Enver Paşa Sarıkamış harekâtı ile Turan seferine çıktığı iddiası ise külliyen yalandır. Bu harekatta Enver Paşa’nın Rus işgalinden kurtarmak istediği; Kars, Ardahan, Sarıkamış ve Artvin şu anda sınırlarımız içerisindedir. Öyle ki Erzurum’u, Sarıkamış’ı Turan zannedenler, Enver Paşa’yı askerlerimizi Turan yolunda kırdırmakla suçladılar. Oysa dedelerimiz, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Kafkaslar’da, Sarıkamış ve Çanakkale’de savaşırken vatan topraklarını savunuyorlardı. İngiliz ordularının binlerce kilometre ötelerden gelip buralarda ne aradıklarını sormak yerine, onların yüce makamlarını tartışmaya açıyoruz.
“Fakat mesele yalnız bundan ibaret değildir. Türkiye olarak bizim gayemiz nedir? Biz Almanların Rusları şiddetli şekilde, Doğu Avrupa’da tazyik etmesinden istifade ederek, dağınık Rus kuvvetlerini ezmek, 93 Harbi’nde kaybettiğimiz yerleri geri almak, Kafkasya’ya uzanmak, yani fırsattan istifade etmek maksadını gütmüşüzdür.”
Eğer bugün bir bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti Devleti varsa bunu Bakü ve Azerbaycan’ı işgal eden Ermenileri mağlup eden Kafkas İslam Ordusu’nun komutanı Nuri Paşa ve askerlerine borçlu olduğumuzu, Nuri Paşa’yı bu harekata yönlendiren, görevlendirenin de Enver Paşa olduğunu bütün namuslu tarihçiler kabul ve ifade etmektedirler. Bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa için yazıldığı zannedilen ve her seferinde coşku ile söylenen “İzmir Marşı” nın aslı Azerbaycan Türklüğü tarafından Enver Paşa, Nuri Paşa’ya ve Kafkas İslam Ordusu’na ithafen söylenen “Kafkasya Marşı” dır. İlk dörtlüğü de şöyledir:
“Kafkasya dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda, sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım helâl olsun güzel vatana.”
Bunun böyle olması şüphesiz Gazi Mustafa Kemal Paşayı küçültmez. Lakin haklıya hakkını teslim etmek de bir namus ve vicdan borcudur. Nitekim, Milli Mücadelenin devam ettiği yıllarda, Enver Paşanın şehadet haberi gelince Gazi Mustafa Kemal derin bir üzüntü ile yerinden kalkar, sigarasını yakar, gözleri buğulanmıştır ve şöyle der: "Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe bırakalım." Hakikati öğrenmek isteyenler biraz tarih okurlarsa, Hindistan’daki hilafet hareketinin, İran’da İngilizlere karşı ihtilal başlatanların, Filistin kurtuluş hareketinin ilk kurucusu Kudüs Müftüsü eski bir Osmanlı subayı Şerif El-Hüseyninin, Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mücadele veren Ömer Muhtar’ın ve Kuzey Afrika’da bağımsız mücadelesinin öncülerinin, Enver Paşa’nın kurdurduğu Teşkilat-ı Mahsusa ile irtibatlı olduğu görülecektir.
Enver Paşa Türkistan’a giderken, buralarda böyle bir mücadelenin imkânsız olduğunu söyleyen Hacı Sami’ye şu cevabı verir: “Uzun zamanlardan beri Türkistan Türklüğü ile Osmanlı Türklüğü arasındaki irtibat kopmuştur. Ben, Osmanlı ordularının Başkomutanının ve İslam Halifesinin damadı olarak oraya gelir ve Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna ölürsem, bu köprüyü kurmuş oluruz.”
Daha sonra da Zeki Velidi Togan’a şunları söyleyecektir: “Muvaffak olamazsak hiç olmazsa cesedimi buralarda bırakmakla Türklüğün istikbaline hizmet etmiş olurum.”
Yakın günlerde Tacikistan seyahatinden dönen değerli Araştırmacı yazar Muhsin Mete Beyin bize de gönderdiği Tacikistan günlüğü yazısının bir bölümünde “Sohbetimize Enver Paşa damgasını vurdu. Enver Paşa burada, devlet katında başlarına dert açan bir maceracı, halk katında ise Sovyet zulmüne savaş açmış bir kahraman. TİKA, şehit düştüğü yerde bir anıt yapma teşebbüsünde bulununca devletten onay gelmemiş. Enver Paşa bahsinde babanın anlattığı bir gözlemciye ait malumat bir hayli etkileyiciydi. Kemikleri İstanbul’a nakledilmek üzere mezarı açılırken, bu iş için Türkiye’den gelen ekibe gözlemci olarak talimatla bir de mahalli personel katılmış. Bu kişinin verdiği bilgiye göre, kabri açıldığında cesedi gömüldüğü gibi imiş. Sakalı uzamış, kefeni dahi bozulmamış. Bu bilgi gerçeği değil, halkın tahayyülünü yansıtıyor olabilir. Enver Paşa sevgisinin efsanevî bir gerçekliğe dönüştüğü aşikâr.” Diye yazmaktadır.
