Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa’nın baş döndürücü hayat hikayesini anlattığı üç ciltlik eseri boyunca, satır aralarına serpiştirdiği Almancılık, maceracılık ve tek adam olma hevesi dışında, kendisinden hayranlıkla bahseder. Balkanlarda çete savaşları, Hürriyet için dağa çıkış, Berlin ateşe militerliği, 31 Mart olayı vesilesiyle dönüp Hareket ordusu Kurmay Başkanlığını devralış, isyanı en ön saflarda çarpışarak bastırma, 1911 Trablusgarp işgali üzerine gönüllü toplayarak gizlice Kuzey Afrika'ya gitme, Enver Paşa ve arkadaşlarının ( Enver bey, Mustafa Kemal, Kuşçubaşı Eşref, Fethi Bey (Okyar), Nuri Bey ( Conker), Fuat Bey ( Bulca), Sapancalı Hakkı Bey gibi bir gurup subay ile) Gazzeli Cemal, Darendeli İsmet, Saydalı Hilmi, Tiranlı Cevdet ve Sinoplu Dede Sami gibi askeri okuldan atılan subay adaylarını da İtalyanlara karşı savaşmak üzere gittiği Trablusgarp’a 2016 da haçlılar daha rahat bombalasın diye günümüz devlet yöneticileri gemi göndermiştir.
Enver Bey Trablusgarp’a giderken notlarında şöyle yazıyor: “Vazifem bu sefer beni hiçbir maddi netice alamayacağım bir gayeye doğru götürüyor. Trablus, zavallı memleket şimdilik kaybettik -belki de ebediyen-. Peki, o zaman niye gidiyorum? İslam dünyasının bizden beklediği bir ahlaki görevi yerine getirmek için.”
Bu satırlar sadece kendisinin değil, bütün o kahraman neslin sorumluluk şuurunun ve haysiyetinin yüksekliğini göstermektedir. İşte Enver Bey, ömrünün sonuna kadar budur. Her şeyin tükendiği noktada Türkistan’ı kurtarmak için yola çıkarken de böyle müthiş bir gerekçeye dayanacaktır. O Enver ki daha 30 yaşındadır ve Osmanlı sarayına damattır önünde koca bir ömür ve nice parlak rüyalar vardır… Dünya tarihinde, böyle bir sorumluluk duygusuyla geleceğini, bütün ümitlerini ve hayatını çıkmaz bir davaya adayıp kendini Libya çöllerine atan kaç insan yaşamıştır?... Aynı Enver Bey kendisini bu işten vazgeçirmeye çalışan Talat Bey ve İttihat Terakki’nin Genel Sekreteri Halil Menteş’e hiç tereddüt etmeden cevap verir, “Ben ve arkadaşlarım sizler gibi düşünmüyoruz bir vatan parçası, ona bağlı olanlar hayatta nefes aldıkça, elleri silah tuttukça ve atacak kurşun da varsa, utanç içinde terk edilemez. Biz Trablusgarp’ı Türk ordusunun şeref ve haysiyet sahibi mensupları olarak sonuna kadar savunacağız. Sizden de hükümet olarak beklediğimiz, bize engel olmamanızdır. İşte o kadar…”
1913'te Edirne işgal edilince İngiliz yanlısı Sadrazam Kamil Paşa'nın "verelim kurtulalım" siyasetine karşı Babıali'yi basarak ittihat Terakki hükümeti kurma, Edirne'nin geri alınışı, I. Dünya Savaşı’nda Sarıkamış, Çanakkale cephelerinde ön saflarda çarpışmalar, 1918 Mondros mütarekesi sonrası bir Alman denizaltısıyla Karadeniz üzerinden Berlin'e giderken yolda arkadaşlarını gizlice terk edip Kafkasya'ya gitme teşebbüsü,biri denizde iki defa da uçak düşmesi sonucu üç önemli kazayı atlatarak Berlin'e geri dönüş. Orada Rus-Bolşevik yetkililerle temas. İngiltere'ye karşı; Anadolu, İran, Afganistan, Hindistan, Kafkasya ve Orta Asya’da direnişleri sürdürmek amacıyla ortak planlar, projeler, eylemler... 