Kahvehanede oturan kara kara düşünen orta sınıfın altına düşmüş gariban insanımız.
Çarşıda pazarda rotasını kaybetmiş, tarlasında bahçesinde son mücadelesini kazmasına küreğine sıkı sıkıya sarılarak geçim derdinde olan, ayakta kalmaya çalışan tüm vatandaşlarımız…
Velhasıl geçiminden, aşından işinden başka bir şey düşünemeyen Anadolu köylümüz şehirlimiz.
Onları hiçbir şey ilgilendirmiyordu.
Ne Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın tekrar aday olması, ne de sanatçı müzisyen Haluk Levent'in adaylığı.
Ne Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'nun 4.kez aday olması ne de AKP’den Mustafa Savaş' in 3.kez adaylığı.
Kısacası vatandaşımız; “Batı cephesinde pek değişen bir şey yok hepsi bildik tanıdık isimler” diyor, yeni bir ruh, yeni bir heyecan istiyordu.
Aslında işin gerçeği, yokluk içindeki milletin kafasının çok karışık olmasıydı.
Siyasiler bundan 5 yıl, 10 yıl ve hatta 15 yıl önceki seçim dönemlerindeki konuşmalarında, vaad ettikleri projeleri yerine getirdiler mi? Hesap verdiler mi?
Aydınımızda veya Türkiye genelinde, ister yerel seçimlerde, isterse genel seçimlerde bizlere vaatlerde bulunup sonra karşımıza çıktılar mı?
Aydın'da söz verip de yapmadıkları yapamadıkları projelerin nedenlerini tartışmalarını bizimle paylaştılar mı?
Paylaşmadılar bizleri yok saydılar.
Tam bir güvensizlik ve hayal kırıklığı.
Halkımız terkedilmiş umutsuzluğa kapılmıştır.
“Güneş yeniden doğacak, medeniyetin beşiği Aydın, çağ atlayacak” deniyordu.
Çok uzaklarda değil çevremizdeki, Denizli, Manisa, Eskişehir uçuyordu. Bu iller hızlı trenleri, havaalanları, otoyolları, kavşakları, battı çıktıları ve parklarıyla trafik çilesini bitirmiş yaşanabilir şehirler olmuştu.
Aydın halkı umutlarla, hizmet istekleri ile yanıp tutuşmuştu.
Her gün; Ha şimdi güneş doğacak, ha Türkiye'nin çağdaş yüzü, batıya açılan kapısı Aydın’dan açılacaktı.
Aydın kalkınacak ve insanları hep mutlu olacaktı.
Maalesef olmadı.
Bu güzel coğrafya hep tarihten gelen değerleri ile o güzel zengin doğa, iklim ve medeniyet değerleriyle avutuldu uyutuldu.
Aydın'ın güçlü kent kimliği ile kendi potansiyelini ve gücünü keşfetmiş bir şehir olma özlemi hep ötelendi.
Bu acı gerçek ve kentin ana sorunları üzerine her alanda; Tarımda, turizmde, hayvancılıkta, sanayide, eğitimde, bürokraside bir adım öne çıkılamadı.
Bilhassa belediyelerin imar ve inşaat hizmetlerinde, yer altı kaynakları ve jeotermal çalışmalarında, çevre ve doğa kirliliğiyle mücadelede, Büyük Menderes nehrinin kirliliği, Menderes ovasının gittikçe çoraklaşması konusunda hiçbir şey yapılamadı.
Varlık içinde cennetin ortasında yokluk çeken Aydınlıların sorunları hiç bitmedi.
Narenciye üreticisi köylümüz bahçesindeki portakalı 2 liraya bile satamamıştı. Üretim girdilerinin başında gelen, gübre, işçilik, ilaç ve akaryakıt ücretleri, köylüyü üretim yapamaz hale getirdi.
Sonuç ;
Portakal bahçeleri kazılıp köklenmeye başlandı.
Yazık değil mi milli servetimize, milletimize fakir halkımıza?
Gelelim süt üreticisi vefakar hayvancımıza:
Bizim buralarda süt inekçiliği yapan işletmelerde ahırlar boşalmaya başladı. Bundan haberiniz yoktu değil mi?
Malum aynı problem, içinden çıkılmaz girdi maliyetlerinin artması.
Üreticinin banka kredi borçlarını ödeyememesi yüzünden gebe ineklerin bile kesime gittiğini biliyor musunuz?
Ne acı değil mi?
Anlaşılan o ki, her kesimden halkımıza bir dokun bin ah işit.
Dengeler iyice bozulmuş, hesabı kitabı tutturamaz olmuş Aydın’ımın Efesi.
Kızgınlığımız öfkemiz hat safhada.
