın zamana kadar ata sporu olan güreş belirleyici iken, İngiltere ve bağlı devletlerinde futbol, Pakistan vb ülkelerde polo, atlı top oyunları vb. akla gelirdi.
Bizde futbolun başlangıç felsefesi, Osmanlı’nın son dönemindeki işgalcilerin ve yerli unsurların kurdukları futbol takımları karşısında millî ruhu temsil ve futbolda da yabancılarla başa baş, dişe diş mücadele idi. Bir diğer sebep de askerlik öncesindeki gençleri bir anlamda cepheye hazırlamaktı:
Bu noktada İstanbul’daki üç büyükler dediğimiz BJK, GS, FB; İzmir’de KSK, Altay, Altınordu ile aynı dönemlerde Anadolu’da kurulan futbol takımlarının ortak kuruluş gerekçesi hep aynı idi: Ör; 1916’da Denizli Türk Ocaklı gençlerin kurduğu İdmanyurdu futbol takımının kuruluş gayesi tamamen bu idi.
Böylesine asil duygularla çıkılan futbol sporunun 1960 ya da 1970’lere gelinceye kadarki macerası da aşağı yukarı aynı minval üzeredir.
Özellikle futbolun bir endüstriye dönüşmesinin ardından bizim ülkemiz de buna ayak uydurmuş, son yıllardaki uygulamalarla hemen hemen bütün kulüplerde bir yabancı futbolcu çoğunluğu oluşmuştur.
Sanayileşme henüz yaygınlaşmadan şehirli futbol kulüplerinin şehir milliyetçiliği diyeceğimiz duyguyla, yöresel zenginlerin destekleriyle bir süre devam eden bu anlayış ülke içerisinde yaşanan çok hızlı göç nedeniyle de eski duygusunu kaybetmiştir haliyle…
Geleneksel tüccarların çocuklarının yeni kuşak sanayici olmaları ve daha bir hesap kitap yapmaları ve kültürel tercihleri onları salon sporlarına yöneltirken, bilinçli anne babaların çocuklarını bireysel sporlara yöneltmeleri de entelektüel kültür açısından futbolun içini boşaltırken salon sporlarının hızla yayılması gibi bir sonuç ortaya koymuştur.
Bu gerçekten konuya baktığımızda, Bursa, Kocaeli, Aydın, İzmir, Denizli, Manisa, Balıkesir, Çanakkale vb şehirlerin ülke futbolundaki konumları bu gerçeği göstermektedir.
Ülke içerisinde onca iddiaya rağmen şampiyon olan takımlarımızın yurt dışına çıktıklarında başarısız oluşlarının, millî futbol takımımızın aynı şekilde bir varlık gösteremeyişi; bunların yanında basketbol sporunun üniversitelerin de yaygınlaşmasına paralel olarak ülke genelinde hızla yayılışı dikkât çekmeye çalıştığım gibi sosyolojik kırılmaların bir sonucudur.
“Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim!..”
diyen Atatürk’ün sözünü spor felsefesi olarak işlemekten başka çıkar yolumuz yoktur.
Sevgilerimle…