Çanakkale, zaferle bittiği için orada 250 bin şehitten gururla bahsedilir. Bu ordunun başkomutan vekilinin Enver Paşa olduğu, utanç verici Balkan hezimetinden sonra orduyu yeniden teşkilatlandırarak ve gençleştirip silahlandırarak zaferin en yüksek payının ona ait olduğu gerçeği unutulur. Ama 'Sarıkamış’ta soğuk ve hastalığa yenilip kayıp verince, herkes abartılı rakamlarla ve askeri strateji uzmanı edasıyla yalanlara sarılır.
Öte yandan Arap dünyasına yönelik olarak da Türklerin din değiştirdiğinden başlayıp, İngilizlerin topluca Müslüman olacağına kadar başka bir propaganda yürütülür. Bunun gibi, Arap dünyasında Türkler aleyhine, Türkiye’de de ittihatçılar aleyhine oldukça cehalete hitap eden yaratıcı propagandalar yürütülmüştür. Sonuçta İttihatçı önderler, ya Talat, Cemal, Sait Halim Paşalar gibi, İngilizlerin organizasyonuyla Ermeni tetikçilere vurdurtulmuş ya da Enver Paşa gibi, İngilizlerin, Bolşevik Rusya ile anlaşması sonucu tasfiye edilmiştir.
İttihatçılar aleyhine bolca var olan Batı kaynaklı propaganda ve dezenformasyon malzemesinin, 1950'lerden itibaren sol ve özellikle İslamcı-Milliyetçi çevrelerin ezbere tekrarı haline gelmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur.
Enver Paşa ve İttihatçıları unutmak, hatırlayınca da İngiliz yavelerini ezberden sıralamak, Türk sağının mayalandığı ve kodlandığı dönemi, sağa yapılan aşıyı, biçilen görevi, çizilen sınırları anlamamız için elverişli bir ölçü sunar. Enver Paşa’ya ve İttihatçılara küfür edilecektir.
“Sol Kemalizm ise, II. Abdülhamit ve İttihatçılarla başlayan ve Mustafa Kemal'in 1930'lara kadar sürdürdüğü milli kalarak modernleşme, dindarlığı yenilikle barıştırma, mülk ve siyaseti yerlileştirme çabalarını çarpıtarak, devletle din, orduyla dindar, dinle modernlik ve Türklükle Müslümanlığı çatışan ters devreler haline getirip aralarına da mayınlar döşeme görevi görmüştür. Demek ki, İngilizlerle ilişkileri şaibeli sol Kemalistlerin ve Amerikalılarla ilişkileri netameli sağ-muhafazakarların İttihatçılık düşmanlığında buluşmalarında bir 'hikmet' bulunmaktadır.
Bu ülkedeki anlamsız kavgaların, dışa bağımlılığın, mal ve şehvet düşkünü sağcılığın, din ve millet düşmanı solculuğun, küçük adamların, sahte kişiliklerin, aymazlık, yobazlık ve korkaklığın, yabancı devletlere olan hayranlığın, güce tapmanın, sahte dindarlığın velhasıl Osmanlıdan beri bir gram bile değişmeyen bu milli! hasletlerimizin! yenilgi travması ve İttihatçılık düşmanlığı ile bağlarını merak ediyoruz doğrusu.”Enver Paşa ve arkadaşları siyaseti yalanlarla, parayla değil yüce gayeler için; bilekleriyle, yürekleriyle, haklılıklarına yaslanarak, çile çekerek ve ellerinde avuçlarında ne varsa feda ederek yapıyorlardı.
Enver Paşa ve arkadaşları doğru ya da yanlış, bir şeylere inanır ve onu sonuna kadar savunurlardı. Bir fikirleri, bir sözleri, bir namusları vardı. Gerektiğinde fikirleri ve inançlarını için gözünüzü kırpmadan ölüyorlardı. Yiğitlik şanları, mertlik karakterleriydi. Rakiplerinin dahi karakterini geliştiren bir tesirleri vardı.
Bugün, bir şeylere inanmak değil, 'ne istediğini bilmek', 'bir şeyler elde etmek', 'pazarlığı ve hesabı bilmek' revaçta. İhtirasların ve arzuların şehveti hayatımızı esir aldı. Zalimlerin ve ayaktakımının ahlâkı bütün ülkeyi işgal etmiş durumda.
Onlar; o yoksulluk, çaresizlik, imkânsızlık günlerinde, yurtdışına adam gönderir, teşkilatlar kurarlardı, yabancı elçiliklerle görüşür değişik siyasi hamleler yaparlardı, uzak diyarlarda isyanlar çıkartır düşmanı oyalarlardı. Enver Paşa’nın oğlu Ali Enver, 1940'larda Londra'da öğrenim görürken, Londra büyükelçimizin aracılığıyla Churchill’le görüştüğünde Churchill ona, "Senin baban benim siyasi kariyerimi yirmi yıl erteledi" demiş. Onların görkemli savaşları, o zaman İngiltere’de, Rusya’da, Fransa’da, İtalya’da iktidar ve hükümet değişimlerine sebep olmuştu.
