Şiddet… Ama neden?

Nebil ALPARSLAN

Türk Dil Kurumu lügatinde “şiddet” kelimesinin karşılıklarından birisi, “karşıt görüşte olanlara, inandırma ve uzlaştırma yerine, kaba kuvvet kullanma, duygu ve davranışta aşırılık” olarak yer almakta.

Uzunca bir zamandır “kadına şiddete hayır” ekseninde protesto edilse de, kendimizi ve toplumu değiştirmedikçe şiddetin hiçbir nev’ini hayatımızdan söküp atamayız. Kadına şiddet de, çok yönlü genel şiddet kavramının yalnızca bir boyutudur.

İstisnai irsî vakaları, nörolojik sebepleri ve hormon bozukluklarını bir tarafa bırakırsak, şiddet davranışlarının çok büyük bir bölümü öğrenilmiş ve kazanılmış davranışlardır. Bebekler munis, masum, sevecen, güleç ve güzel olarak dünyaya gelir. Peki, nasıl oluyor da insanoğlu çok az bir menfaat, anlık bir haz, hatta hiçbir karşılık olmadan, sırf zevk (!) için diğer bir bireyin maddî ve manevî haklarını kaba kuvvetle yok edebiliyor?

İnsan neden şiddete başvurur? Bunda aile ve toplum yapısının bozulmuş olması gibi, hemen herkesin dilindeki klasik sebeplerden daha derin, psikolojik, sosyolojik, hukukî pek çok sebebin varlığına inanıyorum. Sevgi ve ilgi eksikliği, temel beşerî ihtiyaçların engellenmesi, hayat standardının arzu edilenin altında olması, fiziksel, cinsel ve duygusal olarak istismar edilme, kendine güven eksikliği, ötekileştirilme, kalabalıklar içinde yalnızlaşma gibi psikolojik sebeplerin etkili olduğu söylenebilir.

Öte yandan olumsuz rol modellere benzeme, düzensiz aile ve çevre, internet ve medya ortamının olumsuz etkisi, silah-uyuşturucu gibi suç aletlerine kolayca ulaşabilme, olumsuz arkadaş grupları şiddet eğilimini arttırmaktadır.

TV programlarında, filmlerde ve dizilerde şiddet içeren sahnelerin denetimsiz bir biçimde alabildiğine sergilenmesi, şiddetin sıradanlaştırılma, kanıksanma ve hayatın normal bir boyutu haline getirilmesini körüklemekte ve toplum tehlikeli bir şiddet sarmalına sürüklenmektedir.

Bir hukukçu olarak, arada bir çıkarılan af kanunlarının ya da infaz uygulamalarının da şiddetin artmasına katkıda bulunduğu kanaatindeyim. Gönül ister ki insanlar cezaevinde yatmasın. Evinde, işinde gücünde olsun. Ama af müessesesi ile mağdurun vicdanı da yaralanmamalı. Suçlu-mağdur ikilisinin, (halk dilindeki karşılığı ile) helalleşmediği bir af, mağdurları üzerken suçluya tekrar şiddete başvurma cesareti verir. Af ve infaz uygulaması toplum vicdanında meşruiyet kazanmalı. Helalleşme dediğim budur.  Geçtiğimiz Aralık ayı başında iyi halden (!) açık cezaevine gönderilen şahsın, hiç tanımadığı bir kızı (Ceren Özdemir’i) sebepsiz katledişini acı ile izledik. 

Ülke nüfusunun yüzde doksan sekizinin İslam, İslam’ın da “barış dini” olduğunu söylüyoruz ama bireysel şiddet suçlarında bu vasfımızın etkisi neredeyse yok.

Şiddet davranışlarının önlenmesinde resmi-özel tüm kurum ve kuruluşlarla bütün ülke insanının vazife ve sorumluluğu var. Aile içi demokrasiyi yerleştirmek, sevgi ve hoşgörü toplumu oluşturmak, vicdan ve ahlaki değerleri geliştirmek, güvenlik tedbirlerini sürekli kontrol etmek, hukukta, özellikle ceza hukukunda caydırıcı ceza-eğitici ortam ikilisini yerinde uygulamak bildik tedbirlerdir.

