Canım İstanbul!..
Azîz İstanbul!..
Şehirler Padişâhı, Pâyı-taht, Dersaadet, Belde-i Tayyibe… vb
Uzar gider İstabul’a yakıştırılan sıfatlar ve benzetmeler…
“Bu şehr-i Sitanbul ki bî-misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır…”
Nedîm’in gönül dünyasında İstanbul’u benzersiz kılan bakışın gerisinde Hz. Muhammed’in şu Hadisi vardır diye düşünürüm:
“Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emir, onu fetheden asker ne güzel askerdir.”
Ve bu peygamber müjdesi 570 yıl öncel 29 Mayıs 1453’te Türk Milletine-Türk Ordusuna ve Türk’ün çağ açıp çağ kapatan büyük hakanı Fâtih Sultan Mehmet’e nasip olur: Bu güzelliğin şiirden anıtını da Arif Nihat ASYA diker:
FETİH MARŞI
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini!
Göster: kabaran sular nasıl yıkar bendini!
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini!
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın
Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır;
Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân'dır;
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır!
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Delikanlım! işaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan!
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Arif Nihat ASYA
Üç kıtaya hakim olan Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinin sonunda 1921’de İngilizler ve anlaşmalı devletler tarafından işgal edildiğinde henüz 19 yaşında olan Nazım Hikmet de âdetâ bu işgale isyan eden şiirini yazar:
857 ŞİİRİ = Hicrî 857- Miladi 1453
"İslam'ın beklediği en şerefli gündür bu
Rum Konstantiniyye'si oldu Türk İstanbul'u
Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi
Türk'ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi
Girdi Eğrikapı'dan kır atının üstünde
Fethetti İstanbul'u sekiz hafta üç günde
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,
Hak yerine getirdi en büyük niyazını
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!
İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!
Nazım Hikmet
Orhan Veli:
“Urumeli Hisarına oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum!..” ve “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı!..” derken;
Yahya Kemal Beyatlı, Bir Başka Tepeden şiirinde şöyle seslenir İstanbul’a:
BİR BAŞKA TEPEDEN
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya Kemal
Necip Fazıl için “Türkçesi bülbül kokan” şehirdir artık onun gönlüyle CANIM İSTANBUL:
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
Necip Fazıl Kısakürek
Dünyada kendisine bu kadar çok şiir yazılan/adanan bir başka şehir var mıdır bilmiyorum!.. Bir de Türk şâirleri arasında İstanbul’a yine şiir yazmamış şâir var mıdır yine bilmiyorum!..
Demem o ki istanbul’u en güzel tanımlayacak sözlerden birisi, bütün derinliği ve mânâsıyla “ŞİİR İSTANBUL” olacaktır herhalde…
İstanbul’un, atalardan miras kalan yağmalanacak bir şehir değil, gelecek kuşaklara mânâsındaki bütün güzelliğiyle emanet edilecek bir değer olduğu bilinciyle yaşayan bir toplum olabilmemiz dileğiyle…
GÜL/AYDIN… SEVGİLERİMLE…