Böyle buyurmuş Türkçemizin ulu ozanı Yunus Emre’miz yedi yüz yıl öncesinden.
Ne de güzel söylemiş:
“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Dünya kimseye kalmaz
Sevelim, sevilelim…”
Kimlere kaldı ki halkımızın çok sade anlatımıyla “yalan dünya!..”
Kur’an’da adı geçen, Hz. Davud, Hz. İsa, Hz. Musa’sıyla 28 peygambere mi kaldı? Peygamberimiz Hz. Muhammed’e mi kaldı?
Yine Yunus’un diliyle:
“Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var Süleyman’dan içeri!..”
Dediği Hz. Süleyman’a mı kaldı?
Bu yalan dünya dünyanın tanık olduğu büyük hükümdarlardan; Makedonya’dan Hindistan’a kadar toprakların hakimi Büyük İskender’e mi kaldı? Asya içlerinden hareket ederek Roma kapılarına dayanan Attila’ya mı kaldı? Üç kıtaya hakim olan Kanunî Sultan Süleyman’a mı kaldı? Napolyon’a mı, Hitlere mi, Stalin’e mi, Lenin’e mi, De Gole’mi, Franko’ya mı, kaldı?
Mensubu olmaktan onur ve guru duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Cumhurbaşkanlığı Forsunda yer alan 16 yıldız insanlık tarihi süresince kurulmuş olan 16 büyük Türk Devletini simgeler: Bundan da onur ve gurur duyarız.
Acaba 16 büyük Türk Devleti gerçeğinin gururunu ve onurunu yaşarken 16 büyük devletimizin de yıkıldığı gerçeğini hatırlar da düşünür müyüz hiç?
16’nın dışında 48 adet de irili ufaklı Türk devletinin varlığından söz ederiz de 48 devletin de yıkıldığını düşünür müyüz hiç?
Tarih sahnesine çıkışından itibaren kurulan Türk devletlerinin yıkılış sebeplerinin başında Türk Devleti'nin birlik ruhundan uzaklaşılarak aile ya da hanedan vârisleri arasında çıkan taht kavgaları, bu kavgaların ya da iç ayaklanmaların diğer devletlerce desteklenmeleri sonucu zayıf düşmeleri gerçeği gelmektedir.
Ör: Hunlar, Göktürkler, Avarlar, Hazarlar, Uygurlar, Selçuklular, Harzemşahlar, Altınordu, Timurlar, Babürler, Osmanlıların yıkılış gerekçelerinde bir şekilde bu kardeş kavgalarını görürüz.
Bunun son örneği, Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldığında yerine kurulan çok sayıda Türk Beyliğinin kurulması ve kendi aralarındaki mücadeleleri örnek verebiliriz. Yıldırım Bayezid Timur’a yenildiğinde oluşan 50 yıllık boşluk için kullanılan Fetret Devri ifadesi de bir başka kardeş kavgalarının yaşandığı, tarihimizin acı dolu yıllarıdır…
Burada dile getirdiğimiz gerekçeler ya da başka sebeplerle çöken tarihin tanık olduğu en muhteşem devletlerden birisi olan Osmanlı Devletinin küllerinden Simurg/Zümrüt-ü Anka kuşu misali ATATÜRK’ün öncülüğünde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kuruluşunun 100. Yılını yaşıyoruz şimdi. Demek ki milletler hayatına baktığımızda bugünkü devletimizin kuruluşundan öyle çok da bir zaman geçmemiş.
100 yıl, Dede Korkut’un hikâye sonlarında dua ederken sevdiklerine dilediği üç otuz on yaş toplam çok yaşayan bir insanın ömrüne tekabül eden bir ömürdür.
İktidarıyla muhalefetiyle tarihin bize söylediği gerçekleri unutmamalıyız. Sonuçta seçim demokrasinin güzel bir işlevidir. Millet sandığa gider gizlice oyunu verir; herkesin gözü önünde açıkça sayım yapılır; sonuçta kime çok oy verdiyse millet ülkeyi yönetme görevi ona verilir. Yönetme görevini üstlenen kadroların değişimi sandıkta millet iradesiyle belirlenir.
Sözün burasında Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucu lideri Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ve silah arkadaşlarının verdikleri mücadeleyi hiçbir zaman unutmamak ve göz ardı etmemek gerekir.
Hem NUTUK’u okumalı, hem de Gençliğe Hitabe ile 10. Yıl Nutuklarında söylediklerini günümüz şartlarında yeniden yorumlamalı ve söylenmek istenenleri iyi anlamlıyız.
ATATÜRK’ün hem insanın ölümlü olduğu gerçeğini hatırlattığı, hem de Türk Devleti ile ilgili taleplerini veciz bir şekilde dile getirdiği,
“Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!..”
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalması/sonsuzluğa kadar yaşamasının ön şartı Yunus Emre’mizin sırlı sözündeki gibi birbirimizi sevmemize bağlıdır. Onun için bir kere daha tekrarlarsak:
“SEVELİM, SEVİLELİM; BU DÜNYA KİMSEYE KALMAZ!..”
GÜL/AYDIN… SEVGİLERİMLE…