Bu âlemde,
Her şeyin bir hikâyesi vardır.
Ağıtın, gülmenin, türkünün,
Taşın, toprağın, kayanın,
Küçük kızın, canlının, kaderin,
ölümün dahi bir hikâyesi vardır. *
Bizim köyün alt yamacında,
Koca çay üzerindeki bükte,“Hanay” diye anılan bir alanın bile hikâyesi vardır. Çok eskiden buralarda bir yerleşim olduğundan söz edilir. Ev yıkıntıları yanında Demircioğlu ailesinin ve karşı yamaçta da Hacı Naib’in de hanay evleri vardır.
Yıllar öncesinde buraya atına yüklediği tatlıları ve helvaları satmaya gelen bir esnaf, son gelişinde bir de bakar ki ortalıkta ses seda yok. Çadır ve taş evler arasında onca ölü insanlar, hayvanlar yatmaktadır. Canlılara kıran gelmiştir. Küçük bir kız çocuğu emekleyerek, ağlayarak önüne çıkar, elini uzatır. Helvacı adam, kızı kucaklar zaptiye karakoluna haber verir. Sonra anlaşılır ki, insanlar hatta hayvanlar veba salgınından can vermişlerdir. Önlem alınarak hemen alt taraftaki yere ölenler gömülür. Yıllar sonra bu mezarlığın etrafı duvar ile çevrilir. Demircioğlu’nun da burada yattığı bilinmektedir. Burası “Kıran Mezarı” derken kısaltılarak “Kan Mezarı” diye anılır.
Bir tek kız çocuğu her nasılsa sağ kalır. Helvacı adam, bu kızı besler, büyütür. Bir zaman sonra burayı ziyarete gelirler. Bir pınar yaptırır, adı “Helvacı Pınarı” olarak helva tadında suyu ile halen anılmakta, bakımı yapılmaktadır.
*
Müslüme…
Onun hikâyesi, Helvacı kızı gibi mutlu son değildi. Yerel, görsel, yazılı basın ve medyada geçtiğimiz haftalarda yürek burkan bir haber yer aldı. Ailesi çadır kurarken 10 Kasım günü, Gülnar ilçesi Tepe Yanışlı mevkiinde, Sarı keçili Yörüklerinden Mehmet Yağal ailesinden Yörük kızı Müslüme Yağal’ın kaybolması haber oldu. Bizlerin de yüreği parçalandı. Ulusça Müslüme’yi takip ettik. Aramalar yapıldı, sonuçta 19 Kasım 2021 Cuma günü, 10 gün sonra Küçük kızın cansız bedeni çadırlarından 7 km ötede çalılar arasında bulundu. Tüm ülke bu sevimli kız için yandı. Müslüme’nin de acı hikâyesi başladı. Onun hikâyesi acılarla tee baştan yoğrulmuştu.
Kader denen mefhum…
Sonra da ortalığa,
ancak insanın insana yapabileceği acılar, saçıldı, döküldü. *
Bir başka küçük kızın hikâyesini anımsadık.
Musdan Dayının anlattığına göre;
1900’lü yılların başında, İlkbahar öncesinde,dedesi Çoban Musdan ile oğulları Ali ve Osman birlikte bu Kan Mezarlığının yanındaki zeytinliklerinde çalışmaktadırlar. Az ötelerinde iki tane sırtlan yavrusunu boğuşurken görürler. Baba-oğul yuva girişinde, kovuğun içine bakarlar, ileride bir beyazlık göze çarpmaktadır. Sürünerek, uzun sopalarla çıkardıkları şey 3-4 yaşında ayakları yenmiş bir kız çocuğudur. Yorum yaparlar, sırtlan mezar kazar ama bu çocukta kefen yok, günlük entari var. Saç rengi, ben, yara gibi izleri hafızalarına kazırlar ve etraftaki köylere haber salarlar.
Hiçbir duyum almayınca da kızcağızı bu kan mezarına cenaze namazını kılarak defnederler. O günden bu yana bu tepecik ve yöresi “Sırtlan İni” diye anılır.
Sırtlanın ininde bulunan kadersiz kız çocuğunu ise, arayıp soranın olmadığı anlatılır.
İnsan ve doğa karşı karşıya da gelebiliyor.
**
Che Guevara’dan…
“Aynı evrende yaşamamalı, cellatlar ve çocuklar.
Ya ölmeli cellatlar, ya da hiç doğmamalı çocuklar…”