1921'de Bolşeviklerin İngilizlerle anlaşması üzerine Türkistan'a geçerek bu kez Ruslara karşı Basmacı isyanını teşkilatlandırma. Türkistan'daki en güçlü aşiret liderinin Ruslarla anlaşması üzerine direnişin zayıflaması ve Kurban Bayramının ikinci günü uğranılan bir baskın sırasında en önde düşmanın üzerine atılarak intihar gibi şehadete nail olma…
İttihat Terakki önderliğinin kararıyla sarayda etkili olmak maksadıyla kotarılan Padişahın torunu Naciye Sultanla 'mantık' evliliği. Evlendikten sonra başlayan tutkulu aşk. Hem davaya hem aşkına ölümüne bağlılık ve sadakat. Ortalama 'Osmanlı' kişiliği; muhafazakâr bir dünya görüşü, Müslümanca bir ahlâk, mümince bir tevekkül, düşmanlarının bile teslim ettiği savaşçılık, teşkilatçılık, cesaret ve ataklık. Halifeliğe, Osmanlılığa ve İslam’a sarsılmaz bağlılık temelinde Müslüman toplumların emperyalizme karşı ayaklandırılması maksadını, bütün Müslüman Türk toplulukların bağımsızlığını kazanmasını amaçlayan Türkistan perspektifi. Büyük bir ufuk, sınırsız ve sonsuz bir harita…
Birinci cihan Harbinden sonra, İttihat Terakki’nin yedi önemli şahsiyeti ile geçici bir süreliğine yurt dışına çıkarken Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya yazdığı mektupta şöyle diyordu: “mektubunda, içinde bulunulan şartlar sebebiyle geçici bir süreliğine İstanbul'dan ayrılmayı uygun gördüğünü, ancak müsait bir zamanda hükümetin ilk işareti doğrultusunda açık alın ile hesap vermek üzere tekrar geri döneceğini belirtir.” Enver Paşa Talat Paşa’ya yapılacak tek makul işin, Rusya’ya geçip, Ruslarla anlaştıktan sonra Türkistan’ı ayaklandırmak ve Kafkaslarda kurulacak bir teşkilat vasıtası ile düşmana karşı savaşmayı sürdürüp bu halde bir hayır ve zafer gözlemek; nasip olmazsa da bu yolda can vermek olduğunu söyler. 25 Ekim 1920 tarihli mektubunda İngilizlere karşı çalışmakta Bolşeviklerle mutabık kaldıklarını, “ayrıca Türkiye için para ve malzeme temin” ettiklerini yazar. “Kendileri ilk yardım olmak üzere 1 milyon altın ve bir milyon lira kâğıt para verdiler ve imkân dairesinde de silahların ilk kafilesi 10 bin tüfek, ikişer bin cephane ile memlekete varmıştır.”
Dönüşte İngiliz emperyalizmine karşı savaşmak üzere İslam İhtilal Cemiyetleri Birliği’nin çalışmalarını tamamlar. Bunun için Talat ve Enver Paşalar, Cezayirden Fevzi Bey, Traglusgarp’dan Hamit Gargani, Tunus’tan Şerif Şeyh Salih, Şeyh Cafer Hasan, Dr. Rifat Mansur, Mısır’dan Abdulaziz Çaviş, Abdulhamit Bey, Dr. Ahmet Fuat Bey, İbrahim Ratip Bey, Yusuf Bey, Mustafa Bey, Suriye’den Emir Şekip Aslan Bey, Irak’tan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal Bey, Mehmet Başhampa, Hindistan’dan M. Bereketullah Efendi ve Hindistan Hilafet Komitesi başkanı Muhammet Ali gibi İslamcı aydınlarla ilişki halinde idiler. Kurulacak birliğin, İslam ülkelerindeki İslamcı ve anti-emperyalist güçleri bir araya toplanacağını ummaktadırlar.
