2011 yılı itibariyle, Suriye-İran-Hizbullah (Lübnan) ittifakına karşı İsrail-ABD-İngiltere-Suudi Arabistan ekseni oluşturulduğunu, Türkiye’nin İran ve Suriye ile ilişkilerinin geçmiş yıllara göre daha iyi durumda bulunduğunu, İran ile güçlü enerji ve doğalgaz anlaşmalarının imzalandığını görüyoruz.
İsrail-ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki çıkarları ile ülkemizin çıkarlarının örtüştüğü bir gerçektir. Ülkemizin İran’la yapmış olduğu enerji anlaşmaları diğer emperyalist ülkelerin işine gelmemektedir. Onların gözünde Türkiye’nin İran’a bağımlı hale gelmesi, bahse konu ülkelerin gelecekte İran’a yapacak olduğu muhtemel saldırılarda, Türkiye’yi yanlarında görmek istemeleri nedeni ile çelişmektedir.
2007 yılında ABD'deki en önemli Yahudi kuruluşlarından ADL’nin (Anti-Defamation League -İftirayla/İnkârla Mücadele Birliği), 1915’te Türklerin Ermenilere soykırım yaptığına dair karar aldığını, bizim için asla kabul edilemez nitelikte olan bu kararla bizi, İran ve Suriye konusunda sıkıştırmak için ADL’nin ABD tarafından böyle bir açıklamaya zorlandığını, İsrail’in bölgede Türkiye’nin gücünü görmek istemediğini artık biliyoruz…
2006 yılına geldiğimizde, Gazze’deki Hamas, 2 İsrail askerini kaçırmıştır. 2 askerin iadesi için dönemin dışişleri bakanı Sayın Abdullah Gül’ün arabuluculuk yapma ve iadeyi gerçekleştirme adına yapmış olduğu başarılı diplomasinin sonuç vermeye başlaması arifesinde, İsrail bir hafta sonra, 32 gün süreyle Lübnan’ın güneyini bombalayarak yerleşim yerlerine saldırdığını, yüzlerce Lübnanlının öldürüldüğünü ve yaklaşık 5 milyar dolarlık maddi kaybın meydana geldiğini gördük.
Türkiye’nin bölgede güçlü bir pozisyon tutmaması için Lübnan halkına da bu bedel ödetildi. Bu işgal girişimi Hizbullah’ın müthiş direnci ile püskürtülerek, 1967-1973 Arap-İsrail savaşlarının galibi olan İsrail ordusu da Hizbullah tarafından ilk defa mağlup edilmiştir.
Gilad ŞHALİT isimli başka bir İsrailli askerin de 2006’da Hamas tarafından esir alındığını, o askerle ilgili takas görüşmelerinin 2011 yılına kadar devam ettiğini biliyoruz. Burada da yine dönemin cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün arabuluculuk girişimlerini görüyoruz.
Sorunu Türkiye ile çözen olmamak için Camp David’den dostları Mısır’a bu şansı vererek, 1027 Filistinli mahkûmun serbest bırakılması karşılığında, Gilad Shalit’in özgürlüğüne kavuşması sağlandı.
Görüyorsunuz Hamas’ın en büyük destekçisi olduğumuz yıllarda ve onun lideri Halid Meşal’i ülkemizde defalarca ağırladığımız orta yerde duruyorken, Meşal, sorunu Türkiye ile değil Mısır’la çözen oluyor. Amaç, Türkiye büyük ülke görüntüsü vermesin diye, imajını, popülaritesini bilerek ve isteyerek yükseltmek istemiyorlar.
Mavi Marmara gemisini hatırladığınızı sanıyorum… Geminin rotası neresiydi? Bildiğim kadarıyla Gazze. Gazze neresi? Halit Meşal’in memleketi. ‘Filistinli mültecilerden Suriyeli mültecilere’ başlıklı yazımda aktardığım Yaser Arafat’ın Osmanlı’ya yapılan ihanet serzenişini hatırlatmak isterim. İhanet hala devam ediyor.
Şimdi söyleme zamanı gelmiş olmalı. Yaser Arafat’ın yönettiği FKÖ’nün siyasi, askeri gücünü kırmak ve iğdiş etmek için Hamas’ı MOSSAD kurdurmuş olup, birlikte yönetmişlerdir.
1 Mart Tezkeresinin TBMM’den geçmediğinde, Türkiye’nin ve onun Meclisinin başta Arap âlemi ve dünyadaki itibarını konuşmaya gerek var mı?
Büyük ülke olmak, sorunları çözmekten geçer. İdlip Esad’ın toprağı. Orada toplanmış durumdaki maaşa bağladığınız Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), El Nusra (Suriye’nin İŞİD’i) ve El- Kaidecilerin Suriye devletinin rejim karşıtları olduğunu, bizim için neden ve de ne zamana kadar önemli halde kalacağının sorgulanması, sonsuza kadar ertelenemez.
İki paragraf önce ihaneti anlattık. Israr edersek, yine yanlış yaparak tecrübe sahibi olacağız. Biz biliyoruz ki yanlıştan tecrübe olmamalı.