Sonradan kazanılan davranışlarda eğitim ne derece önemli ise, şiddetin önlenmesinde de o derece önemlidir. Hatta nörolojik ve tıbbi bozuklukların yol açtığı şiddet yanlıları dahi eğitimle sakin, barışçı ve hoşgörülü bir ruh haline kavuşturulabilir. Trakya Tıp Fakültesince Sağlık Müzesi haline getirilen, II. Bayezid Külliyesi’ni (Şifahane) gezdiğimizde çok enteresan şeylere şahit olduk. Akıl hastalarının çiçek, renk, minyatür gibi objeler de kullanılarak, sohbet ve musiki etkinlikleriyle tedavi edildikleri yazılıydı. Aynı dönemlerde Avrupa’da akıl hastalarının, vücuduna şeytan girmiş denilerek yakıldığı bilinmektedir.

Hamasi nutuklara boğulmuş, marjinal bir sistem ile yüksek bir adalet duygusu ve kul hakkına saygı duyan, şiddetten arınmış bir toplum inşa edemeyiz. Haz, konfor ve rant peşindeki birey için hayatın ekseni egosudur. Adalet duygusu, sevgi, barış, kul hakkı gibi kavramlar bu egoda yok olur. Bu kavramlar yok olunca yerini şiddet davranışı alır. Devletin de toplumun da temeli adalettir. Devlet tüzel bir varlıktır; tabii ki dini olmaz. Ama devlette dinin yerini tutan kurum adalettir. Adalet duygusu yüce bir duygudur, sıradan bir emekle kazanılmaz, kazandırılmaz.  Fevkalade bir gayret ister. Bu gayretin motoru eğitimdir.

TV ekranlarında her gün her saat,  şiddet, argo, uygunsuz insan ilişkileri, tecavüz, gıybet, gasp, yolsuzluk, hırsızlık sahneleri sergileniyor. Yemek, evlilik, kayıp programları dahi şiddet içeriyor. “Yer altı dünyası” söylemi unutuldu. Çünkü yar altı dünyası adeta yer üstüne çıktı. Toplumsal travmaya yol açan bu hali engelleyecek kesin ve keskin yasal ve idari tedbirler alınmak zorunda. İktidar ve muhalefetiyle bütün tarafların bu mevzudaki düzenlemelere destek vereceğine inanıyorum.

Ayrıca aydınlardan bilim insanlarına, medya mensuplarından yazarlara, kanaat önderlerinden siyasi figürlere kadar hepimizin, kin, nefret ve şiddet söylemlerinden kaçınması gerekir. Şiddetin panzehri şiddet değildir.

Şiddetten uzak bir toplum için hemen şimdi, hiç beklemeden, karşımızdakine vurmak için yumruk yerine el sıkışmak için avuçlarımızı uzatalım. Selâm verelim ve selâmı yayalım. Zira selâm barıştır, güvendir, sevgidir, saygıdır. En önemlisi esenliktir. Öyle diyor inancımız ve medeniyetimiz. Güçlülerimiz daha zayıflara yol versin. Gençler yaşlılara geçit olsun. Trafikte model ve markası bizimkinden daha alt olan araçlara yol verelim. Araçlar da yayalara öncelik tanısın. Böyle böyle önemsiz gibi görülen erdem yüklü davranış ve sözlerle kuracağız sevgi, barış, kardeşlik toplumunu, böyle oluşturacağız millet olmanın harcını, çimentosunu. Kin, nefret, öfke saçan, öteleyen, ötekileştiren eylem ve söylemlerle değil.

Yalnız benim davranışımla olmaz demeyelim. Herkes böyle derse tabi ki olmaz. Ama bir de hepimizin “ben centilmen, nazik, barışçıl, hoşgörülü ve erdemli olmak istiyorum ve olacağım” dediğini varsayalım. İşte o zaman oluşur şiddetten arınmış, barış, hoşgörü, kardeşlik, samimiyet, sevgi, saygı ve dostluk yüklü erdemliler toplumu.

 “Millet” dediğimiz de zaten bu olsa gerektir.

(*) Geçen hafta yaşadığımız afet nedeniyle deprem bölgesinde hayatını kaybeden kardeşlerimize rahmet, milletimize de baş sağlığı dilerim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.