Bugün ise, ülkemiz bütün istihbarat örgütleri ve örtülü operasyonların laboratuvarı durumunda. Okumaya gönderdiğimiz çocuklarımız ya buradaki zulümlerden bıkıp bir daha dönmez oluyor veya 'iyi ilişkiler' kurabilmişse paraşütle dönüyor.
Enver Paşa ve arkadaşları, Irak’taki İngiliz işgaline, Kanal Harekâtı, Filistin direnişi, Kut-ul Amere zaferi ve Medine müdafaası ile cevap vermişti. Enver Paşa ve arkadaşları çürümüş bir hanedanlığın, tükenmiş bir İmparatorluğun, cehalet ve yoksullukla malul bir milletin çocuklarıydı. Bin bir imkânsızlık, karmaşa ve devletler oyunu içinde büyüyüp çöküşü durdurmak için sonuna kadar ve yiğitçe döğüştüler.
Bütün Osmanlı'nın, bütün Avrasya'nın, bütün Doğu'nun direnme ve dayanma çabasıydı Enver Paşa ve arkadaşları. Ama maalesef, başaramadılar.
Emperyalizm kazanmaya, biz yenilmeye devam ediyoruz. Devletimiz tam bir kuşatma altında. Milletimiz, artık her şeyi boşlamış, gündelik dertleri dışında herhangi bir şeyle meşgul olmak, hatta düşünmek, tartışmak, yorulmak istemiyor. Aydınlarımızın bir kısmı iktidar yağcılığı, bir kısmı rejim bekçiliği, bir kısmı da Tanzimatçı şaklabanlıklar yapıyor. Sermaye sahiplerimiz henüz 'burjuva' bilinci ve seçkinliğine sahip değil. Yabancı sermaye acenteliği ile devleti soyma uğraşı yanında bu işler biraz fantezi geliyor onlara. Durum, sandığımızdan da kötü aslında. Enver Paşa ve arkadaşları yaşasaydı, hemen durumdan vazife çıkarırdı. Enver deyince aklına hemen yayılmacılık ve macera gelenler, onun hiçte macera olmayan ve sadece savaşı tüm Asya'ya yayarak Anadolu'yu rahatlatan bir savunma hattı örmeye çalıştığını unutuyorlar. Üstelik, lazım olduğunda da Neo-Osmanlıcılık, bölgede etkili olmak, Musul- Kerkük hikayeleri üzerinden Enver Paşa’yı çağrıştıracak sözde emperyal ajitasyonlar çekiyorlar.
Oysa Enver, evvela soylu bir savunma ve kararlı bir var olma davasıdır. Bu ufuk bir yayılma değil; dağılmama, en azından yenilmeme iradesi ile sınırlıdır. Bu nedenle Enver Paşa ve İttihatçılık, önce içerde toparlanmanın, sağlam durmanın, dayanmanın ve yenilenmenin adıdır. Bu iradeyle, bütün iç meselelerimizi çözecek ve dışa bağımlılığı asgariye indirecek Milli demokratik bir restorasyondur.
İşte bunun için İttihatçılıkla, yani o kendine güven, haysiyet, vatanseverlik ve cesaretle tanışma ve barışmamız gerekir diyoruz. İşte bu manada Enver diyoruz. Şehit na'şının cebinden bir büyük harita, bir Kur’an-ı Kerim, yarım kalmış bir mektup ve birkaç kuruş para çıkan Enver. Tıpkı yıllarca teşkilatı mahsusada değişik cephelerde savaştıktan sonra mütareke yıllarında esaretten dönüp hastalanınca, İstanbul’da Özbekler Tekkesini sığınıp, orada ruhunu Allah’a teslim eden ve bavulundan bir Türk Bayrağı ile Kur’an’ı Kerim’den başka bir şey çıkmayan Teşkilat-ı Mahsusa’nın fedaisi Zenci Musa gibi.
Yaşadığımız kâbusun şifreleri dışında geriye hiçbir şey bırakmayan; bir komutan, bir devlet adamı, bir eş, bir insan nasıl olurmuş düşmanına bile ispat eden, bir yalnız ama büyük adamdır Enver Paşa.
KAYNAKÇA
AKSUN Ziya Nur, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2005.
ASLAN Emir Şekip, Sürgünde Üç Ölüm, Çev. Aziz Akpınarlı, Truva Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2010.
AYDEMİR Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, Cilt 1, Remzi Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1972.
CİHANGİR Erol, Emir Şekib Aslan ve Şehid-i Muhterem Enver Paşa, Doğu Kütüphanesi Yayıncılık, İstanbul, 2005.
KÖSOĞLU Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2008.
ÖZCAN Ahmet, Davası Olmayan Adam Değildir, Yarın Yayınları, İstanbul, 2015.
ÖZCAN Ahmet, Açık Mektuplar, Yarın Yayınları, İstanbul, 2004.
Mete Muhsin, Tacikistan Günlüğü, Almıla Dergisi, Ankara, Sayı:27.