Ülkemizde bir kasım ozanların günü olarak 2023 yılından itibaren kutlanmaya başlamıştır. Bu konudaki dernekler bir araya gelerek 1 Kasım gününü ozanlar günü olarak kabul etmişlerdir.
Çin kaynaklarında yer alan bilgilere göre M.Ö.I. Binlerde Türk sözlü şiir sanatı geleneğinin var olduğunu göstermektedir.. Bu şiirlerden biri elimize bir dörtlüğü ulaşan, 119 yılında Türk yerleşim
birimlerinden Ordos’un Çinlilerin ellerine geçmesi üzerine yakılmış bir ağıttır.
Türkler savaşa giderken türküler söylerlerdi. Bu türküleri, ağıtları, hamasi şiirleri söyleyenler bugün aşık dediğimiz dünkü ozanlardır. O zaman ozanlar şiir söyler, törenleri yönetirlerdi.
Hunlarda akşamları ziyafetler verilirdi. Bu ziyafetlerde Atilla’nın kahramanlıklarını anlatan şiirler okunurdu.
Ozanların İslamiyet öncesi Türk kültürü döneminde, ölüm törenlerinde ağıtçılık yaptıkları görülmektedir. Ağtçılar ölen kimsenin iyiliklerini ve kahramanlıklarını anlatırlardı. Böylece sazlı sözlü ifadeler yapılmaya başlanmıştır.
Yapılan avlardan ve kazanılan zaferlerden sonra ozanlar kahramanlık şiirleri okumaya başlamışlar ve böylece destanlar oluşmaya başlamıştır. Bu şairler ordu içinde ordu şairi olarak görevler yapmışlardır. Bunlara giderek aşık denmeye başlanmıştır.
Hun Türklerinin Orta Asya’dan Avrupa’ya yaptıkları akınlarla bu şairlerin şiirleri de giderek yayılmıştır Orta Asya’dan Hunlarla birlikte Avar, Uz, Peçenek, Kıpçak ,Oğuz Türklerinin yaptıkları akınlarla birlikte bu aşıklık geleneği de buralara yayılmıştır..
Ozan yaratıcıdır, doğaçlama söyler, yetenekli, kıvrak zekâlı kişidir. Elindeki sazını yüreğinden kopan özgün söyleyişlerle bütünleştirir, kendinden sonra çıraklarını da yetiştirir.
Türkler yerleşik yaşama geçmeye başlayınca yerleştikleri yerlerde kahvehanelerde kurulunca Ozanlar bu kahvehanelerde şiirlerini söylemeye başlamışlardır. Bu kahvehanelere de âşık kahvehaneleri denmiştir. Bu kahvehaneler hem bir eğlence merkezleri hem de iletişim merkezleri görevi yapmışlardır. Örnek olarak Erzurum, Kars, Konya, Kayseri, Sivas gibi kentlerde bu gelenek halen sürmektedir. Kayseri’de kale içinde âşık kahvesinde akşamları şehrin ileri gelenlerinin de devam ettiği kahvehane vardır. Burada âşıklar akşamları bir araya gelir, şiirler söylerler ve atışırlar. Âşıklar buralarda anlattıkları hikaye ve destanları adeta yaşıyor gibi vücut hareketleriyle anlatmaya çalışırlar.
Zamanımızda basılı ve görsel basının gelişmesinden önce bu geleneklere sözlü iletişim ve bu ortama da sözlü sözlü kültür denildi. Zamanla bu kahvehanelerin yanında köy odalarında, zengin kimselerin konaklarının da bu gelenek için kullanılmaya başlandığını görürüz. Düğünler de de bu âşık atışmaları yapılır. Artık kasaba ve köylerde şehirlerde şiir günleri, âşıklar günleri yapılmaktadır. Ben Yumurtalık kaymakamı iken Âşık dertli kazımın köyünde kırk kadar âşık gelmişti ve aşıklar günü yapmıştık. Sonradan Âşık Dertli Kazım’ın şiirlerini derledim ve altı yüz sayfa içeriğiyle kitabını bastırdım. Basımda zamanın valisi maliyeti karşılamıştı.
