Okul çıkışı arenadan salınan boğanın koşturduğu matador gibiydik. Sanki ayağımızın altından yol çekiliyordu. Aynı anda karıncaların şekere toplanması gibi toplanır, serpmeden kaçan balıklar gibi dağılırdık. Kimimiz evin yolunu tutarken, kimimiz babamızın dükkânındaki ekmek kazanına un katardık. Bir kısım arkadaşlar kalkan son köy arabasının kornasını kulaklarında kılavuz edinmişlerdi. Köyün cemsesini kaçırırsak ya bir arkadaşın evinde kalacak, ya da asık suratlı akrabaların evinde sabahı sabah edecektik. Herkes bir yerlere dağılırken biri vardı ki, bakırcı dükkânının yolunu tutardı.
Dükkana geç gidip te, o güzel babasının kısık sesini (Memeet nerede kaldın..) duyduğunda yüreğinden bir şeyler kopardı. Babasının alnından düşen ter damlaları, sanki çocuğun gözlerinde sel’e dönüşmüştü.
Siz bakırcı dükkânında kalay nasıl yapılır bilir misiniz?
Aynı anda kömürü körüklerken, bakıra kalayı sürülmüş, önceden kostiklenen tava ve tencere üzerinde çakıl taşlarıyla dans edeceksiniz.
Bakır istediğiniz kıvama gelmiş ise, ayağınızın altındaki çakıl taşları avuçlarınızdan öpmeyi bekler. O kalem tutan eller artık pamukların sakladığı çakıl taşlarını avuçlamıştır.
Dön babam dön, döndür babam döndür.
Akşam olduğunda dükkânın kepenkleri Karadeniz'in dalgaları gibi uzaklardan ses vererek katlanırdı.
Eve geldiğinde ise sofradaki yemek mi çocuğu, çocuk mu yemeği yiyecekti bilinmez.
Birbirine girmiş hayatlarda, yemeği uykudan, okul ders kitabını, kalaydan arkadaş sevgisini ise Türkiye haritasına dönüşen ellerinden nasıl ayırt edebilirsiniz ki?
Bu hayatın içinde, babası çocuğun gözü, anası da elleri olmuştu artık.
Beklentiler omuzlarda ağırlık yapmaya başlamıştı.
Yetmiyormuş gibi bir de ders çalışmak var işin içinde.
Hem arkadaşlarınızın yüreğine çuval dolusu sevginin tamamını avuçlarınızla boşaltacak, hem de ortada yiyecek hiçbir şey kalmamışsa taş kökü ile idare edeceksiniz.
Bu nasıl bir sınav Tanrım?
Çocukluğunu yaşamadan adam olmak, adamlığını bilmeden ise çocuk ruhunu gizlemek.
Nasıl bir duygudur?
Siz hangisini alırsanız alın o, bu kör direnişin içindeki savaştan nasıl olsa çıkacak.
Çıkış, ne çıkış amma…
Gidiş ne gidiş..
”Hey, Memeet ne çabuk geldin elliyediye?”..
“Söylesene nasıl geçti kırk beş sene?”..
Bu neyin sorusu arkadaş?
Beklenen de neyin cevabı olacaktı ki zaten.!!
Sanki kırk beş yıl dönüşmüş kara deliğe,
Sanki hiç yaşanmamış o yıllar,
Sanki bir dakikada geçmiş koca ömür,
Vay anam vay...
Bu günlerde o parmaklar revaçta değil, makinalar seni tanımaz, şaşırırlar Memeet.
Al ellerini git buralardan, buralar sana uzak, sen buralı değilsin, bu insanlar seni anlamaz Memeet.
Sen sevgiden mahpus,
Sen aşk tan mahpus,
Sen insan iyisi, ezelden mahpussun Memeet..
Uzat elini parmak izine bakalım Memeeet…