Yılını anımsamıyorum, Recep Yazıcıoğlu Aydın Valisi, rahmetli Tüzer Doğan Aydın Lisesi Müdürü, bendeniz Aydın Lisesi İngilizce öğretmeniydim.
Ders ortasında sınıfın kapısı çalındı ve kapı aralığından nöbetçi öğretmen göründü. Parmağıyla ‘bir dakika dışarı gelebilir misin?’ işaret yaptı. Çıktığımda Müdür Bey’in acilen benimle konuşmak istediğini öğrendim.
Öğretmen arkadaşların bileceği üzere, ders ortasında öğretmenin dışarı davet edilmesi pek hayra alâmet değildir; ya bir yakınınız ölmüş, ya da soruşturma geçirdiğinizden müfettiş ifadenizi almak üzere sizi bekliyor demektir.
Büyük bir heyecanlı müdürün odasına gittim, müdür, “Hocam oturma, acilen seni Vali Bey bekliyor, olayın iç yüzünü ben de bilmiyorum” dedi.
O yıl, sınıf seviyesinin çok altında olan (adını yazmak istemediğim) Recep Bey’in kızı aynı zamanda öğrencimdi, İngilizce seviyesi programın çok gerisindeydi. Bu öğrenciye yardımcı olacaksam özel olarak ilgilenmem gerekliydi. Zaman zaman Valilik Köşkü’ne giderek, bazen de evime alarak yardımcı olmaya çalıştım.
Sayın Bey ile köşkte bir iki kez karşılaştık, bir keresinde keyfi yerindeydi, karşılıklı epeyce sohbet ettik. Sohbeti çok hoş ve esperiliydi. Şu sözünü hâlâ anımsarım: “Hocam, saz çalıp türkü söyleyemediğim, bir de bir yabancı dili akıcı şekilde konuşamadığım için hep hayıflanmışımdır”
Anımsadığım kadarıyla Danimarkalı (ya da Hollandalı) bir şirket Aydın yöresinde valiliğin göstereceği bir arazide meyve suyu üretecek (veya benzeri) bir fabrika kurmak istiyordu, valiliğin kendilerine yardımcı olup olamayacağını, ki olunacaksa randevu talebinde bulunuyorlardı.
Vali Bey, teklifi olumlu karşıladı. Önündeki kâğıda hızlıca bir şeyler karaladı. Sonra yüzüme bakarak yazdığını seslice okudu, “Hocam, bunları hemen İngilizceye çevirebilir misin?” dedi. Çevirebileceğimi söyleyince bana gösterilen odada çalışmaya başladım.
Sanırım aradan bir ay geçti-geçmedi, tekrar valiliğe çağrıldım. Anladığım kadarıyla beklenilen kişiler gelmiş, otelde dinlenmeye çekilmişlerdi. Ertesi sabah benden Valiliğe ait bir arabayla misafirleri alarak Germencik Mal Müdürlüğü’ne gitmem, oradan alacağım memurun göstereceği hazine arazisine konukları götürmem istenmekteydi.
Germencik’ten aldığımız memurla kuzeye, dağ eteklerine doğru epey yol aldıktan sonra boş bir arazide durduk. Memur, haritayı açarak hazine arazisinin nereden başlayıp nerede bittiği konusunda bilgi verdi. Benim bu andan itibaren pek yapacağım bir şey yoktu, ara sıra sorulan sorulara yanıt veriyor, olup biteni dikkatle izliyordum.
Yine anımsadığım kadarıyla, konuklar belli bir yere (demirden olduğunu sandığım) demir kazık çakıyor, çakılan demir kazıktan belli bir mesafeye ikinci, üçüncü, dördüncü kazıkları çaktıktan sonra kazıkları bir telle bağlıyorlar ve kazıkların dibine (ne olduğunu bilemediğim) bir sıvı dökerek gerilen tel hattına elektrik şoku veriyorlardı. Belli ki, ellerindeki cihaz yeraltı verilerini depoluyordu.
Birkaç hafta sonra yine valiliğe çağrıldım. Vali Bey, “Sonucun ne olduğunu tahmin etsem de, sen yine de oku hocam” diyerek, şirketten gelen kâğıdı bana uzattı. Yavaş yavaş ve sesli olarak İngilizce metni Türkçeleştirmeye başladım.
Gösterilen ilgi, yardım, tercümanlık hizmeti gibi dayanışmamızdan dolayı uzun uzadıya övgü dolu cümleleri okurken, Vali bey gülerek “Hocam, vakit kaybetme, sadede gel, öz olarak ne diyorlar?” deyince, “Yerin altı boşmuş, çalışma yapılan sahada ve çevresinde bir katlı bina bile yapılamazmış” diyerek kısa kestim.
Recep Bey de yarı Aydınlı sayılırdı, o da kısa kesti. Derin nefes alarak koltuğuna yaslandı. ”Bak hocam, ben bu raporu bakanlığa göndersem ciddiye almazlar, gereği için belediye meclisine göndersem, yani bir/iki kattan fazla bina ruhsatı vermeyin desem, arkamdan teneke çalarlar. Zaten çalıyor da…”dediğini hiç unutmadım.
Yabancı heyetin yanıtını öz olarak bir kez daha, ama sefer büyük harflerle yazmak istiyorum:
“YERİN ALTI BOŞMUŞ, ÇALIŞMA YAPILAN SAHADA VE ÇEVRESİNDE“BİR KATLI BİNA BİLE YAPILAMAZMIŞ”
04.Kasım 2020 günü görsel ve basında okuduğunuz gibi, İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Tüysüz, önümüzdeki günlerde deprem beklenilen illeri saydı: Hakkâri, Bingöl, Hatay, Bolu, Yalova, Sakarya, Bursa, Manisa, Balıkesir, İzmir, Denizli, AYDIN…
Son İzmir depremini/cehennemini bizzat yaşadım. Dar sokaklardaki apartmanların havada kafa tokuşturduklarını gözlerimle gördüm. Depremin şiddetinin 6.6, ya da 6.9 diyenlere ‘Sen onu benim külahıma anlat” diye haykırmak isterim.
Ne zaman Aydın’a gelsem, çok katlı binaları gördükçe rahmetli, Recep Yazıcıoğlu’nu sözlerini içimden mırıldanırım.
Bu sefer rahmetli Vali’nin sözlerini birlikte mırıldanalım mı? ” Bak hocam, ben bu raporu bakanlığa göndersem görmezden gelirler, gereği için belediye meclisine göndersem, yani bir/iki kattan fazla bina ruhsatı vermeyin desem, arkamdan teneke çalarlar. Zaten çalıyor da…”