Haksızlıklara, adaletsizliklere, belediyelerdeki sokak sokak asılı reklamlara, şovlara, billboardlardaki israfa, gereksiz harcamalara tantanaya çok kızgınız.
Gerçekten ağır yaşam koşulları altında ezilen halkımız artık her şeye çok öfkeli.
Esnafımızın ödeyemediği senet ve banka çekleri karşısında, kiracılarımızın yüksek zam isteyen ev sahiplerinin asık suratları karşısında, çocuklarıyla kış günü sokağa atılan boynu bükük garibanların karşısında nasıl sessiz kayıtsız kalabiliriz ki?
Öğle değil mi?
Atanamayan öğretmenler,
İş, aş, ekmek bekleyen binlerce diplomalı işsizler ordusu ve gençlerin durumu.
Daha bir sürü konu başlıklı sorunlar demeti var Aydın'da.
Hep bilinen konuların bir türlü gerçekleşmeyen yarım kalan hikayelerle dolu Aydın halkını hafızası yok oldu.
Aydın'ın sokakları, ilçeleri, mahalle ve köyleri, dağları, ovası, denizi ve her köşesi.
Aydın kan ağlıyor beyler,
Aydın her yerden kurşun yemiş yok oluyor eriyor beyler.
Kan kusuyor Aydınımız.
Ahh, Goca Aydın Ahh, Gazi Aydın..
Nerde Efelerin, zeybeklerin Yörük Alilerin Aydın'ı nerede?
Bitmedi..
Diyalog Aydın ağzıyla:
Çalışanlar çarşı pazar ve marketlerde fiyat etiketlerini değiştirmeye yetişemiyordu.
Her saat, her gün etiketler değişiyor zam üstüne zam geliyordu.
Heleki bir tepki gözlerimizi dikiverdi.
Büyük heyecan ve merakla:
“Gadeşim bu ne ya, her gün zam mı oluu, her gün fiyat mı değişii?” cümlesine hazır cevaplar sıralanıveriyordu.
"Sen neede yaşiyon akideş şu yapılan zamlardan haberin yok mu senin?
İğneden ipliğe her şeye zam geldi. Memura, emekliye, işçiye de zam geldi gadeşim. Hükümet hep size çalışıyoo nankörlük etmeyin, devlet akıdıp duru, akıdıp duru gari. Bizim köyün imamı bile 45, 50 bin lere mayış alıyomuş habarin va mı senin?
Köyümüzden böyükşehir belediyesinde çalışan mamurla, isçile vaa. Aybaşı salla başı al maaşı, bi çoval para alıp durulamış, eee bu devide çiftçiliği kim yapa, ineklere koyunlara kim bakaa, zeytinleri kim silkee, incirleri kim toplaa gedeşim?
Parti puticileden adamın vaasa tamam gurtuldun gitti gari. Sırtını bi yere dayadın mı garada ölüm yok bak rahatına keyfine” diyordu.
Çaresiz umutsuz Aydın üreticisinin köyünde de, şehir merkezinde de durum farklı değildi. Umutlar yitirilmişti.
Herkes birbirine soruyordu?
“Nereye varacak böyle bu işin sonu” deniliyordu.
Çok da haksızlık etmeyelim canım.
Aydın semt pazarlarında önlüklü görevliler, bir elinde çay, diğer elinde çorba tepsisi.
Pazarcılara, alışveriş için dolaşan halka, kahvehanelerde oturan vatandaşa, yoldan geçene, uçana, kaçana çay çorba veriyorlardı.
Yaşlı bir amca da: “ 5 yıl esas yapacağın hizmetleri yapma, sonra da seçim önü kavrayıp bizi, çay çorbayla kandırmaya çalışacaksınız haa, yemezler kızım, biz kaçın kurasıyız” diyordu.
Kahvehanede oturan görmüş geçirmiş eski Adalet Partisi, Doğruyol Partisi dönemlerinde devlet adamları ile siyasetin içinde bulunmuş bir koca Efemiz de;
“Şu güzelim memlekette israf yapmasalar halkın parasını çarçur etmeseler, bir de çalıp çırpmasalar, şu Aydın bir değil 10 Aydın olurdu.” diyordu.
Arkasından; “Şu çalma soyma hastalığından bir kurtulamadık” dedi koca efem.
Sonra da bir hakikati ifade etmenin gururu içinde masadakilere: “Kahveci bak şu akideşlere çay, kahve ne içecekler bakıvee gari” dedi.
Arkasından, “çaylar kahveler benden” deyiverdi.
Biliyorsunuz Aydın efesinin karşısında bıyık bükülmez.
İşte, vatandaşın halkın penceresinden bir bakış ve bir analiz.
Ne mutlu bu sesi duyanlara.
Kalın sağlıcakla…