Sanatta bireysellik ve toplumsallık

Ömer ERU

İlk insanlar, mağarada yaşarken ve daha sonra avcılık yapmaya başlayınca o gün karşılaştıkları olayları korktukları veya kendilerince önemli gördükleri hayvanları barındıkları mağaraların duvarlarına resmetmeye başladılar. İlk eser de böylece ortaya çıktı. Belki kuşaklar arası eser bırakma da böylece başlamış oldu. Demek ki insanın diğer insanlarla anlaşması da belli seslerden sonra bu eserlerle başladı. Bunlar resim yazılarıydı. İnsanların bu eserleri meydana getirmeleri içinde yaşadıkları çevre ile ilgiliydi. 

Değişik çevrede yaşayan insanların ortaya koydukları eserlerde değişik oluyordu. Çünkü insanın içinde yaşadığı toplumun diğer toplumlara göre zamanla farklılaşmış davranış kalıpları ve özellikleri vardı. Önceleri doğada tamamen özgür olan insanlar zamanla güvenlik nedeniyle bu haklarından bazılarından vazgeçtiler. Toplumda yeni yeni işbölümleri gelişti. Toplumda üretim yapan, bunları başka yerlere götüren satan, ticaret yapan kuşaklar oluştu. Bir diğer kısmı da sırf iç ve dış düşmanlara karşı güvenlik görevini üslendiler. Düzenli devletler kurulmaya başladı. 

Toplumda yaşayan sanatçılar da çevrelerinin etkisinde kalarak içinde yaşadıkları toplumda meydana gelen sorunları çözümü için değişik fikirler ileri sürmeye başladılar. Bu fikirler bazen içinde bulundukları toplumda ekonomik, siyasi erki elinde bulunduranların toplumu idare ederken izledikleri prensiplere ve anlayışa ters olabilir. 
 

Sanatçı fikrini öne sürerken kişisel çıkarını da pek gözetmez. Toplumun çıkarını da gözetmiş olabilir. Bazen çıkar yol olarak öngördüğü yol ve yöntemde değişik olabilir. Örneğin Şairimiz Mehmet Akif Ersoy toplumcu bir şairimizdir. Ancak toplumun kurtuluşu için dini kurallarla hareket etmeyi esas alır. Nazım Hikmet de toplumcu bir şairdir ama toplumun düzelmesi için öngördüğü yol ve yöntem sosyalizmin topluma hâkim olmasıdır. 

Ancak hangi siyasi düşünceye sahip olursa olsun geniş kitleleri etkilemek ve verilen eserlerle kalıcı olmak için sanatçıları eserlerinde belli sanatsal kaygıları da taşımaları gereklidir. Salt siyasi, ekonomik ve dini düşünceleri slogan heyecanıyla vermeye çalıştığında o sanatçı asıl vermek istediği fikri de vermekte tehlikeye düşmekten kendini alıkoyamaz. Şair ve kültür adamımız Atila İlhan bu tür sırf slogan yaklaşımı ile eser vermeye “Slogan Efeliği” der. 
Elbette sanatçı yaşadığı toplumun içinde bulunduğu sorunlardan ya da olumlu işleyişten etkilenecektir. O devrin siyasal, sosyal ekonomik ve kültürel olaylardan etkilenecektir. Ama salt bir çizgiye saptanmadan, diğer çizgilerin varlığını da kabul ederek sanatsal eser verenlerin eserleri kalıcı olmaktadır. 

Bir şair diğer insanlardan bazı özellikleriyle ayırt edilir. Yaşamı gözetme, farklılıkları bulma, olumsuzluklara işaret etme gibi… Bu yetilere şiir yazmada ki ustalığı da eklenirse, şair kendi diyeceklerini, bu ustalıkla birleştirirse, bir de içinde yaşadığı toplumdaki gerçekleri açıklama yiğitliğini gösterebilmişse bu farklılık onu kalıcı yapar. 
Zamanımızda da davranışlar belli ekonomik ve siyasal erkler tarafından şekillenmek istenmekte, tek tip insan, tek tip davranış beklenmektedir. Yeniden şekil verilen dünyamızda tek çıkış yolu hazır sunulan malı tüket, örfünü, adetini, milliyetini unut ve kendini yeni global dünya düzenine teslim et olarak gösterilmektedir. Sanatçılara da bu yeni salt ekonomik düzende sorgulama, neden niçin deme, insanların sırf insan olarak doğmalarıyla sahip oldukları hak ve özgürlükleri karıştırma, seks, içki, eğlence alemlerini, daha çok tüketime yol açan moda ve tatil şiirlerini ve öykülerini yaz şeklinde çıkış yolları gösterilmektedir. Oysa tarihin ilk başlangıcından bu yana sanatçılar, daima olu bitenlerin farkındadırlar. Devamlı bir gelişim ve değişim içindedirler. Dünyanın yeniden ekonomik çıkarlara göre şekillenmesi karşısında, ulusal sınırlanıp parçalanıp yok edilmesi karşısında bir de, Atatürk gibi bir deha ve ulusu için kendini feda eden yol gösterici bir lidere sahip sanatçı iseniz; “Hayır ben senin gibi düşünmüyorum, senin önüme koymak istediğin tuzağa düşmüyorum, senin kolanı içmiyorum” deme cesaretini her zaman gösterebilirsiniz.

TOPLUMUN SANATÇIDAN BEKLENTİSİ 

Toplumda sanatçıları bir kurtarıcı alarak görmek de geniş insan topluluklarını yaşamın en güzel ya da nasıl olması gerekir sorusuna cevap aramakta uyuşukluğa sevk eder. Belli bir aksaklıkta muhalefet etmek mutlaka ve yalnızca sanatçının görevi değildir. Toplumda okuma alışkanlığı çok düşükse, çok örgütlü bir toplum haline gelinememişse, işsizlik hala kader olarak biliniyorsa, hırsızlık normal bir şeymiş gibi kanıksanmışsa o toplumun bu durumlardan kurtarılıp düze çıkarılması salt sanatçının işi değildir. Sanatçı gerektiğinde o toplumunda yanlış bir tutum içinde olduğunu belirtebilmelidir. 

Burada sanatçının da dikkat etmesi gereken, gerçek bir olgu karşısında gerçek neyse ona işaret etmesidir. Toplum müzik diye sanattan yoksun bir parçayı istedi diye birde sırf ticari amaçla gerçekten ve sanattan yoksun olarak ortaya çıkarılan bir parçayı kabullenmemelidir.  O sanatçının dili çok iyi kullanması ve sanatına da çok hakim olması eğer toplumda iyi gitmeyen konuları yakalayamıyorsa, yol gösteremiyorsa iyi bir sanatçı olduğunu göstermez.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.