Âşıklardan Kadirlili Vahap Kocaman’ı da yakından tanıdım. Oğlu Orta ilçesinde lise müdürüydü. 19 Mayıs törenleri sırasında şiirlerini okudu. Benim için de şu nasihatte bulundu:
''Kaymakam oğlum! Hızlı gitme çaldı aşırıyor zannederler, yavaş gitme çok yedi taşıyamıyor zannederler, karar git karar.''
Bu insanlar cesurdurlar laflarını esirgemezler. Bir gün Adana valisi ziyafet verdiği sırada Kocaman’ı çağırtır. “Âşık bize şiir söyler misin” der. Kocaman, “Vali bey ben meşk şairi değil aşk şairiyim” der ve meclisi terk eder.
1980 ihtilalinden sonra Kenan Evren, Kocaman’ı çağırır. “Âşık benden ne islersen iste” der. Kocaman gayet mütevazı şekilde “Paşam kendim için bir şey istemem ama köyümün yolu yok yaparsanız beni onare edersiniz” der. Hemen âşık Kocaman’ın köy yolu yapılır.
Âşık tarzı şiir geleneği ozanlık geleneğinin güçlü bir devamıdır. Sözlü kültür ortamına dayalı âşık tarzı destan türü içerisinde yer alan savaş destanları, ağıtlar ve çeşitli konularda destan parçaları 11.
yüzyılda (1072) kaleme alınan Divanü Lügati’t Türk’te yer alışından da anlaşılmaktadır..
Zamanla âşıklar mahlas kullanmaya başlamışlardır. Bu geleneği usta çırak şeklinde yürütmeye çalışmışlardır.. Belli bir süre usta ozanın yanında çıraklık yapan şair ustasının yeterli görmesiyle yolu açık olsun demesiyle sazını alarak gezmeye ve şiirlerini serbestçe söylemeye başlar.
Şairlerin söylediği şiirler zamanla bir deftere yazılmaya başlamıştır. Âşıklar bu defterdeki şiirlerini gittikleri yerlerde okumaya başlamışlardır. Âşıkların ayrılmaz bir parçası da yanlarında taşıdıkları sazları olmuştur. Zamanla birbirlerine soru cevap şeklinde yarışmaya başlamışlardır.. Böylece atışma geleneği ortaya çıkmıştır.
Zamanımızda âşıklar siyasi olaylardan ve bulundukları ortamın sorunlarından da etkilenerek şiirler söylemektedirler. Bolu’da yaşayan ozan Hasan Kaplani çok temiz ve duru Türkçesiyle şiirler söylemekte ve konserler vermektedir. Bolu Kültür Müdürlüğü yaparken yılın belli zamanlarında tanınmış ozanları Bolu’ya getirir ve konserler verdirirdi. Örneğin "Aşık özleminin bu gün benim efkarım var" şiiri türkü olarak halen yaygın şekilde söylenmektedir. Hasan Kaplani’nin “Yürüyorum Dikenlerin Üstünde” şiir türkü olarak dilden dile dolaşmaktadır. Âşık Mahsuni’nin şiirleri türkü olarak yaygın şekilde söylenmektedir. Âşık Veysel ama olmasına rağmen gönül gözüyle söylediği şiirlerle halen bu alanda en çok tanınan âşıklarımızdandır. En son tanıdığım ozan da Aydın’da yaşamış olan “Davazlı Süleyman” adındaki ozandır. Ben ona “son zamanların Yunus Emre’si” diyordum. İlerlemiş yaşına rağmen tüm şiirlerini ezberinden okuyan bir âşıktı.
Mahalli sanatçı olarak bu uğraşıyı yaşatan şairlerle bu âşıklık geleneği gelişerek devam etmektedir. En son bir ustalıkta lebdeğmez denen olaydır. Bu ustalıkta ozan iki dudağı arasına iğne koymakta ve b, p, m ve f harflerini söylemeden şiirlerini söylemektedirler.
Zamanımızda kitle iletişim araçlarından bu âşıklarımızın çok fazla yararlanmalarını sağlamak ve desteklenmeleri gerekmektedir. Bu sadece devletin görevi değildir. Varlıklı kimselerin ve sivil toplum kuruluşlarının da bu faaliyetlere katkıda bulunmaları gerekmektedir. Onlar bizim gelenek ve göreneklerimizi kuşaktan kuşağa taşıyan çok kıymetli insanlardır.