Sadece bir bez mi sofra bezi?
Oysaki o sofrada, evde, her yerde kullanılırken kullanıldığı yere göre ne kadar anlam çıkar bir düşünelim...
Bir bez parçası deyip geçmeyelim.
Hele sofra bezi ise.
Hepimizin çocukluğunun geçtiği yer sofraları...
Düğün, Nişan sofraları...
Ya bayram sofraları....
Yediden yetmişe herkes o sofrada toplanır, sofra bezini de herkes iyice üzerine çeker, tesbih taneleri gibi sıra sıra dizilir.
O sofraların tadı, lezzeti, keyif ve bereketi hiç unutulur mu?
Sevgi, saygı, adab, edep, gelenekler, davranış biçimleri, sofraya oturuş, besmele çekmek, yemeğe başlama ve yemek düzeni...
Pek çok insan yetiştirme eğitimleri provası, uygulamalı bir şekilde hep bu sofra düzenleri de gerçekleşir.
Yani, kurulan bu sofralarda bizim özümüz, kültürümüz vardır...
Sofra bezi de, bu oluşumun önemli bir aksesuardır.
Bu sofralarda, bu meclislerde bir zarafet, bir rahmet, bereket ile kadim kültürümüz, babaanne, anneanne veya evin büyükleri olan dede, amca, hala, teyze hep katkı sunan, yeni nesillere, hem rol model, hem de manevi bir oto kontrol mekanizması ile nesiller sahip çıkılırdı.
Demek ki, sofra bezi 2,5 metrelik bir bez parçası değilmiş.
Bir kültür, bir yaşam biçiminde Anadolu irfanı ile buram buram doğduğumuz, sonra yetişip büyüdüğümüz toprakların ruhu geçiyor benliğimize.
Hemen aklıma örnek, rahmetli Sakıp Sabancı geliveriyor.
Adana, Kayseri ve İstanbul dokuma, kumaş, bez vb sanayisi sürecindeki iş adamlığı mücadelesi.
İpek dokuma, tekstil deyince Bursa gibi.
Denizli gibi...
Markalaşmış Buldan bezi, Şile bezi gibi...
Babadağ’ın meşhur el dokuma bezleri gibi.
Bu örnekleri verirken, içimin sızlamadığını, yüreğimin yanmadığını söylersem yalan olur.
Kendi kendime soruyorum.
Bu tekstil ürünü dokunan malların ham maddesi ne?
Cevabı bildiğimiz gibi Nazilli, Söke ve B.Menderes ovasında yetişen pamuk...
Hem elyaf oranı en yüksek, en kaliteli pamuk.
Bu şu demektir, Ege'nin, Trakya’nın Edirne'nin veya Erzurum, Konya...Anadolu'nun her hangi bir şehrinde, bir köşesinde yaşayan vatandaşımızın sofra bezi, giydiği gömlek, iç çamaşır, evinin yatak, divan örtüleri, perdeler...
Ev ihtiyacı olan ev tekstili denen her şeyin ham maddesi Aydın B.Menderes ovasında yetişen pamuktan yapılıyor.
Daha neler neler?
İnsanın doğumundan ölümüne kadar, her zaman bez lazım.
Çocuk doğdu kundaklamak için bez...
Hak vaki oldu, kefenlik yine bez...
Pamuk yetişen ve iyi bir endüstriyel bir sanayi bitkisine sahip Aydın ilimiz neden bu stratejik ürünün hakkını veremez?
Bizden hammadde pamuğu alıp, önce iplik fabrikalarında iplik, sonra da dokuma fabrikalarında giydiğimiz, kullandığımız tekstil ürünlerini hem bize satan, hem de ihraç eden yakın komşu ilimiz Denizli'den, Uşak'tan, G.Antep' ten ne eksiğimiz var diye sorgulamak lazım.
Hâlbuki Cumhuriyet'in ilk yıllarında Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ' ün kurdurduğu Nazilli Sümerbank Basma fabrikası ( 9 Ekim. 1937 ) açıldığı yıllar...
Ürettiği dokunan mallar...
Nazilli basması altında Türkiye’de bir marka idi.
