Toplum içinde bulunduğu durumu tahlil edemez oldu. Hani var ya, “Elle gelen düğün bayram” diye, eskilerin söylediği bir söz. Durum değerlendirmesi yapma, herkes ne yapıyor, nasıl davranıyorsa, sende öyle yaşa, demek. Elle gelen, düğün, bayram değil, köleliğimiz geliyor.
Durumunu değerlendirmeden, filanca aile ne almışsa, sende al. Filanca nasıl yaşıyorsa, sende öyle yap diyen mantık, durumunu iyi irdeleyen ve çıkış yolunun bu olmadığını, düşünen ve ölçüleri tartıları şaşmayan, yaşamı seçenler; en yakınlarından eleştirilir oldu. “ Bir sen, dikkatli harcama yapıyorsun. Bir biz, dikkat ediyoruz. Sen mi, doğrusun, yoksa diğer rahat ve huzur içinde yaşayanlar mı diye sorgulanır, aşağılanır oldu. Oysa ki ileriki zamanda çalışanlar üretenler rahat yaşayacaklar.
Ayranı olmayanların, son model arabalarla tıç,maya gittiği bir toplum olduk. Suç sadece bizim mi? Diye sorma kardeşim. Suç, senin, benim, hepimizin. Bizi hale getirenlerin, tek hesabı, sahibi olduğunu zannettiğimiz ama aslında, tefeci bankaların olan evlerimizin, arabalarımızın elimizden gideceği, korkusu salarak yüreğimize, böyle gelmiş böyle gider teraneleri yaymalarının oyuncağı olduk.
Hayat, bizim hayatımız, bizi özendirdikleri hayat, borç üzerine kurulmuş bir hayattır. Borç yiğidin kamçısıymış, hangi şerefsiz ata uydurduysa halt etmiş. Borç dürüst insanın ömür törpüsüdür.
Kredilerle, hibelerle, teşviklerle adam olacağımız anlatılıyor. Bir yiğit, çıkıp ta bizleri borçsuz harçsız yaşamaya davet etmiyor. Beleşçi bir yanımız var ya, vaatlere, hibelere, teşviklere, doludizgin koşuyor, uyanıklarımız. Bilmiyorlar ki öpmeyecekleri atın önüne hiçbir kimse ot atmıyor.
Gerçek Atasözü, borç alan, kredi alan, buyruk alır, emir alır. Yönetilir gebe olduğu kişiler tarafından. Kendimizin zannettiğimiz, arabalarımız, evlerimiz, üç aylık kriz sonunda gerçek sahiplerinin olacaktır.
Anlamadınız değil mi? Bizim ya o evler, arabalar. Şu kadar aydır, senet ödedim, taksit ödedim, benim diyorsunuz. Nah sizin, kredi borcunuz bitinceye kadar, sizin değil. Size kredi veren tefeci sermayenin o mallar.
Efendiler, kendi kaynaklarımıza dönmek zorundayız. Hiçbir reklama, hiçbir tüketim projesine, dâhil olmadan, tüketim ekonomisinden kurtulmak zorundayız.
Elimizde ne varsa onu kullanacağız. Gerekirse özel arabalarımızı satıp kaynak olarak kullanacağız. Mazot parasıymış, yakıt parasıymış, düşünmeyeceğiz. Araba yerine, bisiklet bineceğiz. El ne dermiş düşünmeyeceğiz. Bütün kaynaklarımızı üretime aktaracağız.
Elimizdeki üretim araçlarına sahip çıkacağız. Devletin satmaya kalktığı fabrikaların satılmasına engel olacağız. Dün Sümerbankların satılmasını engelleyemedik. Bari şeker fabrikalarını kurtarmalıyız.
“Devlet var kardeşim, karşımızda” demeyiniz, devlet değil karşımızdakiler. Milleti yoksullaştırmak için o fabrikaları güncel şartlara taşımayıp, bakım yapmayıp, zarar eder duruma getirenlerde, satılmasında ısrar edenler de, devlet değil. Bu milletin geleceğine, göz dikenlerin ortaklarıdırlar.
Yunan işgalinde olsaydık, Yunan işgal kuvvetleri bile, Sümer bankları, şeker fabrikalarını sattıramazdı bizlere. Bize bizden zannettiklerimiz her türlü kötülüğü yaptırıyorlar. Bizde bakıyoruz koyun gibi.
Dün, Sümerbanklar, bugün şeker fabrikaları, yarın bakalım hangi üretim hanelerimiz, satılacak, kapanın elinde kalacak ve satın alanların insafına bırakılacak.
Allah aşkına, elindeki, gelir getiren, dikiş makinesini, satıp ta bir insan, evine koltuk takımı alır mı? Eğer alırsa, o koltukların üzerinde rahat oturtmazlar adamı.
İsraf ve çalışmadan kazanma hırsı bitiriyor insanımız. Yüce atam “Çalışmadan yorulmadan kazanma yollarını alışkanlık haline getirmiş Milletler, önce haysiyetlerini, sonra istikballerini, daha sonrada istiklallerini kaybetmeye mahkûmdurlar” derken bu günleri anlatmaya çalışmış ama anlamakta zorlanıyoruz.
İlk on yıl içinde, o yoksul şartlarda binlerce fabrikanın kurulup ekonomik bağımsızlığımızı kazanmamızı sağladığımız günlerden; bakımsızlık, yenileştirme olmadığından, zarar ediyor diye, satılmaya hazırlanan, milli kaynaklarımızı seyreder duruma gelmiş bir güruh topluluğu olduk.
Yazık kardeşim, yazık halimize, dur demek zorundayız. Önce kendi israfımıza ve üretimsiz kazanç bekleme durumumuza dur diyeceğiz. Daha sonrada, Devletin, milletin, üretim hanelerini, satarak yönettiğini zannedenlere dur diyeceğiz.
Benden söylemesi, Sümerbankların satılmasını sağlayan bakanlar da bizden değil. İsimlerini parklarına verenlerde, bizden değil.
Geç kalmış sayılmayız, dur demek zorundayız. Bu üretimsizliğe, bu tüketim ekonomisini pompalayanlara ve silahları ile işgal edemeyenlerin paraları ile ülkemizi işgal etmeye çalışanlara dur demek zorundayız.