Yeni hazırlanmakta olan Suriye Anayasası görüşmelerinde İran ve Rusya ile birlikte inisiyatif alarak 2011’den beri Suriye’de desteklediğimiz grupların geleceklerinin teminat altına aldırılabileceğini, daha fazla insan kaybetmeden, daha fazla göç almadan, ülkemizi de terörist cennetine dönüştürmeden bu meselenin hal yoluna konması gerekmektedir.
Bu defa çözemez isek, batılılar bizi çözecekler. Çünkü Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın değimiyle; “İdlip, köprüden önceki son çıkış.”
ABD ve İsrail’in BOP projesi kapsamında ülkemizde yerleştirdiği “ılımlı İslam” modeli sayesinde, 24 Haziran seçimleri sonrası ortaya çıkan siyasi tablo ile bu model daha fazla güç kazandı.
Kendini, o kanatta ifade edeceğini inanmış insanlarımız elde etmiş oldukları ekonomik ve İslami kazanımların gerisinde kalmayı ve bulunmayı asla istemeyecekleri mantığından baktığımızda gelecekte;
Ülkemizde de din savaşçılarının yaratılmasına zemin hazırlayacak eylemlerin başlayabileceğini, din adına elde edilen kazanımların ivme kazanarak zaman içinde çok daha büyümesine zemin hazırlayacak eylemlerle devam edeceği, buna paralel olarak PKK’nın da cesaretlenerek benzer eylemler yapmasının kaçınılmaz hale geleceğini söylemek istiyorum.
İslamı savunmak adına daha da radikalleşerek ülkemizi Iraklılaştırmak isteyeceklerdir. Bu nedenle; “Irak o kadar ırak değildir(1).”
1979 yılında Babrak Karmal’ın davetiyle Rusların işgal ettiği Afganistan’da ortaya çıkan durumdan vazife çıkarttırılan Pakistan’ın haline bir bakıverin. Şimdilerde, Pakistan’ın elindeki nükleer silahların radikal İslamcıların eline geçme korkusu İngiliz ve Amerikalının kâbusu haline dönüşmüştür. Bunlar kime döneceği belli olmayan çok ciddi meselelerdir.
Rusları Afganistan’dan kovdunuz. Yerine 11 Eylül 2002 sonrası ABD ve müttefikleri işgale geldiler. Hatırı sayılır bir nüfus planlaması gerçekleştirildi. Gelinen nokta, “biz bu b..u neden yedik” oldu. Rusları, Hint okyanusuna indirmediniz ama Akdeniz’de bayrak sallayıp volta atmalarına ses çıkaramadınız.
Suriye ile ilişkilerin düzelmesi, ABD ve İsrail’in işine gelmeyeceği için Türkiye’nin önünün kesilmesi istenecek, Türkiye, İran, Rusya ve Suriye’nin bir araya getirilmemesi için örtülü operasyonlar dâhil her şeyin ülkemizde de denenmesi muhtemeldir.
Soğuk savaş sonrası SSCB dağıldı. Her ülke bir yöne koştu. Bulgaristan, Romanya ve Polonya, AB’ye koşturulup, üye yapıldılar. Biz hala kapıda beklemekteyiz..
1990’dan itibaren dünya yeniden şekilleniyor. Birçok ülkenin yeri oluştuğu halde Türkiye’nin yeri hala belli değildir. Dün Suriye ve İran PKK’ya destek veriyordu. Bu gün savaşmaktalar. Dün Barzani’ye kırmızı pasaport vermiştik. Bugün devlet kurmanın hesabını yapmakta… Müttefikleri tarafından erken bulunsa da referanduma bile gidip, devlet kurma testini yapma cesaretini gösterdi.
Korkularımızı yenmemiz lazım. Harita çizmenin ve çizenlerinin de önemi yoktur. Asıl olan bunun olabilirliği var mıdır? Ona bakmak lazım.
Vaat edilmiş topraklar yutturmacasına karşı Türkiye’nin savunma hattı Kudüs’ten başlar diye saydırdığınızda İsrailliler kendine gelecektir. Onun için demokrasi içinde “Büyük ve güçlü Türkiye’yi” ayağa kaldırmalıyız. Bunu 5 yılda 15 bin, 10 yılda 25 bin dolar milli gelirle başarabiliriz. Sizinle kimse oynayamaz. Biz yeter ki işimizi iyi yapalım.
Sonuç olarak “Kırk katır mı? Kırk satır mı?” Denklemine sürükleniyor olsak da iki tercihin de yanlış olduğunu görebilmeliyiz. Komşularımızla iyi ilişki kurmak, önümüzdeki tablodan akıllı ve onurlu çıkışımız olacaktır. “Yarın geride kalan ömrümüzün de ilk günüdür.” (2)
Ülkemiz için iyi şeyler yapılabilmesi dileklerimle, hoşcakalın.
KAYNAKLAR:
1.Gazeteci Güler Kömürcü Global Str.Arş.Mrk.15.01.2007 Ankara Kerkük konulu konferanstan.
2.ABD Başkanı Abraham Lincoln(oduncunun oğlu, köle nizamına, zenci beyaz ayrımına karşı çıkan ve ABD derin devletince öldürülen ilk başkan)