İlk fabrika açılış töreninde, fabrika müdürü ilk şarteli indirdiğinde 780 dev dokuma tezgâhının gürültüsü, yeri göğü inletiyordu.
Atatürk ; “Sanayi gürültüsü, tekniğin gürültüsü bir müzik gibi geldi bana" İfadeleriyle sevinç ve mutluluğunu gösteriyordu.
Ve Sümerbank ürünleri, kumaşları, ayakkabıları, bay, bayan elbiselik dokunmuş kumaşları çok kaliteli marka ürünlerdi.
Hele bu fabrikanın Nazilli şehrinin ve bölgenin ekonomisine yarattığı katma değer ölçülemez...
Şehrin sosyo- kültürel hayatına, sinema, tiyatro... sosyal tesisler vb... rekreasyon alanları ile Nazilli bölgenin en parlayan yıldızı bir ilçemizdi.
Atatürk'ün emanetini sahip çıkamadık.
Yazık ettik bu köklü eseri, hatırayı.
Aydın’da Rahmetli Başbakan Adnan Menderes hemşerimizin hatırası Aydın Tekstil’e de sahip çıkamadık.
Hep söylenen su oldu, siyasetçilerin çiftliği.
Kötü işletmecilik ve popülist yönetimler...
Yazık oldu güzelim fabrikaya.
Hâlbuki üretilen Aydın tekstili kumaşları Türkiye'de bir marka idi.
Aydın’ın hem kentleşme, hem sanayileşme sürecinde kilometre taşı çok önemli bir yatırım fabrika idi.
Bir Aydınlı olarak bu hazin vefasızlığımıza kahrolmamak elde değil.
Eğer bu iki Cumhuriyet kazanımları olan fabrikalar bir Anteplinin veya bir Denizlilinin elinde olsa idi, siz düşünün neler üretip neler satacağını, hangi değişik model tekstil ürünlerini ihraç edeceğini sizler düşünün.
Son bir örnekle yazıyı bitirmek istiyorum.
Babadağ'dan bir yakınımız bundan 50 yıl önce bize geldiklerinde her haneye birer sofra bezi ve kış ortasına kadar dayanan Kadıköy kavunu getirirdi.
O yıllarda Babadağ’da başka yetişen, üretilen pek bir şey yok.
Çünkü iki bin metre yüksekte ovası olmayan çok yokuş, eğimli bir ilçe.
Aydın’a geldiklerinde incir, üzüm, narenciye, zeytin, meyve, sebze her şey bol olduğu için "Aydınlılar cennette yaşıyor" derlerdi.
Bütün gelirleri, evlerinin bodrumundaki ağaçtan yapılmış dokuma tezgahlarında üretilen sofra bezleriydi.
Bir ara Denizli' ye o yakınımın ziyaretine gitmiştim.
Aldı beni Denizli içindeki beş bin metrekare kapalı alan fabrikasına götürdü, gezdirdi.
Mustafa ağabeyin şu sözünü unutmam mümkün değil.
“Ali kardeş, gece bana uyku tutmadığı zaman, gecenin ikisi, üçünde fabrikaya geliyorum.
Buradaki dokuma tezgâhlarının takır tukur çalışması... makinaların sesi, bana bir musiki, bir ninni gibi geliyor. Hemen uykuya dalıyorum ve dinleniyorum.”
Nereden nereye....
Elli, elli beş yıllık bir sanayileşme serüveni sonucu...
Hayran kaldım. Bana, “Denizli' de en az beş altı bin işletme gece gündüz 24 saat çalışıyor” dedi.
Ne demiştik?
Sadece bir bez değil sofra bezi demiştik.
O alın teri, göz nuru, emekçi kardeşlerimizin ürettiği ürünler, aynı zamanda milli takım sporcularımızın giydiği Ay yıldızlı formaları...
Ve o sofra bezi, 2,5 metrelik bir bez parçası değil!
Bayrak şairi Arif Nihat Asya'nın dediği gibi;
"Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım."
Bayrağımız, şerefimiz, namusumuz, bağımsızlık ve özgürlüğümüzmüş aynı zamanda...
Kalın sağlıcakla.