Şüphesiz ki maksadımız İttihat Terakki’yi kutsamak veya hareketin önderlerini hatadan günahtan münezzeh saymak değildir. Onlar da insandır elbette ki hataları günahları olmuştur. Tecrübeleri, idealleri ve yürekleri kadar büyük değildir ama samimi vatanperverliklerinden ve kıblelerinin doğruluğundan kimse şüphe etmemelidir.
Enver Paşa’ya dönük en yaygın suçlama, Almancılıktı. Çaresizliğin ve zorunlulukların dayattığı Alman ittifakından azami fayda çıkarmaya çalışması dahi soğuk savaş döneminde aşina olduğumuz 'uşaklık' ve 'kullanılma' geleneği ile karşılaştırarak yorumlayanlar olsa da, Enver'in Alman yanlılığı ile, bugünkü Amerikancılık ya da Avrupacılık türleriyle kıyaslanmaz bir fark vardır. Enver, önce ve sadece vatanseverdir. Rus-İngiliz-Fransız ittifakına karşı Enver Paşa ve arkadaşları için makul ve mümkün olan tek müttefik Almanya’dır. Zaten daha önce 2.Abdülhamit’in tercihi de bu yöndeydi. İngiltere ile Rusya’nın Reval’de Osmanlı’yı parçalama ve bölüşme antlaşmasından itibaren 1.Cihan Savaşı’nın daha doğrusu batılı emperyalist güçlerin paylaşım savaşının adım adım yaklaştığını gören İttihat Terakki önderleri bu kaçınılmaz savaşta Fransa, İngiltere ve Rusya ile müttefik olmak için görüşmeler yapmışlar, bütün kapılar yüzlerine kapanınca Rusya’nın en yakın düşmanı olan Almanya ile ittifakı stratejik bir tercih olarak seçmişlerdi. Öyle ki İttihatçıların yabancılar ile ilişkisi dahi tekrar onlara karşı kullanılacak gücün biriktirilmesini amaçlıyordu. Bunu ne kadar sağlayabildikleri tartışılır. Fakat İttihatçıların herhangi bir kanadının bir yabancı devlete ajanlık yaptıklarını hiçbir tarih yazmamaktadır.
Yine 'Soğuk Savaş' alışkanlığı olarak batıya bağımlı Türkiye gerçeğinden hareketle gerek Almanlarla İttifakta gerek Orta Asya serüveninde, daima tek yönlü ve aleyhimize komplolar aramak, kullanıldığımızdan dem vurmak, hiç aksini düşünmemek kendine güvensizliğin ürünü kalıcı bir ortak özellik durumundadır. Oysa, bu ülkeye, vatana ve millete sonuna kadar bağlı oldukları hayatlarının sonuna kadar verdikleri mücadele ile sabit kadroların birileri tarafından kullanılmış olmaları ne kadar mümkündür? İnsafsızlık o boyuttadır ki, Osmanlı'yı kurtarmak için ölümüne kavgaya tutuşanlara Osmanlıyı yıktılar denmiş, bir büyük direnme azmine sürekli çamur atılmıştır. Çünkü onlar artık yoktur ve onların davalarını güdecek bütün objektif şartlar teker teker temizlenmiştir.
Tarih, yenenlerin lehine yazılır ve ayakta kalanlar ölenleri suçlar. Hiç kimse de gerçeği merak etmez. Artık dışarıda kazanan İngiltere'nin, içerde ise İttihatçıların tasfiyesi sonrası egemen olanların kendilerine yonttukları bir tarih vardır. Artık 'Enver' deyince "Sarıkamış’ta 90 bin asker" yalanı tekrarlanır. Ancak bu kara propagandanın aksine Genelkurmay harp tarihi kayıtları ve bilimsel tarihi eserler bunun aksini yazmakta ve bu harekatta bizim kayıp, hastalık, donarak ve muharebe esnasında şehit olanların toplam sayısının 30 bini geçmediği belirtilmektedir. Bunun sorumlusu Enver Paşa ya da başkası değil, Savaşın acımasız gerçekliğidir. Rusların ise muharebe esnasında en az 19 bin kayıp verdiklerini tarihçi İlber Ortaylı Hoca ifade etmiştir. (Devam Edecektir…)